- 133 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Mirac Mucizesinin Hatırlattıkları
Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesine göre; Ayın ikiye yarılması gibi dünyada gerçekleşen mucizeler, yeryüzünde yaşayan varlıklar için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peygamberliğinin bir göstergesidir. Mirac ise esas itibarıyla gökte bulunan varlıklara gösterilmiş bir mucizedir. Bu mucizenin eşi benzeri daha önce gösterilmemiştir. Bu ancak kökten bir değişikliği öngören dünyanın adeta akışını değiştiren, maddi ve manevi inkılâbı gerçekleştiren Hazreti Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma nasip olmuştur. Çünkü buna en layık kişi o’dur.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, buna layık olduğunu, Mescid-i Aksa’da peygamberlerin kendisini hazır beklemesinden ve onlara imamlık yapmasından da anlıyoruz. Ayrıca Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtü Vesselâm, bu miraç yolculuğunda Yüce Yaratıcısı Rabbini bizzat görmüş ve O’nunla sohbet etme şerefine ulaşmıştır.
Cenab-ı Hak’kın bin dört yüz sene önce, beden ve ruhuyla Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtü Vesselâmı göğe yükseltmekle insanoğluna da yolu açmıştır. Çok kısa bir zaman da Miraca çıkarıp, döndürmekle, sizlerde bunun benzerini yapabilirsiniz demiştir. Bunca yıl önce işaret edilen ve yaşanılan bu harika hadiseden yıllar sonra insanoğlu sema yolculuğuna başlamış ve nihayetinde dünyanın uydusuna gitmeyi başarmıştır. İnsanlık adına dev bir adım kabul edilebilecek bu hadise Miracın yanında okyanuslardaki suyun bir damlası bile değildir.
O halde çalışmaya ne gerek var tembelce oturalım fikri de yanlış olur. Çünkü Cenab-ı Allah kâinat adı verilen bu koca sarayı yaratmış ve her şeyi belli kanunlara bağlamıştır. Bizlere düşen kâinattaki bu formülleri çözmektir. Miraç kadar olmasa da şuan kinin kat ve kat fazlası yapılıp, cismen ve ruhen çok uzaklara varmak mümkün görünmektedir.
Miraca birkaç dakika gibi kısa bir zaman diliminde gidip, gelmek akla biraz güç gelebilir. Oysa sesin, ışığın, elektriğin, ruhun ve hatta hayalin süratlerini düşünüldüğünde miracın birkaç dakikaya sığması, akla çokta uzak olmadığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca, insan her gün uyku yoluyla gördüğü rüyalarda yaşadıklarını zaman dilimi olarak nasıl izah edebilir. Saniyeler ile görülen bir rüyada gidilen gezilen yerleri, uyanıkken gezmek ve duyulan, söylenilen sözleri uyanıkken söylemek veya dinlemek için acaba ne kadar bir zaman yeterli gelebilir. Bazen olur ki on saniyelik bir rüyanın, gerçeğini yaşamak için bir ay az gelebilir. Bu bakımdan şu soruya cevap vermek gerekir. Trilyonlarca ağırlıkta yıldızları uzay denizinde yüzdüren, birbirinin etrafında kilometrelerce hızla döndüren, Kâinatın Sultanı Yüce Yaratıcı için bir kulunu dakikalar içinde Miraç’a çıkarıp, geri döndürmek zor mudur?
Biz Müslümanların Allah, Melekler, Ahiret, Cennet Cehennem gibi imanın şartlarından olan konular, görmeden iman etmemiz gereken esaslar durumundayken, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ise Mirac’ta imanın esaslarını bizzat görerek müşahede etmiştir. Böylece hayali bir inanç esasına sahip olmadığımızı yerinde görerek insanoğluna müjdelemiştir.
Bu bakımdan Allah’ı görme şerefine erişerek yolu açmış ve Cenab-ı Hak’kın emir ve yasaklarını tam anlamıyla uyma gayreti içinde olanların cennette Allah’ı görebileceğini insanlara ve cinlere müjdelemiştir.
İnsanların aklını kurcalayan bir diğer problem ise; Kur’an’da ifade edildiği gibi, insana şah damarından daha yakın olan Cenab-ı Hak’ka, Peygamber Efendimiz Aleyhis- salâtü Vesselâmın, binlerce sene mesafe kat edilerek, yetmiş bin perde geçtikten sonra varıp, görüşmesi nasıl olmaktadır?
Cenab-ı Hak her şeye, her cisme, diğer her şeyden daha yakındır. Fakat her şey O’ndan çok uzaktır. İnsanları hataya düşüren şey Allah’ı kendileri ile kıyaslamalarıdır. Biz bir cisme ne kadar uzaksak, cisim de bize aynı derecede uzaktır felsefesinden hareket edilmektedir. Oysa cisimlerde dahi bu bazen geçerli olmamaktadır. Mesela güneşin şuuru olsa ve insanlarla konuşabilse, bir insan eline bir ayna aldığında güneş onunla konuşabilir ve istediğini bize yaptırabilir.
Diğer taraftan aynadaki yansıyan güneş, kişinin göz bebeğinden kendisine daha yakın değil midir? Oysa ilmen de sabittir ki, güneşin dünyaya uzaklığı yaklaşık 150 milyon kilometredir. Yani insan imkân olsa güneşe gidebilse dört bin senede varabilir. Bu rakamlarda göstermektedir ki, gidemeyiz.
Hadi diyelim insan manevi yönden ilerlemiş olup, elindeki ayna ile değil de direkt olarak güneşle temas kurabilse dahi yine de şuan ki ayın durumu gibi sadece güneş ışıklarını yansıta bilir.
İşte bu verilen örnekler gibi Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakın olduğu halde, her şey O’ndan nihayetsiz derecede uzaktır.
Akla takılan diğer bir soru ise, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Mirac’a niçin çıkmış? Buna ne lüzum vardı? Veya veli zatlar gibi sadece ruh ve kalbiyle gitse olmaz mıydı?
Mâdem Cenab-ı Hak, mülk ve saltanatındaki eserlerinin perde arkasındaki hakikatlerini göstermek ve şu âlemde yaratılan muhteşemliği kuluna, habibine gezdirmek istiyor. Ve insanın dünyada yaptığı işlerin ahretteki neticelerini göstermek istediğinden; elbette görünen varlık âleminin anahtarı hükmünde olan gözünü ve duyulanlar, işitilenler âlemindeki, delillerini işiten kulağını, Arşa kadar beraber götürmelidir. Bu bakımdan ruhunun hadsiz vazifelerini gören bedenini de tâ Arşa kadar beraber alması aklın ve hikmettin bir gereğidir. Nasıl ki cennette Cenab-ı Hak cismi ruha arkadaş yapıyor; çünkü dünyada pek çok kulluk vazifesini ve hadsiz lezzet ve acıyı beden çekiyor. Madem beden, ruha arkadaştır. Cennete de cisim ruh ile beraber gidecek. O halde Cennetü’l-Me’vânın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâya da yükselen Hz. Muhammed’in (s.a.v) ruhuna, bedeni de eşlik ettirmesi Allah’ın bir hikmetidir.
Ahmet TULGANER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.