- 364 Okunma
- 6 Yorum
- 6 Beğeni
/SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM/ ASYA- İLYAS- CEMŞİT ÜÇLEMESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ali Rıza Navruz
“Elini tuttum, sıcacıktı; sanki yüreği elimdeymiş gibi…”
Geçen hafta içerisinde yukarıda afişini görmüş olduğunuz “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmini izledim. Keşke filmden önce Cengiz Aytmatov’un bu güzel hikâyesini okumuş olsaydım! Hikâyedeki Isık gölün bitmemiş türküsünü duymuş olsaydım keşke… Ve Tiyenşan dağlarına şöyle bir el sallamış olsaydım.
Romandan filme uyarlama usta rejisör Atıf yılmaz tarafından yapılmış. Filmin başrollerini ise Türkan Şoray(Asya), Kadir İnanır(İlyas) ve Ahmet Mekin(Cemşit) paylaşmış. Bir de çocuk vardı galiba, filmdeki adı: Samet… Bana göre de iyi bir oyuncu kadrosu Allah var! Türkan Şoray Sultandan iyi bir al yazmalı Asya, Kadir İnanır’dan da meşin ceketli iyi bir şoför olurdu. Olmuş da… Mekin’in tekinliğine diyecek yok doğrusunu isterseniz.
Aşkta tutku ve güven ilişkisini çarpıcı biçimde gözler önüne seren bu eser Rusya’da ve Kırgızistan’da birkaç kez film yapılmış ve Lenin gibi bir Rus liderinden ödül almış. Aytmatov’un bu eserini daha sonra okuma fırsatım oldu. Okuduğum kitapta 100 sahifelik bu hikâyenin adı; “Al Yazmalım Selvi Boylum” şeklindedir. Filmdeki isim neden tam tersidir anlamadım. Edebiyattan sinemaya uyarlamalarda böyle oluyor zahir!
Film güzeldi güzel olmasına da doğrusu benim kafam karıştı sanki. Bir bakıyorum duygusallık, tutku ön planda görünüyor ve gözlerimizi yaşartıyor. Mesela diyor ki bir replikte:/Sevgi neydi? Coşkun akan bir dere, sonbaharın rüzgârıyla ürperen yapraklar, cama vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çırpıntısı” Harika bir sevgi tarifi var burada. Filmin başka bir karesinde ise aynen şu sözler:/Sonunda coşkun dere durulur, yapraklar kurur dökülür, yağmur diner, güneş çıkar. Sevgi neydi? Sevgi sahip çıkan, insan emeği! Sevgi iyilikti, sevgi emekti./
Filmin; -üstüne basa basa- vermek istediği asıl mesaj bu ikinci replikte görülüyor. Bir önceki sözler sanki inkâr ediliyor. Ben diyorum ki keşke bu iki sözü harmanlanarak eşit ağırlıkta sunulsaydı. O zaman diyeceksiniz ki; filmin sonunda selvi boylu al yazmalı güzel, duygusal aşkı İlyas’ı nasıl terk edip de Cemşit’le kalacaktı? Evet, sevginin içerisinde emek mutlaka olmalı, bu inkâr edilemez bir gerçek. Ama bence bu filmde en ön safa da geçmemeliydi… Genelde filmlerde kadın oyuncu jönü seçerken bu filmde jön değil bir başkası seçiliyor. Sebep annelik duygusu mudur acaba ki? Başka bir görüntü; İlyas’ın kamyonunun adı;-İlyas’la Asya’nın tanışmasından önce- “Aldırma Gönül” idi. Yani Sabahattin Ali’yi çağrıştırıyordu ve belli ki bir ideolojik tercihti bu durum. Buna ne gerek vardı ki sanki? Daha sonra kamyonun adı “Selvi Boylum Al yazmalım” oldu. Bir de şu var; film Adana yöresinde çekiliyor, kamyonun plakası İstanbul 34…Adana’da kamyon mu yoktu acaba? Yoksa İstanbul dükalalığı elden gider diye mi korktular ağalar, beyler? Her neyse!..
Tutulan elin sıcaklığının yürek sıcaklığı oluşu yok mu sayılmalı? Of yaaaaa!
Tamam, ben bir gözlemci ve şair olarak İlyas’ın bir noktadan sonraki hareketlerini hoş karşılamıyorum, ama sonuçta o da bir insandır. Her insan hayatının bir döneminde istemeyerek hata yapmıştır, yapar da… Hem bu hata, çok sevdiği arabasının elinden alınmasıyla başlayan psikolojik ruh halinin sonucudur. Yaptığı hatanın verdiği eziklik İlyas’a zaten yetmiştir. Burada biraz da affedici olunması gerekirdi diye düşünüyorum. Yani; yağmur dinmesin, dere kurumasın, sevgi gönüle hem duygusallığı ile hem de emeği ile taht kursun!.. İsterdim ki; Asya seçim noktasında Yine de İLYAS desin. Şundan eminim ki Asya Cemşit’i İlyas’ı sevdiği kadar asla sevemez. Herhalde insan hayatında bir kez aşık olur, sonrasındakiler “ayrılık yarasına ancak pansuman olur..!”
Fuzûli ne diyordu:
“Aşk imiş her ne var âlemde,
İlm bir kıyl-ü kaal imiş ancak!..”
YORUMLAR
öncelikle madem yazıya konu olan filmin samet adlı çocuk oyuncusu belki bazılarımızın bildiği ama çoğu kişinin bilmediği, bir kız çocuğu; Elif İnci imiş. Öğrendiğimde şaşırmıştım. Buna neden gerek duyulduğunu ben şahsen çok anlayamamıştım. Sevgi ile ilgili ilk ve sonraki replik için ise nacizane şunu söylemek isterim: Kanımca sevgi denen şey gönle ilk düştüğünde filmdeki ilk replikteki gibi bir tariftir. Ancak bazen sevginin yetmediği veya sevgiye yetmeyen tarifler de vardır veya ilkinde olduğu yeterli gelmediği de mümkündür. Dolayısıyla sevginin o ilk heyecan acemilik 'coşkun akan bir dere, sonbaharın rüzgârıyla ürperen yapraklar, cama vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çırpıntısı” yaşanan üzüntüler, hayal kırıklıkları, yaşanan acılar vb bir çok neden dolayı yerini daha farklı ve daha ağır-olgun bir hale bırakıyor. Bu ikinci durumda kalbin yerini akıl heyecanın yerini dinginlik-olgunluk alır. Bu tıpkı bir meyvenin ham haliyle olgun hali gibi düşünmek gerek. İlkinde erken derdiğimizde ham kalır geç derdiğimizde ise erken bir çürümeye sebebiyet verebilir. Bence asya bu kararı tam kıvamında vermiş. Kaldı ki kalıcı olan ve sevgiyi daha çok besleyen ve en az sevgi kadar değerli diğer duygulardır.: Sevgiliye sahip çıkma, emek, iyilik, vefa gibi. Aslında kanımca ikisi de sevginin farklı halleridir. Ancak iki tanımı figüre edenlerden karar verme nedeni ise her halükarda baskın gelen annelik içgüdüsüdür diye düşünüyorum. Sonuç itibariyle ilkinde aşk acısı ikincisinde ise vefa ve sorumluluk-aidiyet vardır.
Güzel bir yazı oldu, farketmediğimiz detayları da görme imkanımız oldu.
Tebrik ederim, saygılar...
Bazen akıl ve duygular çatışır. Duygunun (kalbin) evet dediğine akıl (mantık) hayır der.
Aşk ve sevgi iki farklı olaydır. Klasik deyimle; aşkta içinizde kelebekler uçuşur, heyecanlanırsınız, eliniz ayağınıza dolaşır, sevgide ise dinginlik huzur en önemlisi güven vardır.
Asya-İlyas-Cemşit üçgeninde mantık duygulara ağır basmıştır. Olması gereken midir acaba?
Duygusal kararların bir çoğunun sonu hüsrandır. Aşk biter ama sevgi kalıcıdır.
Filmle ilgili gözlem ve eleştirilerinize gelince:
Kitaplardan uyarlanan her film de belli değişiklikler mutlaka olur. Roman ve hikaye ile senaryo birbirinden çok farklıdır. Zaman zaman döneme gönderme yapılır. Bazen ekleme bazen de kısaltma bazen de değiştirme ile hikaye/roman senaryo haline getirilir.
Milan Kundera'nın baş yapıtlarından olan 'Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği' kitabını okuduktan sonra muhteşem bir cast ile çekilen filmini izlemiştim. Filmden sonra şunu dediğimi hatırlıyorum. ''Okuduğum neydi, seyrettiğim ne''
Güzel bir gözlemcisiniz. Ayrıntılar gözünüzden kaçmamış. Kutlarım.
O kadar kusur kadı kızında da olsun diyelim. Türk sinemasının baş yapıtlarından biridir bu film.
Güne gelen sizi ve yazınızı içtenlikle kutluyorum.
Saygı selam ve mutluluk dileklerimle
'