2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
435
Okunma
Neymiş, otantik bir mekanda çöp şiş yemek istiyormuş. Otantik mekan dediği Ortaklar esnaf lokantası. Ben gidelim demiş olsam yüzünü çarpıtır, böyle bir öneriyle nasıl gelebildiğimi merak eder, hatta kötü günündeyse kendisinin benim gibi zevki olan biriyle ne yaptığını sorgulardı. Ama gel gör ki, kendisi şimdi Ortaklar Esnaf lokantasında yemek istiyormuş. Bir açıdan sorun değil: Hesap annemle büyük annemin nikahlarını talep edecek bir düzeyde olmayacak, bu belli. Diğer açıdan sorun olabilir: Dükkana tek kadın benim yanımda girecek. Hatta 97 baharında, lokantanın eski sahibi Eşref Beyin eşi Munise Hanım bir hışımla içeri girip, kocasından şehirdeki kapatmasının hesabını sorduğundan beri dükkana ilk giren kadın Fulya olacak.
Oldu da. Herkes dönüp öküz gibi bize baktı. Bakmaya da devam ettiler, özellikle Fulya vücuduna oturan ve çok da uzun olmayan elbisesiyle iskemleye ilişince. Masaya ekmek sepetini getiren garson bana hiç baktı mı bilemiyorum. Siparişler için tekrar geldiğinde:
‘Ablam ne ister?’ diye lafa girdi. Sonra yediği haltı anlayıp kıvırtmaya çalıştı:
‘Belli ki uzun yoldan gelmişsiniz; ablam da alışık değil. Hemen istediğini getireyim diye önce ona sordum’
Çöp şişleri söyledik, garson üçüncü defa bizim masada porsiyonlarımızla bitiverdi. Ciğeri beş para etmez bu adamın elinden hayatımdaki en iyi çöp şişi yedim; itiraf etmeliyim. Belli ki mutfak ekibi Fulya’ya ilanı aşk ediyordu; ben de sebepleniyordum. Umrumda değil.
‘Koçum, sen bize bundan birer porsiyon daha getir’
‘Kubi, benim daha yiyecek halim kalmadı’
‘Senin yiyeceğini söyleyen kim!’
Fulya’nın bozuk atan bakışları arasında iki porsiyon çöp şişi daha gömdüm.
Sonra garson hesabı getirdi:
‘Aslanım, neydi senin adın?’
‘Faruk, abi.’
‘Peki Faruk Abi, sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Bu nasıl hesap böyle?’
‘Nesi var abi?’
‘Ne demek nesi var? Masadaki ekmeğin fiyatı mı bu, yediğimiz dört porsiyonun mu? Siz Kızılay mısınız? Bedava mı dağıtıyorsunuz yemeği? Git bu hesaba en az bir elli daha ekle, öyle getir’
‘Abi, kızmazsan bir şey soracağım’
‘Sor koçum’
‘Abi, asıl siz bizimle mi dalga geçiyorsunuz?’
‘Ne dalga geçeceğim? Sen bana fahiş hesap getirsen itiraz etmeyecek miydim?_ Şimdi de az getirmişsin hesabı, ona itiraz ediyorum. Getirdiğin rakamı ödeyip kalksam, kul hakkı yemiş olurum’
Faruk Abi getirdiği hesap tabağını geri götürürken, şöyle bir lokantadakilere baktım. Hepsi irileşmiş gözlerle artık Fulya’ya değil, bana bakıyordu.
İçimden ‘Ee, öküz gibi seyreder misiniz karıyı? Görün şimdi, artık lokantacının gözünü açtım. Bir daha ucuz yemek size haram!’ diye geçirdim.
Faruk Abi yeni hesapla beraber birer kahve de getirdi.
‘Abi size sormadım ama şekerli yaptım’
‘Sağol Faruk Abi, kırk yıllık vaadeli hesabını ben de açmış bulunuyorum’
Anlamadı, yüzüme baktı. Sonra ‘Afiyet ziyade olsun’ dedi ve çekilip gitti.
Kahve de çöp şişlere yaraşır güzellikteydi. Faruk Abi son kez geldiğini ona normalden biraz yüksek sesle:
‘Bak, dedim, bahşiş de üç beş lira bırakılmaz, yüzde on bırakılır. Bir dahaki sefere daha azını kabul etme’
Lokantadakilerin gözler artık küçülmüş, hatta kısılmıştı.
‘Girsin götünüze!’ diye finali yaptım, tabi içimden.
Dışarıda parlak bir güneş bulutsuz bir öğleden sonra vaat ediyordu. Arabaya yürüdük. Öndeki iki lastik de kesilmişti.