- 242 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Aspirinle Kurtuluş!
ASPİRİNLİ KURTULUŞ
Kahve her zamanki gibi yükünü almıştı. Yaşamak gemisi vakit öldürme ülkesine doğru yola çıkmış, ipini koparan içeri dalmıştı. Sigara dumanından göz gözü görmüyor ama kimse içerdeki dumanlı havaya aldırmıyordu. Damlaya damlaya oluşan göl gözleri, ciğerleri boğuyor, sağlık sporun kalecisi durmadan gol yiyordu. Çoğu kişi oyuna dalmış; dikkatini iskambil kâğıtlarına, okey taşlarına vermişti. Birkaç çenebaz ise köşeye çekilmişler, kendilerini bile kurtaramadıkları halde, vatan kurtarmaya soyunmuşlardı. Devleti yönetenlere, politikacılara yol gösteriyor, akıl veriyorlardı...
Karı dırdırından kaçarak erkenden kahveye sığınan ve akşama dek orada pinekleyen Veli Ayaz, derin bir of çekip masayı yumrukladı:
“Nereye gittiğimiz, ne yaptığımız belli değil. Olmaz böyle şey!” diye bağırdı.
Boş gezenin boş kalfası, vakit öldürme ustası Behçet Acar duruma el koydu:
“Bir yere gittiğimiz yok, yerimizde sayıyoruz” dedi.
Sinek avcısı Sami göz kırptı:
“Ne yerimizde sayması? Uçuruma gidiyoruz uçuruma” diye konuştu.
Kaldırım mühendisi Kadir dudak büktü:
“O kadar kötü durumda değiliz. Abartıyorsunuz.”
“Az bile söylüyoruz. Geleceğimiz karanlık” diye itiraz ettiler.
Dükkânını çırağına bırakıp hemen her gün, abone olduğu kahveye koşan, ne zaman oyun oynasa yenilen Uğur Usta içini çekti:
“Ölmüşüz de ağlayanımız yok. Politik hacı ile bacı, halimize acı. Yok mu bu pahalılığın bir ilacı?” diye uyaklı bir laf etti.
Veli Ayaz öfkeyle konuştu:
“Bu memleketi batıran onlar değil mi?” diye sordu.
Behçet Acar açtı ağzını yumdu gözünü:
“Bu iş Özal’a kadar uzar arkadaşlar!” diye bağırarak masaya vurdu. “Memleketi borca boğdu, paramızın değerini düşürdü. Yatırım yapıyorum diye bizi elâleme muhtaç etti. İş sarpa sarınca da cumhurbaşkanı oldu, kendini kurtardı...”
“Demirel hırlı mı sanki?” diye söze karıştı Veli Ayaz. “Kurtar bizi baba, diyenleri elleri böğründe bırakıp Çankaya’ya kapağı attı. Kurtarılmayı bekleyenlere hava aldı...”
Sami, sinek avlıyormuş gibi ellerini birbirine vurdu:
“Nitekim paşayla yere bakan hocayı unutuyorsunuz” diye homurdandı.
“Adını dağlara taşlara yazdığımız, umut bağladığımız ama umduğumuz dağlara kar yağdıran Ecevit’i unutmayalım” dedi öteden biri. “Kendi yemedi ama yedirdi.”
“Ampulcüleri unutmayalım. Işık yerine karanlık saçıyorlar millete. Yandaş ve yağdaş olmazsan halin harap. Dindar görünerek aldatıyorlar safları, kindarlık aşılıyorlar gençlere...”
Bu da Veli Ayaz’ın görüşüydü. “Ak dediler kara çıktı/Sırtımızda yara çıktı/Yoksuldan yana göründüler/Ceplerinde para çıktı” diye bir de mani patlattı.
****
Baktılar ki bu çekişme uzayacak, olanı olmuşu bırakıp memleketin nasıl kurtulacağını, kurtulması için neler yapılması gerektiğini tartışmaya karar verdiler.
Sami, bilgiç bir tavırla dümeni eline aldı:
“Devletçiliğin, sosyalizmin modası geçti arkadaşlar” diye parmağını salladı. “Devlet tüccar değildir. Devletçiliği küçülteceksin, hatta yok edeceksin. Her şeyi özelleştireceksin. Yenidünya düzenine uymalıyız. Komünizmin kökünü kazımalıyız.”
Behçet kafasını iki yana salladı, hıh diye lafa girdi:
“Özel teşebbüs kâr amacı güder, halkı sömürür. Altta kalanın canı çıksın, der.
Yoksul vatandaşa acımaz. Orta direğin beli bükülür.”
“Devlet, vatandaşa acıyor mu sanki? Rüşvet, yolsuzluk aldı yürüdü. Şu dağları kara duman bürüdü. Petrole, elektriğe, doğal gaza zam üstüne zam yapıyor...”
“Devletin başında özel teşebbüs kafalı adamlar var da ondan oluyor bunlar. Devletin elinde olan fabrikalar, kitler iyi işletilse, yeni fabrikalar açılsa kötü mü olur?”
“Kitler zarar ediyor, sırtımızda kambur oluyorlar.”
“Sat da kurtul, öyle mi? Arpalık olmaktan kurtulsa ne güzel hizmet eder millete ama partizanlık aldı yürüdü, bir kişinin yapacağı işe beş kişi yerleştiriyorlar. Özelleştirme değil, güzelleştirme yapılmalı. Çirkin politikacıların eline bırakılmamalı milletin malı.”
***
Bu tartışma da böyle sürüp gitti. Yanlarına uzun saçlı, sakallı, filozof bakışlı bir adam oturdu, tartışanları süzerek, “Aspirin olacak, aspirin!” diye mırıldandı.
Adam, tartışanların ilgisini çekti, susup ona baktılar. Bu büyük adam kimdi acaba, aspirin demekle ne anlatmak istiyordu?
Sami saygılı bir tavırla:
“Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz bey amca?” diye sordu.
Adam daldığı derin düşüncelerden sıyrılamamışa benziyordu. Bilgelik kokan bir sesle:
“Aspirin, aspirin alınacak, aspirin lazım. Aspirin bayer, her ağrıyı keser” dedi.
“Aspirin mi? Başınızı ağrıttık galiba kısır çekişmelerimizle. Aspirin mi istiyorsunuz, yoksa bizim aspirin yutmamız gerektiğini mi söylüyorsunuz?” diye sordular.
Adam onları duymamış gibi kendi kendine mırıldandı:
“ Aptallığın ası, salaklığın sesi, perişanlığın pesi, ihmalim isi, rezilliğin resi, iltimasın isi, nemelazımcılığın nesi... aspirindir hastalığın çaresi.”
Adam böyle mırıldandıktan sona çekip gitti.
Sami hayranlıkla bir “vay be” çekti:
“Ne derin bir laf etti yahu! Laf değil vecize söyledi. Az konuştu, öz konuştu. Bizim gibi bin lafın belini bükmedi. Yani demek istiyor ki; Millet hapı yuttu, aspirin falan kâr etmez artık. Sorunlar diz boyu, iş ameliyatlık ama yöneticiler hastalığı küçümsüyorlar, bizlere aspirin yutturmaya çalışıyorlar.”
Behçet itiraz etti:
“Aptallık, salaklık aldı yürüdü. Çok ihmalciyiz, adam sendeciyiz. Rezillik, perişanlık var her yerde. İşi ehline vermek yerine, iltimasla yürütmeye çalışıyoruz.”
Veli Ayaz yeni bir yorumda bulundu:
“Adam bizi eleştirdi, önerdiğimiz kurtuluş çarelerini acemi doktorların her hastalığı aspirinle iyileştireceğini sanmasına benzetti.” Diye dudak büktü.
Aralarında bir türlü anlaşamayınca adamın arkasından koşup yetiştiler:
“Ne demek istediğinizi bir türlü anlayamadık üstat” diye özür dilediler. “Hadi ne olur söyleyiverin aspirin demekle neyi kastettiniz, hangi kurtuluş çaresini gerekli gördünüz?”
Adam şaşkın şaşkın yüzlerine baktı:
“Ne kurtuluşuymuş bu yahu?” diye başını salladı. “Benim o taraklarda bezim yok, kendi halinde bir emekliyim. Böyle şeylere aklım ermez. Sizin gibi tuzum kuru değil. Parasızlıktan saçımı sakalımı bile kestiremiyorum. Hanım, kaç gündür aspirin adliye başımın etini yiyordu da hep unutuyordum. Bu sefer de unutmayayım diye tekrarladım ve kotladım. Hepsi bu işte!”