- 341 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Meğer Keloğlan Çankırılıymış
Bu makalemde, bugüne kadar sahiplenilmemiş, Türk edebiyatının masal kahramanlarından biri, en tanınmışı olan Keloğlan’ın kimlerden ve hangi yöreden olduğunu kanıtlar eşliğinde açıklamaya çalışacağım. Eminim ki masal kültürümüzle Anadolu insanının sevimli, zeki, mert, yiğit ve bir o kadar da afacan kişiliğini temsil eden ve yansıtan yönleriyle Keloğlan, edebiyatımızda bundan sonra “Çankırılı” diye anılacaktır.
Her ne kadar nereli olduğu önemli olmasa da bir şehrin ona sahip çıkması, ona gerektiğince değer vermesi, benimsemesi ve tanıtımında gayret göstermesi hem kültür değerlerimiz açısından hem de yörenin tanıtımı, turizmi açısından anlam kazanacaktır kanısındayım.
…
Türk edebiyatının gerek masallarında gerekse destanlarında pek çok kahraman vardır. Bunlar genelde kahramanlık, başarı, sevgi, dostluk ve komik oluşları ile iz bırakmışlardır. Adı üstünde masal ve destandır. Anlatılanların ne derece doğru, ne derece efsane, ne derece de masal, yani hayali olduğu az çok tahmin edilebilir. Dolayısıyla bu masal ve destan kahramanları, varlığı yokluğu, yaşayıp yaşamadıkları kesinlikle belgelenememiş olmasına karşın halkın sevgisine nail olmaları nedeniyle kendilerinden biri olarak yaşadıkları kabul edilip benimsenmiştir. Bunların yanı sıra gerçekten hayatın bir döneminde var olan, tarihî belgelerle yaşadıkları bilinenler de vardır. İster gerçekten yaşamış, isterse hayalî bir kahraman olsun onların varlığı hem edebiyatımıza hem kültürümüze dolayısıyla toplumumuza çok anlamlı değerler katmıştır. Bunlardan bazılarını saymak gerekirse ilk aklımıza gelenleri şöyle sıralayabiliriz: Nasreddin Hoca, Karagöz-Hacivat, Köroğlu, Keloğlan, Oğuz Han, Deli Dumrul, Tepegöz vb.
Bu kahramanların hayatı, yaşadıkları dönem, doğum ve ölüm tarihleri ya tartışmalı ya da bilinmemektedir. Buna karşın onları kendilerine yakın bulan her yöre kendince sahiplenmiştir. Bir bakmışsınız aynı kişiden söz edilirken pek çok köy, kasaba ve şehir adı geçen kişinin kendi topraklarında yaşadığını, hatta makamını n (mezarının) ya da türbesinin orda olduğunu değişik rivayetlere dayandırarak söylemekte, kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu tutumun sakıncalı hiçbir tarafı olmadığı herkesçe malumdur. Gönül sevdiğini sahiplenirmiş. Bırakalım herkes o sevgiyi kendi bölgelerinde barındırsın, sahiplensin, unutturmasın ve geleceklere aktarmada gereğini yapsın. Bunun kime ne zararı olabilir ki? Şiirleriyle gönülleri fetheden Yunus Emre’nin yurt içi ve yurt dışında olmak üzere yaklaşık 18 türbe veya makam sahibi olarak benimsendiğini sanırım bilirsiniz. Keza Nasreddin Hoca için de aynı durum geçerlidir. Akşehir’de yaşamış görüşü ağır basmakla birlikte başka illerden de sahiplenmeler olmuştur. Kısacası halkın özünü yansıtan bu kahramanların hemen hemen hepsi, bir anlamda belirli yörelerce sahiplenilmiştir. Oysa halk edebiyatımızda masalların en vazgeçilmezi olan Keloğlan öksüz bırakılmış, hiçbir kaynak gösterilememiş, dolayısıyla hiçbir yörece sahiplenilmemiştir. İşte bu noktadan hareketle bu yazımda belgeleriyle Keloğlan’ın Çankırılı olduğunu kanıtlamaya çalışacağım. Belki de Nasreddin Hoca misali göle maya çalacağım. Ya tutarsa! Ki bundan eminim. Madem ki Keloğlan bir masal kahramanı, biz de onu masalsı bir yaklaşımla sahiplenmeye çalışırız.
Öncelikle bu konuyla böylesine içli dışlı olmamın nedenini, Keloğlan’la aramdaki bağı açıklığa kavuşturmak isterim. Çocukluğumda babam sık sık Keloğlan masalları anlatırdı. Bu masallarla büyüdüm. Belirli bir yaşa ve eğitim düzeyine geldiğimde içimde debreşen Keloğlan tutkusuyla bir tiyatro eseri kaleme aldım. “Keloğlan’ın Becerikli Eşeği” adlı bu oyun çocuklara yönelik olmasına karşın yediden yetmişe tüm izleyicilerin beğenisini kazandı. Haliyle Keloğlan’ı ben oynuyordum. Bizim gurubumuzdan sonra da defalarca farklı tiyatro gruplarınca sahnelendi. Yüzlerce defa seyirciyle buluştu ve pek çok ödül kazandı. Yıllar sonra “Şıngır Mıngır Keloğlan” adlı yeni bir oyun yazdım. Ardından “Keloğlan ve Sığırcık Kuşları” adlı bir masalım çocuklarla buluştu. Kısacası Keloğlan ruhu benim benliğime ve kalemimin ucuna tam anlamıyla yerleşmişti. Onu düşünmek, onu yaşamak büyük zevkti. Fakat beni huzursuz eden ama adını koyamadığım bir şeyin varlığını hissediyordum. Yıllar sonra bu huzursuzluğumun nedenini bir tesadüf eseri aydınlığa kavuşturmuş oldum. Beni rahatlatan bir fotoğraftı. Bu fotoğraf Çankırı Tuz Mağarası’nda çekilmişti. Fotoğrafta ne zaman öldüğü bilinmeyen bir eşeğin kalıntısı vardı. Mağaradaki tuzun havası onun yıllarca bozulmadan âdeta mumyalanmış bir vaziyette günümüze gelmesini sağlamıştı. Mucize gibi bir şeydi. Bu fotoğrafı görünce kafamdaki açmazlar sanki şimşek çakmış gibi aydınlanmaya başladı. En kısa sürede gidip görmem gerekir diye düşündüm. Ve dahi gidip gördüm. Artık beynimde şimşekler çaktıran fikirlerle yüzleşiyordum. Bu arada Çankırı’dan bazı dostlarla görüşüp aklımdan geçenleri anlatıp onların da görüşünü aldım. İnternet ortamından da yararlanmak istedim. Yaptığım araştırmalarda önemli çalışmalar ve değerlendirmelere rastlamasam da aklımdan geçenlerin paralelinde görüşler olduğunu gördüm. Her ne kadar farklı yörelerden söz ediliyor olsa da varılan ortak nokta bana ziyadesiyle cesaret ve azim verdi. Bunun peşine düşüp araştırma yapmalıydım. Gördüklerim, duyduklarım çok net bir şekilde fikirlerimle örtüşüyordu. Bu fotoğraftaki eşek bizim Keloğlan’ın eşeğiydi. Fakat sorun neden ölmüştü ve neden buradaydı? Bunu çözmek pek kolay olmadı ama sonuçta iki varsayımla olayı çözmüştüm.
Birinci varsayımımda beni yönlendiren yine mağaradaki bir kalıntı oldu. Eşeğin hemen yanındaki camekânda bir tavşan kalıntısı vardı. O da eşekle aynı sonu ve geleceği paylaşmış, mağaranın ücra bir köşesinde bulunmuştu. Kafamda olayı kurgulamak o kadar zor olmadı. Keloğlan ticarî nedenlerle ve dahi ailesinin gereksinimleri doğrultusunda mağaraya eşeğiyle gelmişti. Fakat tam heybelere tuz dolduracakken mağaranın içinde yanından hızla bir tavşan geçmişti. Bunun cazibesine kapılan Keloğlan tavşanın peşine düşmüş, labirent gibi girişi çıkışı karma karışık olan mağarada epeyce onu kovalamıştı. Fakat maalesef yakalayamamıştı. Kan ter içerisinde geri dönmek ister ama bir türlü mağaranın içindeki karışık dehlizlerde eşeğini bulamaz. En sonunda pes edip köyüne dönmüş. Sonuç olarak eşek ve tavşan mağarada çaresiz kalmış ve bilinen sonu yaşamışlar, günümüze kadar gelmişlerdir.
İkinci varsayımım ise şuydu: O dönemler mağaradan tuz almak çok zordu. Dönemin kolcuları (Bekçiler) mağarayı ve tuz cevherini korumakla görevliydi. İzinsiz, ruhsatsız kimseler tuz alamazdı. Hırsızlar büyük cezalara çarptırılırdı. Bütün bunlara karşın bizim Keloğlan çaresizlik ve yokluk nedeniyle bu kurallara aldırış etmeden mağaraya gizlice girmiş olmalıydı. Yakalanmadan eşeğinin heybesini doldurup Çankırı pazarında satacak, anası için alış-veriş yapıp köyüne dönecekti, mecburdu. Cehaletin cesareti ile mağaraya girmiş ama ne olduysa o anda olmuştu. Kolcular mağara içine teftişe gelirler. Onların geldiğini duyan Keloğlan eşeğiyle mağaranın en ücra köşesine kaçmaya çalışır. Ne kadar zorlasa da eşeğinin inadı tutar ve ona ayak uyduramaz. Yakalanacağını anlayan Keloğlan “Can maldan tatlıdır.” diyerek eşeğini bırakıp kaçar. Başı boş eşek mağaranın içinde ordan oraya dolaşsa da çıkış yolunu bulamaz ve bilinen son ile günümüze kadar gelir.
İşte bu kadar basit ve mantıklı varsayımlarla sonuca varılmış, Keloğlan’ın Çankırı dolaylarında bir yerde yaşadığı kesinlik kazanmıştı. Şimdiki soru “Nereli?” olduğuydu. Buna cevap aranması gerekiyordu.
Keloğlan’ın yaşadığı bölgelerin Ilgaz ve Kastamonu olduğunu söyleniyor olsa da bu konudaki veriler Çankırı ağırlıklı olduğunu gösteriyordu. Bu doğrultuda Çankırı’da pek çok kişiyle görüştüm. Kiminin babasından, kiminin dedesinden aldığım veriler beni zorluyor bir türlü sonuca varamıyordum. Tâ ki Ünür köyünden “Keloğlan’ın Paşa” lâkabındaki Salim Dede’ye ulaşana kadar. Fakat maalesef Keloğlan’ın Paşa Allah’ın rahmetine kavuşmuş, dünyasını değiştirmişti. Oğlu ile iletişime geçtim. Kendisine babası, dedesi ve daha ileriki ataları hakkında neler bildiğini sordum. Sözün bir yerinde dedelerinin zamanında tuz mağaralarına gidip geldiğinden söz etti. İşte bu söz benim için yeterli olmuş, ipin ucunu yakalamıştım. Babasına neden “Keloğlan’ın Paşa” dediklerini, bu “Keloğlan” isminin nerden çıkmış olabileceğini sordum. Kaynağının çok eskilere dayandığını ama bir fikrinin olmadığını söyledi. Buraya kadar yaptığım araştırmalarda Keloğlan’ın kesinlikle Çankırılı, büyük ihtimalle de Ünür köyünden olduğu kanısına varmıştım. Şimdi bu verileri daha da güçlendirmek için Ünür köyünün tarihçesini araştırmak, masallar gereğince tarihinin eskilere dayandığını kanıtlamak gerekiyordu.
Ünür köyü hakkında biraz araştırma yapınca tarihinin tam olarak belli olmamasına karşın çok eskilere dayandığını görmüştüm. Bunun kanıtı olarak da bazı yerler, kalıntılar vardı ki isimleri bizi tâ Orta Asya’ya, Oğuzlara kadar götürüyordu. Örneğin Ünür’de “Çapar” denen bir yer vardı. Bir de “Tanışman (Danişment)” vardı. Danişment Beyliği Anadolu Selçuklu Devleti içinde bir beylik olarak 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında Anadolu’da bazı bölgelerde yurt tutmuştu. Çorum da bu bölgeler arasındaydı. Çankırı’nın komşusu olması özelliğiyle o beylikten bazıları Ünür köyüne gelip yerleşmiş olmalıydı. Keza “Çapar Boyu”ndan da kimileri benzer varsayımla yöreye gelmiş iz bırakmış olmalıydı. Bunların yanı sıra Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Kâşgarlı Mahmud’un “Dîvânu Lugâti’t-Türk” adlı eserinde de Ünür (üñür) adının yer aldığını görüyoruz. Parantez içinde verdiğim yazımdan da anlaşıldığı gibi “ñ” harfi bildiğimiz normal “n” olmayıp genizden (nazal) seslendirilen bir harftir. Aslında günümüzde köy halkının söylemi de aynen bu şekildedir. Köyün adını genizden çıkan bir tınıyla seslendirmektedirler. Böylece yeterince bölgenin az çok tarihi hakkında bilgi edinmiştim. Benim tezim için bu veriler ziyadesiyle yeterliydi.
Bu araştırmalarım neticesinde elde ettiğim veriler doğrultusunda sonuç olarak gönül rahatlığıyla söylemek gerekir ki Keloğlan Çankırılıdır ve Çankırı’nın Ünür köyünde yaşamış bir masal ve halk kahramanıdır. Elbette bunu kabullenemeyenler, daha doğrusu Çankırı’yı kıskananlar çıkacak ve aksini iddia edeceklerdir. Bunu doğal karşılamak gerekir. Keloğlan gibi bir kahramana sahip olmak bir şehir için, bir bölge için gerçekten büyük bir onurdur. Bu anlamda Çankırı’nın şansı çok yüksek ve aksi savunulamaz, kanıtlanamaz bir teze dayanmaktadır. Keloğlan gibi bir masal kahramanı sanırım ancak bu kadar masalsı bir tezle sahiplenilebilirdi. İtirazı olanlar varsa buyursun, tezlerini ortaya sersin, görelim.
Tahsin MELAN
Türkolog, Araştırmacı Yazar
YORUMLAR
Keloğlan'ın kendisi gibi sevimli bir yazı olmuş.
Araştırmaya gelince kurulan bağlantılar biraz tek nal bulup ona üç tane daha nalı ve bir atı eklemeye dönüşmüş. Mağarada eşek yerine kurt bulunsa bunun Asena olduğuna hükmedecek miyiz? Hani masallarda şöyle bir yemekten bahsedilir ve o yemek sadece bu yöreye özgüdür ve/veya masalların en eski versiyonlarında kullanılan sözcükler yine yereldir; o zaman 'Acaba bu bölgeden mi çıkmıştır?' denebilir (ÇOk da iddialı konuşmayayım. Sözlü edebiyatın tarihi pek de bildiğim bir alan değil). Keloğlan'ın değişik versiyonları Azerbeycan, Kazakistan, Gürcistan, ve İran'da varken bu kadar nokta bir hedef (Çankırı) göstermek güçmüş gibi geliyor. Saygilarimla.