- 255 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DİLDE BİRSEK, CUMHURİYETTE DE DİRİYİZ
“Bir toz ve dumandı ki bu kalktı üzerimizden
Yeşerdi cumhuriyetle, gün yüzüne çıktı yeniden.”
Büyük düşünür Konfüçyüs, devletteki işlerin daha güzel yürümesi ve ortadaki kargaşanın kalkması için yetki verselerdi, işe nereden başlardınız? sorusuna, manidar bir cevapla “Dilden başlardım.” der. Dilin önemini ve değerini vurgulaması bakımından ne de anlamlıdır bu söz.
Başka hiçbir millet için bir rejim bu denli önemli olmamıştır. Medeniyetimizin gizli hazinelerinin yeniden can bulmasında bir lokomotif işlevi gören cumhuriyet, yine ondan beslenerek daha bir kök salmıştır.
Varlığın fiziki sınırları ne ise, gölgesi de buna göre şekil alır. Tıpkı gece ve gündüz gibi ayrılmaz bu duruş, sosyal hayatımızda benzersiz örnekleri çağrıştırır. Bir nimet olduğu ve sunduğu olanaklarla bizleri çok daha müreffeh bir yaşamın içine alıveren cumhuriyet rejimi de onun beslemekte olduğu, ondan dayanak aldığı dil ile böylesi bir ilişki içindedir.
Toplumsal bir anlaşma, uzlaşma, kültürlenme, sosyalleşme ve geçmiş ile günü köprü gibi bir arada tutabilme işlevlerini yüklenen dilimizin, cumhuriyet yönetiminin de vazgeçilmezi oluşu gayet doğaldır. Birinin zafiyeti, diğerinde de kısa sürede bazı kargaşaların yaşanmasına neden olur. Benzer şekilde, dildeki gürbüzlük ve onun sahiplenilmesi, cumhuriyet rejiminin ortaya çıkış nedenlerini daha bir güçlendirir ve Fârâbî`nin de kaleme aldığı bir kitabında değindiği gibi, “Erdemliler Kenti” denen bir sosyal gerçeklik ortaya çıkar. Bu ideal kentte sözcüklerin çağrıştırdığı anlamda ortaklık bulunduğundan, bu sözlerin yankılanımındaki eşgüdüm bütün toplumsal hayata doğrudan olmasa da dolaylı bir ortaklık ruhu katabilmektedir. Her ne kadar günümüzde böylesi bir kenti bulmak mümkün değilse de Farabi idealinde her bireyin kendini daha mutlu, güvenli, esen hissedebileceği kenti neşretmesi, dilin tolumsal yapı ve onun dinamikleri ile geleceğe yönelik hedeflerine ulaşabilmesinde ve dahası, varlığını sürdürebilmesi bakımından kuşkusuz pahasız bir güce sahiptir.
Günümüz aydınlarının bir kısmının cumhuriyetle birlikte gelen harf devrimini sağlıklı okuyamamalarının altında, dil ile alfabe arasındaki fark yatmaktadır kuşkusuz. Oysa milletimizin ta Orta Asya steplerinden bu yana kullana geldiği dil, aynı dildir ve Türkçedir. Alfabeyi değiştirmeniz, dili ve onun inceliklerini, dilin iletişim fonksiyonunu ortadan kaldırmadığı gibi, onu daha kısa sürede öğrenilebilir, daha kolay yazılabilir hale de getirmiştir. Okuryazarlık oranlarına bakıldığında öne gelen bu hakikat, alfabe devrimi ile dil devriminin farklı farklı şeyler olduğunu anlamamız için yeterlidir. Cumhuriyetle birlikte büyük bir modernleşmeye gidilen yıllarda, Mustafa Kemal`in ortaya koyduğu bu devrim, dil değil alfabe devrimidir. Bunu doğru anlamamak, binlerce yıllık kadim kültürün kesintiye uğradığı gibi söylemlerde bulunmak, olsa olsa konuyu kavrayamamaktır. Yüzde onları geçmeyen Osmanlı döneminin okur-yazarlık oranının “Millet Mektepleri” hamlesiyle birden bire altı kattan fazla bir orana ulaşması, seçilen alfabenin doğruluğunu da gösterir üstelik. Önemli bir kritik yapmak gerekirse, Latin Alfabesini olduğu gibi almadığımız ve onların dilinde karşılığı da bulunmayan, sadece bizim dilimize özgü seslerin alfabemizde yer alması hususu da dikkate alınmalıdır. Buna en güzel örnek “ğ ve ü” sesleridir. Bu sesler, bizim yazma ve konuşma dilimizin vazgeçilmez bir unsuru iken, Batı dillerinde yer almamaktadır. Harf devrimi yapılırken, geleneksel dil ve söyleyişimizin hassasiyetle ele alındığı da ortaya çıkmaktadır.
Üzerindeki farklı kalınlıklardaki telleri ile bir enstürmanı topluma benzetir isek, kalınlıkları nisbetinde farklı oktav sesleri üretme kabiliyetindeki bu farklılığı bir düzen ve uyumlu sesler zincirine yani müziğe eviren şeylerden en önemlisi, tellerin gerginliğini ayarlayan burgaçlarıdır. Burgaçlar doğru gergünlikte her farklı tel grubunu öyle bir ayarlamalıdır ki, tümüne tezene ile dokununca tek ses kadar mükemmel bir frekans üretebilsinler. Dilin işlevi de esasında tam da böyle bir şeydir toplum öznesinde. Onda ahenk var ise, toplumsal ilişkilerde de gerginlik yerine sükunet, işbirliği ve uyum da var demektir.
Binlerce yıldır yankılanan yegâne dillerden biri olarak Türkçemiz, medeniyetimizin oldukça köklü olduğunu gösterebilmesi bakımından çok önemlidir. Çin`in Uygur Özerk Bölgesi`nde bu günün Türkçesiyle bile bir şekilde anlaşabilmenizin mümkün oluşu, benzer şekilde de lehçe, ağız farklılıklarına rağmen bir Kafkaslı ile halen iletişim kurabilmemiz de dilimizin temel esaslarının değişmediğini göstermektedir. Kaldı ki, birbirine yakın coğrafyalarda aynı dili kullanan milletlerin bölgeden bölgeye değişiklik gösteren lehçeleriyle kısmi sorunlar yaşamalarına karşın, iletişimi başardıklarını görüyoruz. Bu durum, bütün diller için geçerlidir.
Dil yaşayandır, güncellenendir, kullanılmayan unsurları geri plana alırken, halkın benimsediklerini öne çıkarandır. Lügâtımıza bakıldığında aynı nesneye, duruma veya eyleme karşılık gelen çok sayıda sözcüğün olduğunu görmemiz, dildeki zenginliği ifade eder. Yaşanmışlıklardaki karşılıkla dile giren kelimelerdeki bu çokluk, kültürel deneyimlerin zenginliğindendir elbette. Günümüze gelirken daha az tercih edilen, nadiren kulllanılan sözcükler her dilde mevcuttur. Cumhuriyet rejimi, bu anlamda ortaklaşa kullanıla gelen kelimeleri dilin kurallarını ve doğasını zedelemeden güncellemiş, herkesin anlayabileceği hale getirmeye çalışmıştır. Harf devrimi sonrasındaki dil kurultayları bu anlamda oldukça büyük işler başarmıştır dersek abartı olmaz. Cumhuriyet öncesi dönemlerde, Osmanlı`da ve onun öncesinde de Selçuklu`da gerçek anlamda bir dil politikası olmamıştır. Her ne kadar Karamanoğlu Mehmet Bey`in 1277`de kültürümüzü korumak ve ona ivme katmak, dildeki savruluşuna son vermek gayesiyle Türkçeyi resmi dil olarak ilanı, o yüzyıllarda çok mühim bir atılım ise de, sonraki süreçte Arap ve Fars kültüründen kelimelerle ana dilimiz bir karmaşanın içine girmekten kendini kurtaramamıştır.
Devletlerimizin yüzyıllardır süre gelen varoluşumuzda adları değişmiş olsa da halkın dili aynı kalmış ve bu motivasyonla da tasavvufta ve halk edebiyatında daha anlaşılır olmayı başarmışızdır. Bu noktada halen kullanmakta olduğumuz dilimizde ve onun arkasında büyük emekleri bulunan Yunus Emre`yi de anmadan geçmemek gerekir. Yaptığı çalışmalar ile dilimize büyük kazanımlar edindirmiş ve oğuz lehçesinin daha bir kök salmasını, halk içinde itibar bulmasını, dilimizin büyük bir medeniyetin dili olduğu hakikatını gözler önüne sermiştir. Dilimize dair XII ve XIII. Yüzyıllardaki bu farkındalık, Osmanlı`nın zaman içinde Arap ve Fars kültürünün tesirine girmesine, giderek ağdalı ve adeta esperanto bir dil olma yolunda savruluşuna uzun zaman sessiz kalınmış, dilde elde edilen kazanımlar da önemini yitirmiştir. Halk ile saray dili, bilim dili, edebiyat dili birbirinden habersiz, keşmekeşin içinde Tanzimattaki uyanışa değin büyük bir karmaşa yaşamıştır. Millet olma hedefi yeniden özne olmaya başladığında, dilimizle ilgili bu savruluş, aydınların da çalışma sahalarına ciddi biçimde girmiştir.
Şunu da söylemek gerekir ki, onca kargaşaya rağmen, halkın konuşma dili de sarayın resmî dili de yine Türkçe olarak korunmuştur. Dilimizdeki yozlaşma ve onun toplumsal, külltürel işlevlerini yerine getiremez hale gelişinin fark edilmesi uzun zaman almıştır. Burada, yönetim gücünün esaslı bir dil hedefi olmaması ve dışarıdan gelen tesirlerin de dilimizi iletişim unsuru olmaktan uzaklaştırdığını ifade getirmek gerekir. Dilde meydana gelen bu hasar, ne yazık ki cumhuriyetin ilanından sonraki köklü ve toplumumuzun tümünü kapsayıcı devrimlere değin süregelmiştir.
Cumhuriyetle birlikte yepyeni başlangıçlara imza atan ve bunları da toplumsal mutabakatla başaran milletimiz, Mustafa Kemal`in ileri görüşlülüğü ve bu görüşte de dilin önemini hakkıyla ele alması sayesinde, köklerimize doğru esaslı bir yolculuk da başlamıştır. Türk Dil Kurmu`nun kurulması ve akabinde Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi`nin açılışları hep aynı davaya hizmet için atılan adımlardır. Milleti anlayış, kavrayış, kültürlenme ve geçmişi ile barıştırma, geleceğe de en ileri hamlelerle yürüme yolunda, dile dair hamleler bizleri bu günlere taşımıştır. Yurdumuzun bütün bölgelerinde, kentlerinde, köylerinde kabul gören; anlaşılmasında, aktarılmasında sorunu olmayan dil olarak Türkçemiz, milletimizin en büyük hazinesidir. Dildeki bu birlik sayesinde uluslar arası her faaliyette kendine yer bulabilen milletimiz, binlerce yıla dayanan kültürünü tün dünyaya ilan etmiş, medeni devletler arasında yer alma noktasında büyük ivme kazanmıştır.
Dil; milletle doğan, gelişen, güçlenen ve aynı zamanda da milleti hayata dair her alanda besleyen, gözeten, bir arada tutandır. Millet ve dil birbirinden ayrılmaz, birbiriyle devinim içinde de yaşar. Cumhuriyetin en büyük kazanımı, geçmiş yüz yıllardaki miskinliğin ve dağınıklığın kalmasına vesile olan dil birliğini sağlamış olmasıdır. Bu tartışmasız gerçek, üzerinde yaşadığımız topraklarda her vatandaşımızın ; aynı ruhla, düşünüşle, ortak hedeflere uzanmasını yolunu açtığı gibi, zorluklarda da birbirine kenetlenmesinin, mücâdele gücünün, sabrının, sanattaki ve bilimdeki hünerlerinin de gün ışığına çıkmasında baş rolü oynamıştır şüphesiz. Dildeki bu büyük hamleler yapılmasaydı, cumhuriyetimizin de böyle güçlenmesi, demokratik yaşamın nimetlerinin her sahaya yansıması ve ekonomideki dev adımlar da hayata geçemezdi. Burada şunu demek gerekir ki, cumhuriyet milli kimliğin en has yolculuğunun başladığı ve her yönden de gelişimi ve güçlenmesi, maziden elde edilen kazanımların da sahiplenilmesi bakımından bir milâttır. Dili korumak, güçlendirmek, cumhuriyeti de korumak ve güçlendirmek demektir. Her ikisi milletimiz için gerçekten de apayrı bir öneme sahip, etle kemik gibi ayrılmaz değerlerdir.
Dilimizin bunca önemine karşın onu ne hacimde ve ne derinlikte gerçek doğasına uygun kullanıyoruz? Bu temel soru bizim için olduğu kadar diğer tüm milletler için de temel sorudur. Giderek artan internet kullanımı ve onun zemininden beslenirken dilimizi de istenmeyen şekilde erozyona uğratan sosyal medya, geleceğimiz adına ciddiye alınması gereken bir noktadadır. Bir virüs gibi koskoca medeniyeti söz, duruş, davranış, düşünüşler bakımından olduğu kadar, duygusuzluk rüzgârı ile de adeta bir argo mecrasına döndürmeye başlamıştır. Bu can sıkıcı tehdit, tedbir alınmaz ise kültürümüzün mayası ve vazgeçilmezi dilimize büyük zarar verebilecek potansiyeldedir maalesef. Kendi içinde bazı meslek erbabının ürettiği terimleri de buna dahil edersek, dilimizde gerçekten de bir tahribatın yaşandığını söylemeliyiz. Kestirmeden cevaplar, ilginç ve uydurma kısaltmalar, kökle ilgisi olmayan absürt takılarla ve keyfiyetle yapılan eklemelerle genelde yeterince kültürlenememişlerden etkilenen bu yönelişe bir dur demelidir. Tam da bu noktada iletişimde otorite bir değerin yorumuna kulak vermek gerekir. “Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Aydoğan Boschele, gençlerin sosyal medya mecralarında yazmak yerine fotoğraf koymasının, konuşma yerine emoji kullanmasının ve yazarken çeşitli kısaltmalar yapmasının Türkçenin yapısının bozulmasına neden olduğunu bildirdi.” Bu trajik ve tehlikeli duruma en uçuk örneklerden biri de yine sosyal medyada yazmadan tasarruf gayesiyle kullanılan selam yerine ’slm’, naber yerine ’nbr’, merhaba yerine ’mrb’, kendine iyi bak yerine ’kib’lerin kullanılmasını örnekleyebiliriz. Bu can sıkıcı ve giderek de artan yazılı anlatımdaki arızaların varacağı yeri sezmek ve konuya dair farkındalığı geliştirmek, hassasiyetleri vurgulamak gerekir sanırım. Bazı şeylere göz yummak, sonradan daha büyük faturalar ödemekten daha akıllıcadır. Güzel dilimiz evrensel mahiyette bir sevgi, saygı, bağlılık, paylaşım, hoşgörü, kardeşlik dilidir. İnsanlık âleminin büyük özlemlerle bekleye durdukları esenlik dolu bir yaşamın anahtarı her şekilde dil üzerinden şekillenecektir. Bu anlamda da Türkçemizin hazinelerini en dolucasına işleyerek bu yüksek ülkülerin hayata geçebilmesinde işe koşmak durumundayız elbette.
Bağımlılık noktasına gelmiş sosyal medyada dilin ve ondan beslenen kültürel mayanın korunmasıyla ilgili gerekirse bazı yaptırımların dahi uygulanması asla acımasızlık veya kendini ifadeye engel gibi görünmemelidir. Aksi halde bu erozyon, kendimizi ifade edebileceğimiz bir dil bırakmayabilir. Dilini kaybetmek; kimliğini kaybetmek, toplumsal bağların çözülmesiyle de tarihten silinmek demektir.
Türkçemiz öyle zengin ve köklü bir dildir ki, günümüzün hangi sahasından gelirse gelsin yeni bir buluşa, kavrama, teknik duruma karşılık bulabilmeniz zor değildir. Aynı şey, İngilizce için geçerli değildir. Beynelmilel bir dil bile olsa, İngilizce`nin bizdeki gibi köklü ve derin izler bırakmış bir kültürden gelmemesi, yeni terimlere, kavramlara isim verirken uyduruk karşılıklar vererek bu eksiği kapatmaya çalışmalarına şaşmamak gerek. Bu trajik durumu bizzat İngilizlerin itiraf etmeleri de ayrı bir gerçektir. Gençler olarak bizlerin de bu anlamda dili en güzel ve doğal haliyle kullanmaya özen göstermemiz keyfiyet ötesi bir durumdur. Bizi binlerce yıldır büyük bir medeniyet olarak bir arada tutan yegâne güç dilimizdi. Yarınlarımız olacaksa, bunu dile rağmen başarmamız mümkün değildir. Dil hazinesini yitirmiş hiçbir millet dünya sahnesinde uzun soluklu kalamamıştır. Her şeyini yitirmelerine, büyük darbeler görmelerine, ekonomik olarak çökmelerin rağmen, dillerindeki ilhamdan güç alarak yeniden dirilen milletler de vardır kuşkusuz. Bizim şanlı tarihimizde de bu duruma çok örnek yok mudur? Bir asır önce yurt toprağımızda kopan kıyamette en büyük ilhamı bulduğumuz güç yine dilimiz değil miydi? Merhum Âkif`in şiirlerini okuyup vatan aşkıyla dolmayanımız, o zorlu günlerin onlarca yıl sonrasında bile tesirinde kalarak duygulanmayanımız var mıdır? Kuva-i milliye ruhunun arkasındaki motor gücümüz de dilden başkası değildir. Mustafa Kemal`in yurdu yeniden inşa ederken bu adımların başına öncelikli olarak dili alması, bu konuya ne de hakim olduğunu gösterir. Bunu şu sözleriyle de adeta perçinlemiştir: Mili his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin! Duygulara, coşkulara, ülkülere, birliğe ve dirliğe ortak duruşun adı değil midir dil? Sadece dildeki büyük ivme ile büyük bir medeniyet kurabilmek mümkün iken, dilin içinde yer almadığı ve diğer her türlü maddiyatın bulunduğu zeminlerde ise asla bir medeniyet kurulamaz, millet kalınamaz demek, gerçeğin ta kendisidir. Bu anlamda, binlerce yıldır bizi sapasağlam medeniyetimizle bu güne taşıyan dilimizi daha akıcı, akılcı, hassasiyetleri gözeterek, kullanımını ve anlaşılmasını engelleyen her türlü istilacı kelimeden ve eklerden de arındırmak yine hayatî bir konudur. Bizim kültürümüzle ilgisi olmayan kelimelerin hayatımızda yankılanmalarını bekleyemeyiz değil mi? Bize dair olan sözcükler bulunup çıkarılmalı ve halk ile sanat dili, bilim dili, edebiyat dilleri arasındaki uçurum da ortadan kaldırılmalıdır.
Milletimizin gözdesi durumunda uğruna ölünesi iki başat bayrağı vardır. Birisi rengini şehitlerin kanından almış olan ve gönderde haklı gururla dalgalanmakta olan bayrağımız, diğeri de bize her zorda ilham veren, aynı duygu ve düşüncede bir arada tutan; birlikte güldüren, ağlatan, coşkulandıran, birbirimize saygı ve sevgimizi en güzide şekillerde iletebilmemizi sağlayan “ses bayrağımız”, Türkçemizdir. Gönderdeki bayrağın anlamını en kudretli şekilde dillendirerek, onu düştüğü zorluktan kurtarmamızda bizi bir araya getiren ses bayrağımız, milletimizin göz bebeğidir. Vatanın bir karış toprağının elden çıkarılmasına nasıl şiddetle karşı geliniyorsa, dilimize yönelik saldırıları da böyle anlamak ve gereken tedbiri almamız gerekir. Dile rağmen bir bayrak ölümsüz değildir. Dilde birliğimiz, cumhuriyette de dirliğimizdir.
Başkaca dillerin öğrenilmesi günümüzde de öncesinde de ve sonrası için de elbette büyük kazanımdır. Burada dikkat etmemiz gereken, bizi biz eden dilin ana dilimiz, Türkçemiz olduğudur. Çokça dil bilmek büyük değerler katıyor olsa da, ana dilimizin gözümüz gibi esirgenmemesi halinde ortaya çıkacak tablo her yönden bir yıkımdır. Cumhuriyetin fikri ve demokratik ve geleceğin büyük medeniyeti olabilme zemininde, binlerce yıldır bizi millet olma şuuruyla şereflendiren dilimiz, daha bir güçlenecek, dünyanın barışa her zamankinden çok ihtiyaç duyduğu günümüzde ; sevgi, huzur, bilim, sanat, edebiyat dili olarak hak ettiği yeri alacaktır. Dilin gücü; maneviyatın, bilimin, sanatın ve kısacası topyekün bir medeniyetin gücüdür. Bu güce katkı sağlamak üzere her ferdimizin gereken hassasiyeti göstermesi görev değil, vatanseverlik ruhunun doğrudan yüklediği bir misyondur da. Dilimiz varlığımızı nişânesi, gururu, estetiği ve kudretidir. Onu en ideal şekliyle kullanarak daha büyük ülkülere ulaşılabilmesi farkındalığını temenni ediyoruz.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.