- 206 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
MAKAMLARIN VEBALİ
MAKAMLARIN VEBALİ
Yüce Allah(cc) insanlara gerek bir ödül, gerekse bir imtihan olarak hayatın bir noktasında belli makamları nasip eder.
Lakin pek çoğu bu imtihanın hakkını veremez. Kimi zamansız ve hazırlıksız o makama eriştiği için, kimi egosuna yenildiği için, kimi nefsinin, şeytanın ve etrafının kışkırtmalarına mağlup olduğu için kimi de ne oldum delisi olduğu için o makamın imtihanına mağlup olur...
Oysa ki Allah o fırsatı kuluna kader yolunda belki bir kez vermiştir ve belki de kul orada yapılan hataları telafi imkanı dahi bulamayacaktır. O nedenle insan her zaman hayırlısını istemeli ve bir makamın peşinden ihtirasla koşmamalıdır.
Eskiler der ki göreve talip olunmaz görev verilirse de kaçılmaz. İslam alimleri tek bir durumda göreve talip olmamanın vebalinden bahseder o da kaht-ı rical durumudur. Yani bir göreve atanan veya atanması muhtemel kişilerin yetersiz ve liyakatsız olduğu aşikarsa ve o insan kendini tüm atanacaklar içinde daha ehil görüyorsa o makama talip olmaması vebaldir ve aksi halde Allah katında sorumluluğu doğar. Çünkü o kişi makama gelmediği takdirde mağdur olacak olan toplum ve zaafiyete uğrayacak olan devlettir. Devletin zaafa uğraması hiç kimsenin kabul edeceği bir durum değildir.
Devletin zaafa uğraması demek hürriyetin malın ve namus güvenliğinin zaafa uğraması demektir. Bu durumun dışında makama talip olmak pek tasvip edilmemiştir. Zaten bir insan oturduğu makamın manevi sorumluluğunu idrak etmiş olsa o makama talip olmaz.
Şimdi gelelim mevzumuza
Size anlatacağım konu belki de bu ülkenin en kronik rahatsızlıklarından ve belki de bu ülkenin kaderini kilitleyen ve mevzularından birisidir.
Adam diyor ki liseyi birincilikle bitirdim, sonra bu ülkenin % 1 lik dilimine gjren en iyi fakülterinin birinden mezun oldum. Başarılı bir üniversite hayatı geçirdim. Okulu 4 yılda bitirdim. Bir kurumda bürokrat oldum o vakte kadar hiçbir disiplin cezam olmadı. Kurul müfettişleri tarafından savunmam bile alınmadı. Ancak bu benim sürgünüme mani olmadı.
O gün. Anladim ki bu ülkede bilmediğim bir takım kara delikler ve dinamikler var.
Arkadaş diyor ki beni istek dışı atamaya tabi tuttular. Benim tüm motivasyonumu yerle bir etiler. Bütün performansım bitti ve psikolojik depresyona girerek çalışma verimim bozuldu kurula yazı yazdım benim burada verimim düştü devlet ve adalet kaybediyor ne olur beni buradan alın.
Almıyorlar. Benim iki yıl boyunca verimsiz bir süre geçirmemi sadece seyrettiler.
Bunun devlete mi millete mi bana mı beni atayanlara mı yoksa çalıştığım kuruma mı faydası var Bir türlü çözemedim..
Sonra anladım ki bunu çözmenin de bir manası yok.
Şöyle düşünün Ben bir farbrikanın personeli olsaydım. Bu fabrikanın birkaç şubesi olsaydı beni sürgüne gönderen adamlar fabrika sahibi olsaydı beni isteksiz olarak başka bir fabrikada istihdam ettiklerinde verim düşseydi. Ve bun bu durumu fabrika sahiplerine aktarsaydım buna sessiz kalabilirler miydi? Bu fabrika sahipleri kurul üyeleri olsaydı bundan farklı davranırlar mıydı?
Demek ki neymiş insanın cebinden para çıkmayınca insan giden paraya acımıyormuş. Ama giden para yetimin fukaranın gazinin ve şehit çocuklarının parası değil mi?
İyi ki ilahi adalete var iyi ki mahşer var.
Yoksa adaleti olmayan bur dünyada yapılan zulümler yapanın yanına kar olarak kalabilir.
Oysaki Hiçbir hesap yerde kalmaz. Hani Sezai Karakoç diyor ya:
Onlar sanıyor ki biz sussak mesele kalmayacak oysaki Biz sussak tarih susmayacak
Ve ben ilave ederek diyorum ki:
Tarih sussa kader susmayacak
Kader sussa hakikat susmayacak
Hakikat sussa vicdanlar susmayacaktır.
Belki hakikatin hesap günü beşerin intikam gününden daha çekin ve daha karanlık olacaktır.
Çünkü insan zayıf bir yaratıktır. Zayıf olmasının en büyük alameti gücü elinde tuttuğu anda zulüm yapmaktan vaz geçmemesidir. Bu acizliğin en büyük alametidir. Zira büyüklük güç elinde olduğu halde zulm etmemektir.
Bireyler önemli değildir. Bireyler gelir ve geçer. İkisi arasındaki hesap belki mahşere kalır belik dünyevi mahkemede hesaplaşma fırsatı bulur belki de şahsi hesaplaşmanın günü beklenir. Ancak burada önemli olan kollektif sorumluluk. Yani milletin hakkı ve menfaati, devletin çıkarları ve milletin tarih yürüyüşündeki kazanımları veya kayıplarıdır.
Büyük bir devletin fertleri şahsi intakım için devletin yürüyüşüne zarar vermeyi akıllarından bile geçirmezler. Bir ülkenin bürokratları şahsi kin, kapris ve intikam duygularını aşamamışsa o ülke pek çok yönden risk ve zafiyet içindedir.
Neden?
Bir kere bu duygularla hareket eden insan başına bir şey gelmemesinden emindir bu ise devlet için çok büyük bir handikaptır.
İki bu insanın Allah ve ahiret inancı zayıftır.
Üçüncüsü bu insanın vatanseverlik ve milliyetçilik duyguları örselenmiştir zira milletine ve devletine aşık bir insan devleti zaafa uğratacak bir harekete imza atmaz velev ki içinde şahsi bir hesaplaşma duygusu olsun.
Bir bürokratın bilerek motivasyonunu yıkmak onu göz göre göre hüsran’a sevk etmek şayet ahiret inancı olan bir insan için en büyük veballerden biridir.
Kul hakkıdır zira o insanın motivasyon kaybının doğurduğu vebali bütün servetini yoksullara bağışlasa ödeyemez.