- 135 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TATLI LEYMON
TATLI LEYMON
Buhurdanlıktan halka halka yükselen, kömür üzerinde tütsülenen kuru zeytin yaprağının mis kokusu gibi değil mi, yaşam akışında bizleri olgunluğa taşıyan anılar! Sevgi katmanlarıyla, yaşam öğretileriyle ruhumuzdaki büyülü anılar…
* Ya anılar olmasıydı!” Yaşam”, acı tatlı anılar yelpazesi olduktan sonra*
“Portakal, mandalina, turunç, limon, greyfurt, bergamot, lime (misket limonu), kumkuat, pomelo, ağaç kavunu (şadok), ve TATLI LEYMON…”
Doğu Akdeniz’de, Sicilya ve Sardinya adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü, bölgelere göre dünyanın sekseninci adasıdır Kıbrıs. Adada ilk yaşam kanıtlarına ait izler Beşparmak Dağları’nda bulunmuştur. Ada Anadolu’ya çok yakın olduğu, buradaki insan yerleşiminin MÖ 10000 yıllarını bulduğu ifade edilir. Bilimsel kaynaklara göre Kıbrıs Adası’nın 3 milyon yıl önce oluştuğu ve adada canlıların da aynı dönemde ortaya çıktığı tahmin ediliyor…
Akdeniz Ülkeleri’nde yaşamlar capcanlıdır her zaman. İnsanlar, Akdeniz’in tuzlu sularıyla sırdaştırlar hep. Akdeniz mavisinde düşler kurup yaşam güncelerini nesilden nesle aktardılar. Akdenizlilik bir başkadır kısacası, sıcak iklim ve siestalar (öğle uykusu), dertsiz yaşam felsefesi. İnsan fiziken ve ruhen yaşadığı coğrafyadan etkilenmektedir. Akdeniz Ülkeleri’ndeki doğa zenginlikleri kültürel gelişimi, kültürel mirası da doğrudan etkiliyor. Akdeniz bitki örtüsü, meyve ağaçları, toprağın analığı elbette farklılıklar göstermektedir. Akdeniz mavisi, yeşili sıcacık deniz suyu Akdeniz sahilleri, Akdeniz yaşamı, Akdeniz akşamları…Zamanın saçlarını tarayan güneş, su ve toprakla sözlendiği çağlardan bu yana doğanın gücü, insan emeğinin gücü, sosyal yapılaşma, olgunluğa gidilen yolda değişimle kültürlerin aktarımlarında sapmalar. Yaşam yelpazesinde evrenin cömertliği tartışılmaz desek de zaman akışıyla azalarak, inişe geçmek zorunda olmak…
Bir başkadır benim memleketim, bir başkadır Kıbrıs’ım, bir başkadır doğup büyüdüğüm köyüm ve bir başkadır çocukluğumun altın sayfaları. Bir başkadaydı Güney Kıbrıs’taki Baf’a bağlı “Vretsia – (Vreçça- Dağaşan” köyü elbette. Enosis (Megali İdea) hedefine ulaşmak için Rum siyasetçilerinin eziyet ve baskılarından dolayı, kaçınılmaz 1974 Çıkartması olmadan önce. Diğer komşu köylerdeki gibi halk tamamen Kuzey Kıbrıs Bölgesi’ne göç etmeden önce, çok şeyler bir başkaydı …
Doğup büyüdüğümüz doğa çeşitliliği, elbette ruhumuza, bilgi edinimimize görüş açımıza, algı renkliliğine etki etmektedir. Çocukluğumuzu yaşadığımız her şey ruhumuzun renkli yelpazesi gibidir. Hele ki Akdenizliyseniz, doğasının yanında kültürü, mitolojisi, sanat anlayışı. Yılların aktardığı gelenekler, görenekler, Kıbrıs mutfağında vazgeçilmez, misafiri ağırlama macun kültürü. Kıbrıslı olarak başta, turunçgillerin zenginliğiyle bezelidir yaşamınız, anılarınız. Kış ayının kahramanı narenciyeler…
Melda emekli olunca, yirmi beş yılı aşkın geçirdiği o yoğun öğretmenlik yılları sonrasında kendini, geleneksel ve yöresel hazlara daha çok önem vererek harikalar yaratmaya başladı. Başta yeşil ceviz macunu olmak üzere, patlıcan macunu, Turunç macunu “küçük yeşil turunçtan- olgun turunç kabuğundan” ve turunç çiçeğinden(reçeli), bergamot kabuğu macunu, tatlı kabak macunu, badem macunu, greyfurt kabuğu macunu, olmazsa olmazlardan alıç macunu…
Melda eşi Murat’ın merak saldığı, antioksidanlar açısından zengin Dragon meyvesini çok sevdi. Onu yetiştirmek, zaman ayırarak ürünlerden farklılıklar yaratmak hoşuna gidiyor. 5-6 öğretmen arkadaşıyla her Çarşamba, sırayla gün yaparak paylaşımlarda bulunmak harika oluyor. O haftaki Çarşamba gün buluşma sırası Melda Hanım’daydı. Arkadaşlarına sürpriz olarak (dragon) pitaya meyvesinden pasta yaptırtırdı. Melda Hanım, öğretmen arkadaşlarına önce kahve yanında kendi eliyle yaptığı erik likörü ikram etti. Sıra pasta ikramına gelince, arkadaşı Fikriye Hanım’ın ablası Seniha süslü kâğıtlarla sarılı küçük bir sepet armağan etti. Melda büyük bir merakla sepeti açtı, gördükleri karşısında şaşkınlık içerisindeydi. Gözlerine inanamadı, sapsarı tatlı limonlar vardı sepette. Yetiştiği köyde köylülerin” Tatlı Leymon “, dedikleri bu meyveyi yıllar olmuştu tatmayalı. Eskilerde Çukurova Bölgesi’nde şeker limon dedikleri bu meyve, günümüzde de ‘tatlı limon’ olarak, Çukurova Bölgesi’nde yetiştirilmektedir.
Ablası Gülesin, yaz aylarında Kuzey Kıbrıs’taki evinde kalıyordu. Hemen telefona sarılıp aradı onu. Zaten öğretmenlerle bir arada olmak onların sohbetlerine katılmayı çok seviyordu. İki yüz metre uzaktaydı evi, hemen Melda’nın “sana çok özel bir şey vereceğim” demesi de heyecanlandırmıştı onu. Bak abla “Tatlı Leymon” derken ikisin de gözlerinde yıldız kelebekleri rengârenk uçuşmaya başladı. Seniha’nın eşi Baf köylerindendi ve narenciye çeşitlerinden olan tatlı limon hakkında bilgisi vardı. Eşi beş altı yıl kadar önce fidan alıp ekmiş İki yıldan beri ürün vermeye başlamış.… Melda ablasına ve arkadaşlarına dönerek “sizlere “Tatlı Leymon” üzerine unutamadığım, Pervin nenemle (anneannemle) küçük yaşımda yaşadığım, köydeki o çok güzel anımı anlatmak şart oldu…
“Gülesin ablam Lefkoşa’da ortaokula giderken yurtta yatılı kalıyordu. O zamanın şartlarında eylül ayında Okular açılında gider, ancak on beş günlük şubat tatilinde gelirdi köye. Bahar aylarındaydık ki ablam; Lefkoşa’dan köye gelen bir tanıdık aracılığıyla babamdan göndermesi için, kurumuş çörek peksimet, hellim ve ‘tatlı leymon’ istemişti. Bizim bahçedeki tatlı limon meyveleri komşu çocuklarının da koparmalarıyla çoktan bitmişti. Ama Pervin nenede mutlaka vardı. Yakınındaki köy çeşmesinden akan suların yönünü Adil dedem bahçedeki tatlı limon ağacına çevirmişti. Çeşmeden taşıp akan suyla hem ağaç çok büyüktü hem meyveleri daha iri ve daha yüklüydü bizim bahçedeki tatlı limon ağacından. Babam akşamüzeri nenenim evde olduğu zamanı düşünerek, nenemden tatlı limon istemeye gönderdi.
-Nene babam yolladı beni, Gülesin ’in canı “tatlı leymon” istemiş, yarın Lefkoşa’ya bir tanıdık gidecek, onunla yollayacakmış.
- A çocuğum da ne arar, bitti tatlı leymonlar. En son Hatice yeğen var ya, ona verdim. Büyük bir sepet badadez (patates) getirdi bize, benden tatlı leymon isteyince son topladıklarımı da ona verdim.
Adil dedem, bir elinde baston görevi gören değneği, üstü kapalı sundurmadaki demir karyola yanında sandalyede oturuyordu. Astım hastası olduğu için arada bir öksürüyor, ah diyerek de inlediği oluyordu. Nenem, dedeme testiden maşrapa ile su vermeye yöneldiği sırada oturduğum demir karyola üzerinden onları gözetledim kısa bir süre. Karyola üzerinde şilte, örtüsü ve aşağıya doğru uzanan kaput bez, karyola eteği vardı. Kimi sargılarda dantel örgü vardı, kimilerinde pli. Nenemin sade, basit bir sargıydı. Somya altına konanların görünmesini engelliyordu bu etek sargı. Çocukluk bu ya, aldığım yoktur cevabıyla canım sıkılmış, moralim bozulmuş olacak ki, karyolada otururken ayaklarımı sallayıp durdum bir süre. Aylarımı sallarken ayak bileğime sert bir şey çarpmasıyla, başımı eğip bakmakla şaşakaldım. Karyolanın altında, bir gözer içerisinde on taneden fazla tatlı leymon vardı. Yüreğim hem burkuldu hem de ürktüm, dilim tutulmuştu sanki neneme bir şey söylemeden evin yolunu tuttum. Hızlı hızlı yamaç aşağı eve dönerken, beynimde şimşek çarpışları gibi soru yağmurları vardı. Acaba nenem niye yalan söylemişti bana. Unutmuş muydu karyolanın altına sakladığı tatlı leymonları? Yoksa Hatice teyzeye vereceği için miydi beni boş olarak geri çevirmesi! Bizim eve göre, yukarıda yamaçtaydı ninemlerin evi. Altı yüz yedi yüz metre kadar, yokuşu çıkarken zorlansak da yokuşu inerken kolaydı. Ayaklarımı zor idare ettim, öyle ya annemlere olayı anlatacaktım. Çocuk kalbimle, heyecandan içim pır pır etmekteydi. Tam eve gelip, avludan anneme seslenecektim ki, arkamdan nenemin sesini işittim. Dönüp baktım ki nenem devamlı belinde bağlı etekte sarılı tatlı leymonlarla bize gelmiş.
Gülesin, uzun zamandır unuttuğu bu tatlı leymon anısını, Melda yeniden anlatınca o yıllarda varsaymadığı, ama şimdi varsaydığı bir olasılığı geçirdi usundan. O limonları Adil Dede saklamış olabilirdi karyolanın altındaki gözere. Çünkü dayı Bey, İstanbul’da üniversitede okuyordu. Torunlar toplaşıp da Adil Dede’nin tatlı leymonlarını kopardıklarında. “Bre çocuklar, hepsini koparmayın, biraz galsın (kalsın) o Semih’e de hepsini koparmayın” …
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.