- 247 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİRAZ CESARET
İnsanın kendini gerçekleştirmesi, sınırlarını keşfetmesi ne de bitimsiz bir keşiftir. Her merhaledeki keşifler bizi daha olmamız gerekene yaklaştırırken, bazı çekingelerimiz, kararsızlıklarımız ve ümitlerimizin ufkundaki karabulutlar yüzünden dış dünya ile aramızdaki kabuk da giderek kalınlaşır, kendimize olan inancımız da zedelenir. Güzel bir söz “Cesaret, bütün silahlardan üstündür.”der. İnsanlar bu sihirli kavramın içini doğru yerde ve zamanda doldurmaya başladıklarında, hayat daha farklı bir yöne ivmelenirken, renklenir ve ilham verici de olur.
Birileri hakkındaki subjektif yorumlardan çoğunun fiziksel görünümü dışındakileri daha ziyade kişiliğiyle ilgili olanlardır. Güven verip vermediği, motivasyon seviyesi, kararlılığı, hedeflerinin olup olmaması, sebat edip etmemesi ve yenilgilere karşın yine de vazgeçmeden yoluna devam edişi gibi gözleme dayalı bu hasletler, bir anlamda kişinin ne derecede cesur olup olmadığını da ortaya koyar kuşkusuz.
Yitip giden yılların ardından yapıla gelen bazı yorumlarda kendimizi çok iyi hissediyor olmamız, o kritik anlardaki cesur duruşlardan geliyordur. Bunun tersi durumlarda ise keşkelerle yaşanan derin pişmanlıklar yiyip bitirir bizleri. İyi de cesur olmak nedir? Bunu iyi anlayabilmek için önce şu “cesaret dediğimizi kavrama bir bakmak gerekir. Yalın kılış ve akış süzgecini, olası tehlikeleri görmezden gelerek yapılan hamleleri bu sözcükle bağdaştırmak ne kadar yanlış ise, içinde hiç korku olmamacasına hareket edecek güven de değildir cesaret. Korku ile korkaklık arasında nasıl ki büyük bir anlam derinliği, ayrışımı var ise, kuvvetli ve gözü kara olmakla, cesaret arasında da bu tür farklılıklar vardır. Şunu söylemek gerekir ki, cesaret akıl gücünden ve yürek dediğimiz, motivasyonun omurgası yerden ilham alır. Onun doğrudan doğruya kas gücü ile bir ilişiği yoktur. Öyle olsaydı, kas geliştirme ile ilgili sporların öznelerini cesaretli kabul etmemiz ve gerçek bu ise bizim de bu tür sporlara yönlenmemiz gerekirdi.
Cesaret spontan bir kavram olmalıdır. Bunu bir kalıba koymak yerine, kişinin yaşam zeminindeki yerine göre değerlendirerek, ondaki kararların ve attığı adımların niteliği daha gerçekçi şekilde cesareti ortaya koyar gibi görünmektedir. Sayısını bilmediği kadar çalışanı olan devasa bir ticaret şirketinin yeni bir fabrika açmak için aldığı karardaki cesaret ile cebindeki sınırlı paranın tümünü yapacağı küçük ticaret işleri için ortaya koyan bireyle aynı değildir. Nitekim, büyük iş insanlarının yaşam öykülerine göz atıldığında o klişe cümleler ne de birbirine benzer aslında. Cepteki son meteliğin gücüne yaslanarak ve bu durumu bir ölüm kalım savaşı gibi güderek alınan yollar en nihayetinde o insanları hayal edemeyecekleri yerlerde bir hayata kavuşturmuştur. Onlar vazgeçmemiş, verdikleri ödüne değil, zafere götürecek olan adımlara inanmış, yenilgilerin altında ezilmeyi değil, yeniden ayağa kalkarak bir daha denemeyi tercih etmişlerdir. Gıpta ile bakmaklı olduğumuz tarihe malolmuş sanatkarlar, devlet adamları, bilim insanları benzer sorunlarla ve büyük yoksunluklarla hemhal olarak büyük yükselişlerin özneleri olmayı başarmışlardır. Thomas Edison`un yıllardır çabalayarak büyüttüğü laboratuvarı da büyük bir yangında zarar görmesine karşın, yeniden daha iyisini yapma gayretini ortaya koymuş ve büyük icatların da patentini almıştır.
Cesareti pek çok yönden ele alamak elbette mümkün. Onun bir matematiği olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, denk olmayan iki ordunun savaşını daima sayı ve teknolojice üstün olanlar kazanırdı. Halbuki tarihsel gelişim bunu doğrulamıyor . Niceliklerin doğrudan sonuç veren bir ölçüt olarak ihtimalde kuvvetli olmasına karşın, pratikte işlerin böyle yürümediğine dair ne de çok örnek var aslında. Kendi tarihimizden örnek verecek olursak, bizden sayı ve teknolojik olanak anlamında daha ileri seviyedeki donanma güçlerine karşın, 1915 `in 18 Mart`ındaki zafer bizim zaferimiz olmuştur. Kısacası, sayılarla ortada duran şey, sonuçlara götüren şey değildir. Cesareti korkularıla yüzleşebilmekte, sevdikleri uğruna kendi seve seve feda edebilmekte ve yüksek mefkûrelere imanda da aramak gerekiyor sanırım. Kağıt üzerindeki her türlü hesap, itilaf devletlerini yüzde yüz zafere yürüyen göstermekli iken, tarihin seyir defteri bu zaferi bizim milletimizin hanesine altın yaldızlı olarak nakşetmiştir oysa.
Buraya değin cesaret denen erdemin her bireyde olmadığı gibi, onun bir barlık anlamı da taşımadığını, fedakârlık, kararlılık,gözüpeklik ve kuvvetli bir inançla kenetlenmiş iken, vicdandan uzak olmadığını belirtmekte fayda var. Cesaretli olmak yürünen yoldaki her şeyi ezmek, talan etmek, değerleri görmezden gelmek de değildir elbette. Sonuç alamayacağını bildiği halde hayata bir onur katabilmek adına yapılan hamleler de cesaret işidir. Nemrut`un Hz. İbrahim`le yaşadığı hadisedeki imtiyazlı gücü cesaret işi değildir. Hz. İbrahim`in tüm olup bitene rağmen geri adım atmaması ve yüksek manevi değerlere yaslanarak karşı tarafa gösterdiği tevazusu ve asil duruş, güce biat etmemesi ve tercihini ilahi inancından yana ortaya koyması tam da bir cesaret işidir. Cesaretin arkasındaki itici güçlerden belki de en belirgini davasına, kararına, söz ve durşuna sadakatteki güvendir. Bu öyle bir güvendir ki, her ne pahasına olursa olsun hiçbir şeyle takas edilemez, vazgeçilemez olandır.
İnandığımız değer karşısındaki durşumuz, günümüz ve yarınlarımız için pahasız derece önem arzeder. Bu değerlerin hayatımızda içeriği doğru şekilde doldurulur ise, bireysel olmaktan öteye milletçe duruşa doğru bir yankıda blur kuşkusuz. Milletimizin vatan toprağına gösterdiği gıpta edilir duruşun mayasında da bu cesaret olmalıdır. Toprağımızın, dilimizin, bayrağımızın, ezanımızın ve ananelerimizin hiçbirisi için asla pazarlık edilemez oluşunun arkasında binlece yıldır süregelen kadim bir cesaretli duruş vardır. Cesurlar da ölürler ve fakat korkaklar her gün ölürler. Cesur olabilenler sayesinde hayat devam ederken, korkaklar yüzünden de aynı hayat akamete uğramıştır. Onurlu bir yaşamın cesaretten ilham almadan var olması da pek mümkün değildir.
Her anını dolu dolu yaşayan ve cesaretini ortaya koymada da çekinmeyen insanların anılarını dinlemek ne de keyiflidir bu anlamda. Kulağımızda yankılanan çoğu desensı öykünün ardında da hep o cesur insanlar yok mudur? Kendileri şu an fizyolojik olarak yaşamıyor da olsalar, adları, cesaretleri ve ilham veren onurlu duruşlarıyla binlerce yıldır yaşamayı başarmışlardır. Tarih onları altın harflerle kaydetmiş ve günümüze de taşımıştır. Tarihi yazanlar cesaretli insanlardır, dersek gayet mantıklı bir çıkarımda bulunmuş oluruz. Kısacası, kendi hayatlarını bu özel hasletle alabildiğine renklendirmiş olan insanlar, kendilerinden sonrakiler için de ilham bulunacak öyküler bıramışlardır kuşkusuz.
Cesareti sadece yiğitçe bir duruş veya tavır almakla sınırlamak da hayalıdır. Onda bir bilgelik yanı da bulunmalıdır. Eldeki olanakları doğru okuyabilmek, hareket tarzına yönelik adımları belirlemek ve vakti gelince de bu planın gereği olan adımları atabilmek cesareti daha iyi tanımlar. Plansız, hesapsız ve neye hizmet edeceği belli olmayacak şekildeki söz ve davranışlar cesaret değil, olsa olsa aptallık olur. Cesaret yeri geldiğince büyük acıları göğüsleyebilmek, korkmak fakat korkak olmamaktır. Yeri geldiğinde yalnız kalmak ve fakat davasına olan inancından asla taviz vermemek, iyi ve güzel olanları hayal etmek, hayallerinin peşinden koşabilmektir.
Peki, cesaret bize ne katabilir? Her konuda cesur olunabilir mi? Bilgimizin derinliği nisbetinde cesaretimiz de vardır, mantıklı bir çıkarımdır. Hamlelerimizin, söylemlerimizin bir dayanağı varsa, tesirli konuşur ve veya etkileyici tepkilerde bulunuruz. Bu durum bizi dikkate alınır bir özne haline getirir. Sıradan olmaktan çıkar, saygın olmaya doğru bir algının kapsamına gireriz. Örnek oluruz o zeminde ve daha renkli, daha yüzü gülen bir hayat hissedilir olur bizim için. Zira, cesaret neden korkup korkmamak gerektiği bilincini de geliştirendir artık. Kimse, cesur olduğundan ötürü her şeyden korkusuz değidir. Korkuyu iyi tanımak ve onunla yüzleşebilmek ise cesaret işidir.
Kendi hayatımızın yazarı olduğumuzdan hareketle, kendi yaşam öykümüzü yazmaklı olduğumuz, yönettiğimiz ve bize rağmen de kayda anılarla girmekte olan şu hayatı daha cesurca yaşamamak nedendir? İkinci kere sahnelenemeyecek hayatın perdeleri, o anların gereği gibi durmaklı cesaretimizi işe koşturmayı gerektirmiyor mu zaman zaman. Bunu ortaya koyarken kabalaşmamıza, kırıp dökmemize de gerek yok aslında. Kiminde doğru şeyleri tercik ederken, kiminde de sevmememize rağmen bazı şeylerden vazgeçebilmemiz tam da bir cesaret işi değil midir? Cesaret, yeri geldiğinde sert eleştirileri de göğüsleyebilmek ve durumun gerçekliğini ifade edebilecek zaman ve zeminin gelişmesine kadar sabırla beklemektir de. Şu ana kadar hiçbir konuda cesur olamamamız, bundan sonra da bu işlerin öyle gideceği, korkarak yaşamaya devam edileceği ve hayatın çekilmez gibi görünen yüzüyle hesabımızı kapatmayacağımız anlamına gelmez. Belki de en hayatî nokta, gerçeklerimizle yüzleşebilmektir bu anlamda. Korkular vardır elbette ve bu durum karşısındaki tavrımız onunla nereye gidileceğini de belirleyecektir. Ya onlarla yüzleşmeyi seçeceğiz ve daha başka bir gerçeklik hayat bulacak ya da onların esarei altında ideal benliğimizin çağrısına kulak asmadan pasmayâne bir hayatı sürdüreceğiz. Ben ilkini tercih ediyorum. Hiçbir yük, insanın aklını, ruhunu kemiren korkularından daha büyük değildir sanırım.
Konuya bu noktada bir de hayalı yazımıyla da sıklıkla dillendirdiğimiz şu “cüret” açısından da bakalım. “Düşüncesizce, saygıyı aşan davranış, cesaret.” anlamına gelen bu itici sözcük, hangi öznelerin ve ne amaçla kullandıklarına göre de farklı anlam kazanabiliyor. Binlerce yıldır bu sözcüğün öznelerinin zorbalıktan, edepsizlikten, kuralsızlıktan iyi beslenmiş haşhaşilerce işe koşulması kan dondurucudur. Bu durum haklı olduğu halde susan, sindirilen, korkularıyla bir türlü yüzleşmeyen aydınlığın insanlarının cesarettten yoksun oluşlarından mı yoksa cesareti tümüyle sabırdan ibaret mi sandıklarındandır anlaşılamaz. Tüm dünyaya yaptığı onca zorbalığı açık açık dillendirmekten ve bunu da kendi gibi diğer zorbaların destekliyor olmasından ortaya çıkan, yıllardır da haber kanallarının artık vazgeçilmezi haline gelen İsrail zulmü olsa olsa cüret ile anlamlandırılabilir. Koskoca insanlık ‘âleminin seyrediyor ve kılını bile kıpırdatmadığı, aksine İsrail`in kanlı tarihine koşar adımlarla da ışık tuttuğu bu trajediye siz nasıl bir anlam yüklerdiniz? Onca sözüm ona İslâm devleti veya o paydadaki değerlerin sahibi olduklarını ileri süren bizler dahil daha neyi beklemekliyiz. Güçlünün adaletinin tesisini kabulü asil saydı isek, tam da böyle yapmalı, her bulduğumuz meydanda İsrail ve onun paydaşlarını lanetlemeliyiz. Peki ne oluyor yapılan onca miting ve protesto sonucunda, koskoca bir hiç. Cesaret, hasmın yüzüne gerektiği halde en şiddetlisi vurabilmek ve gerekirse örnek olsun diye onun başını gövdesinden ayırmak değil midir? Kadim tarihimizde Osmanlı`nın elçilerine yapılan saygısızlık nasıl değerlendirilmiş ve bu tür cüretlere nasıl cevap verilmişse, hangi dinden, kültürden olduğuna bakılmaksızın, masum sivillerin katlini kendi saplantılı inançlarını payanda yaparak haklı olduklarını iddia edenlere de er meydanında gereken ders verilmelidir.Bu konu bir milletin değil, insanlığın konusu ve tarihe geçmekte olan en büyük ayıbıdır. Alın size cesaret ve cüret. Buradaki cüret öznesinin mertliğiyle, kadim duruşuyla, haktan yana tavır alanların işe koşması, kelimeye gerçek anlamını vermek demektir. Zalimin elinde eğreti duran bu sözcük, vicdanı olan hiçbir beşerin kabul sınırlarında barımamalıdır. Bugün o halka yapılanlar karşısındaki suskunluk ve pasif direnişin faturası, zalimin elini daha bir güçlendirmekten öteye hizmet etmeyecektir. Dileğimiz, cesaretin birelere sağlayabileceği onurlu hayatı, milletlere de sağlayabilecek bir sınırsız güç olarak görülmesidir. Sayıların ve teknoljilerin daha ötesindeki bu güç inançtan kararlılıktan, dayanışmadan ve elbette körelmemiş ise halen vicdanlardan beslenmektedir. Şunu söylemek gerekir ki, zulme karşı bu pasifise olmuş duruş, zalimin daha bir şımarmasına ve haddi daha da aşmasına basamak olmaktadır. Bu suça ortak olmaktansa kanla, gözyaşıyla sulanmış coğrafyanın bir insanı olarak ne için yaşadığımızı bir kere daha sorgulayalım, diyorum.
Çok takdir ettiğim şu iki sözü de burada dile getirmek istedim: Cesurların ayağa kalkmasıyla, korkakların ömrü biter! Huzuru elde etmenin bedeli cesarettir. Birbiriyle sarmaş dolaş hakikatli bu iki söz, bugün aynı sancağın altında bizi bir arada yaşatmaktadır. Ve yine görülen o ki, kadim milletimizin şefkatli ellerine olan ihtiyaç kadar, onun mayasında bulunan ve zulme asla biat etmeyen, onun başını da yaptıklarının bedeli olarak ezen cüretine de ihtiyaç vardır.
Ne mutlu Türk`üm diyene! derken, şecere ve köke değil, hissedişe vurgu yapan Mustafa Kemal, çok esaslı bir millet tarifini de ortaya koymuştur. Bir barış gelecekse bu bağrı yanık coğrafyaya; onu dillendiren, onun bayrağını taşıyan, onu omuzlarına alan, hasmın karşısına dimdik dikilebilen Türklüğün mayası ile olacaktır. İnancımız ve dileğimiz bizi doğru okuyabilmiş milletlerin dayanışmasının artması, sınırları aşan ve hadsizliğe devam edenlerin hak ettikleri musibetle yüzleşmeleridir. İyi ile kötünün ta ki yaratılıştan gelen mücâdelesini haktan yana tavır alanların kazanabilmesi, fıtratlarındaki şu cesareti ortaya koymalarından geçecektir kuşkusuz. Cesur ol, özgürce yaşa! ne de güzel bir slogandır. Bu sloganın tüm dünyada yankılanmasını ve zulmün tarihin derin karanlıklarına gömülmesini, bir daha da oradan çıkmamasını temenni ediyoruz.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.