- 254 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Göç Ne Bırakır Ardında?
"Bir Göç Ne Bırakır Ardında? " Hakkında Okuma Notları
"Bir Göç Ne Bırakır Ardında?" Yazar Nazım Payam’ın, 2023 yılında Ötüken Neşriyat aracılığıyla okurlarıyla buluşturduğu deneme kitabı. Otuz beş yazının yer aldığı kitap, iki yüz on altı sayfa hacmindedir. Kitap isminin soru cümlesi olması dikkat celp etmekte ve ilginçlik taşımaktadır. Böyle kitaplar vardır muhakkak. Bu isim okur nezdinde daha çok göç olgusunu çağrıştırsa da kısmen de olsa bu olguya hitap edilmektedir diyebilirim. Esas şairliği de olan yazarın “Göç” şiirinde geçen “Hadi harfleri yoğur, dök/ Sözcükleri diz ve anlat/ Bir göç ne bırakır ardında” mısralarında geçen satırların ve “Sığınmanın Toprak Ağrısı” deneme yazısından mülhem bu kitaba isim babalığının yapıldığını söyleyebiliriz.
Deneme yazılarının konularına bir bakacak olursak; yazarın Elazığlı olmasından mütevellit olsa gerek daha çok Elazığ, Elazığlı veya Elazığ’a yolu düşmüşlerin, konu edindiği yazıların baskın olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzün ve yakın geçmiş Elazığ zamanlarının sosyokültürel ortamının resmi çiziliyor adata. Elazığ akıl hastanesi, hısım akraba efradı mekânlar, Müzisyen Erkan Uğur, Memduh Şevket Esendal ve öyküleri, Suut Kemal Yetkin, Şair Ahmet Tevfik Ozan ve şiiri, Elazığ merkezli olan Bizim Külliye dergi çevresi, türkü konusu, Faruk Uysal ve birtakım çeviriler, Taner Namlı gibi isimlerle beraber Mehmet Akif ve şiir sanatı, Yunus Emre ve Türkçe, Cengiz Aytmatov, Deli Dumrul, hikâyemiz, öykü, roman, destan, biyografi, mitoloji ve ayrıca ben ve biz gibi kimi kavramlar kitap içeriğini oluşturmaktadır. Başka bir taraftan şiir, deneme, roman gibi birçok edebi türün; şair, yazar ve kültür insanları üzerinden tafsilatlı bir şekilde değerlendirilmeye alındığını da söyleyebiliriz.
Yazarın kitapta yer verdiği bazı tespitleri ve kavramları buraya taşımak istiyorum izninizle. Yanlış anlaşılmaya mahal vermeme adına alıntıladığım bu sözlerin önlerinin ve sonlarının da olduğunu öncelikli olarak söylemeliyim. "1950’lerin, 60’ların Elazığ’ında insanlar, karakter analizi yapacak kadar birbirlerini tanırlardı" (sayfa 17) Muhtemeldir ki bu durum Sivas, Yozgat, Bursa ve bilumum şehirlerimiz içinde geçerli olmalıdır. "Türk romanı, hâlâ yazarına tutsak kahramanların romanıdır" (sayfa 28), "Yaraya merhem olmayacak sanat meşguliyeti yetenek nankörlüğüdür" (sayfa 156), "Zihni becerimiz taklit etmekte kalmış, taklidi zenginleştirmekle yetinmiş, kendi örf ve davamıza özgü bir inşa teşebbüsüne geçmemişiz" (sayfa 159), "Her halk, kendi dünya görüşünün ürünü olan mitolojik anlatıları ile kendini tanır, evren hakkında bilgi edinir" (sayfa 184), Bahaeddin Ögel’in tespitiyle "Türklerde mitoloji, daha çok ideal bir ülkü düzeni (dir)" Bu şekilde birtakım tespitleri dikkatlerinize sunuyorum.
Zaman ve yeni çağ, şehirlerin, kültürlerin ve toplumsal değerlerin üzerinde oturmaktadır. Kimi zaman silindir olup üzerinden geçmektedir. Teknolojiyle, yeni çağla beraber olumlu ve olumsuz gidişatlar hep ola gelmektedir. Geçmişe nazaran günümüzde buzlaşan dayanışma, komşuluk değerlerinde geri gidişler, fenersiz ve frensiz gidişatlar, tazelenemeyen anılar, umma defterlerini yakmalar, biçimsiz/ norm dışı gerçeklikler, insafsızlığın tümörleri, ön yargı oluşturan nesnellikler, kamyon çarpmışlıkları ve daha neler neler şeklinde bu listeyi pekâlâ uzatabiliriz. Anlatımlarda fikirler serdedilir. Fikirler, bakış açıları bir nevi temaşaya alınarak anlatımlar üzerinden kritik edilir. "Batılı filozoflar, Doğu’nun düşüş ve gerileyişini İslam’a mal ederler. İslam, terakkiye mani bir din derler" (sayfa 32) tespiti bunlardan birisidir. Bunların karşısında yaşanılan yanlış Müslümanlık gibi gerçeklikler üzerinde de durulur. Mesela başka bir yerde "Müslüman kadınların düşük toplumsal statülerini iyileştirme(k)... (sayfa 96), miskin kadercilik gibi birçok bakış açılarına yer verilip göndermelerde bulunulur.
Her alanda olduğu gibi, sanat, edebiyat alanlarında da her şey güllük gülistanlık değildir tabi. Yazar yer yer bunlara da değinir. Mesela edebiyat dergilerinin dirençsizliğini, "kültür" ve "turizm” in aynı bakanlık çatısı altındaki evliliğinde görür. Bu evliliğin mutsuzluğundan bahseder. Zihinlerde ideal ve heves bırakmayan kimi anlayışları edebiyat üzerinden ele alır. Edebiyatta ekol ve üslup yetersizliği, edebiyatta klişeleşmiş söz, anlatım ve sıradanlık gibi onlarca soruna parmak basar ve tartışmaya açar bir nevi.
Anlatımların geneline sirayet etmiş hep bir dil ve Türkçe vurgusu vardır. Hayata sevk edilmiş yaşanmışlıkların merkezinde görülür dil. Dil ile kimliği bitişik nizam da görür yazar. Dilin anlatımının en güzeli dili iyi kullananlar üzerinden yapılanlardır. Burada da daha çok Yunus, Mehmet Akif, Cengiz Aytmatov gibi isimler üzerinden ele alınır. Mesela Cengiz Aytmatov, geniş kitlelere ulaşma adına, yazdıklarının üçte ikisini Rusça yazmıştır. Üçte birini de anadilinde yazmış olduğunun notu düşülür. Mehmet Akif’in tetikleyici, yetkinleştirici, hakikati şiar edinen dili ve başkaca yalın ve gayeli anlatımı gibi dile dair vurgular genişletilir. Gerek dil gerek üslup gerekse de fikir ve bilgi anlamında müstefit olduğum güzel bir deneme kitabı okudum. Biz okurlar, yazarlar olarak özellikle Türkçemizin evladıiyalı değil miyiz? Nasibimize düşenleri kabilimizce ve kabiliyetimizce alacağımız bir taraftan vereceğimiz olacaktır muhakkak. Yazarın ifadesiyle tabi olanı, ferdi olana, ferdi olanı, içtimai olana, içtimai olanı ilahi olana yükseltme mücadelesine bir omuz bir katkı böylelikle olacaktır. İyi okumalar.
İlkay Coşkun
20.10.2023
YORUMLAR
İnsana dair, insanımıza dağır, coğrafya fark etmeden edebiyata dokunan bu ruh için :
Eski insanımız birbirini gözlerinin içine bakarak tanırdı. Sanki birbirlerinin ruhunu harf harf okurdu. Bu toplum, adeta karakterlerin dans ettiği bir tiyatro sahnesiydi.
İnsanlar arasındaki ilişkiler, tıpkı ustaların bir resmi ince işçiliğiyle çizdiği zarif figürler gibi karmaşıktı, her bir ayrıntı büyük bir ustalıkla işlenmiş gibiydi. Bu durum sadece Elazığ ile sınırlı kalmamış, başka şehirlerin de bu büyülü dansa katıldığı bir masal gibiydi.
Bizim romanımız, sanki bir yazarın ruhundan doğmuş kahramanların hikayeleri tarafından büyülenmiş bir orman gibidir. Her kelime, sanki doğanın derinliklerinden gelen gizemli bir şarkı gibi yankılanır. Bu ormanın içinde dolaşmak, adeta bir büyücünün elinden çıkmış gibi büyüleyici bir deneyim sunar.
Bizim sanatımız,sanki yürek yaralarına merhem olan sihirli bir iksir gibidir. Ancak bu iksir, tıpkı ejderhanın gözünden damlayan özel bir madde gibi nadir bulunur. Sanat, sanki yaratıcıların ruhlarını resmettiği bir tuval gibidir, her darbe bir öykü anlatır.
Zihinlerimiz, sanki başkalarının düşüncelerini tıpkı renkli bir tabloya aktaran bir ressam gibi taklit etmekle meşguldür. Ancak bu tablo, kendi köklerimizden ilham alarak boyanmamış gibi görünüyor. İşte şimdi zaman, kendi özgün rengimizi bulma ve kendi mitolojik öykülerimizi dokuma zamanıdır.
Umarım bu güzel yazıyı herkes okur ve yazınız güne gelir. Burada okuduğum en güzel anlatıydı. Tebrikler 🙏🙏🙏