- 179 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 10. Bölüm
GAZETE GÜVERCİN
10 Ağustos 2000 Perşembe Arka Sayfa Haberlerinden Bir Kesit
Sevgili okur, sizlere Aslan Aslan vakasını daha iyi anlatabilmek için kılı kırk yararak araştırmalarıma devam ediyorum. Bu yazı dizisini takip eden tüm okuyucularımı temin ederim ki beklediğinize değecek. Yaşanan vahşeti tüm çıplaklığıyla anlatacağımın garantisini vermek istiyorum.
Küçük bir not eklemeyi unutmamam lazım; Yusuf Demirci, Aslan Aslan’ın çocukluk arkadaşıdır.
Bu yazı Yusuf Demirci’nin (Yeşil Cami İmamı Nadim Demirci’nin Oğlu) yıllar sonra Aslan Aslan’a dair yaptığı araştırmasından alınmıştır.
25 Haziran 1996 yılında yaşanan tren kazasında Erzurum’da yaşananları kimsenin tam olarak açıklayamadığını biliyorum. Bu konuda benim de çok fazla şey söylemem mümkün değil. Aslan ile geçirdiğim çocukluk yıllarına dayanarak bir şeyler anlatmam mesleki olarak tatmin edici olmaz diye düşünüyorum. Çünkü çocuktum ve çocukluğuma dair anılarla bir değerlendirme yapmam mümkün değil.
Hepimiz çocuktuk ve birer çocuk gibi davranıyorduk. Aslan’ı çılgınlığa, vahşete, adını koyamadığımız ve kaynağını anlayamadığımız güce eriştiren şeyin sadece çocukluk travmalarının olduğunu düşünmüyorum. Onun adı konulmamış ve bu dünyadan olmayan bir gücü vardı.
Bu gücü psikoloji bilimiyle açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Bilimin henüz açıklayamadığı bazı gerçeklerin var olduğunu düşünmek deli saçması gibi görünse de ben şahsi olarak insan beyninin kapılarının açılmadığı karanlık ve tahmin edemeyeceğimiz kadar güçlü olduğunu düşünüyorum. Aslan Aslan’ın beyni belki de insan evriminin bir mucizesiydi.
O gün yaşanan olayda dikkat edilmesi gereken ince bir nokta var; 25 Haziran 1996 yılında yaşanan korkunç olayda bir şekilde Aslan Aslan’a zararı olan insanlar ölmüştü. Bir trenin böyle bir olasılık çerçevesinde kaza yapmasının akılla ve olasılıkla bir ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Aslan, o gün adını koyamadığımız ve belki de bu dünyadan olmayan, belki de evrim geçiren beyin gücüyle kendisine zarar veren herkesten intikam aldı. Bu benim bir psikiyatr olarak söylememem gereken bir şey olsa da durumun bu olduğuna inanıyorum.
***
14.10.1992 Çarşamba
Yusuf Demirci’nin Çocukluk Yıllarında Yazdığı Günlüğünden Bir Kesit
Havalar iyice soğudu. Okula gidip gelirken üşüyorum. Hafta başında yaptığımız mahalle maçından beri hastayım. Sanırım terledikten sonra üzerimi hemen değiştirmem gerekiyordu. Mahalle maçına gittiğim için ve Aslan’a yapılanlara rağmen maçta oynadığım için çok pişmanım.
O gün Ömer huzursuzluk çıkardı. Bunu bilerek yaptığından eminim. ‘Onun oynamasını istemiyorum.’ Demişti. Emir ve Remzi bu duruma pek aldırış etmemişti. Hatta İhsan bile. ‘Eksiğiz ama.’ Dedim. ‘Onun yerine…’ dedi ve düşünmeye başladı. ‘Ümit’i kaleye koyarız.’
Hep bir ağızdan ‘Ümit olmaz.’ Dedi Emir ve Remzi. Ümit’in down sendromlu olduğunu hepimiz biliyorduk. Maçta nasıl oynayacağını da az çok tahmin edebiliyorduk. O sırada Aslan ve maruz kaldığı dışlanma aklımdan çıkmıştı. ‘Kalede dursun yeter.’ Dedi Ömer. Sonra rakip mahallenin kaptanına ‘Sizin için bir sorun olur mu?’ diye sordu. Sıçan lakaplı çocuk atıldı hemen ‘Hiçbir sorun olmaz.’ O sırada gözü sanırım Aslan’ın üzerindeydi. Onun oynamamasından zevk aldığı her halinden belli oluyordu.
Ümit’in bu duruma pek gücendiği yoktu. Nerede olsa oynardı. Ümit o maçta çok eğlenmişti. Gayet güzel toplar çıkarmıştı.
Maç bitmişti. Ben terden sırılsıklam olmuş bir haldeydim. Soğuk sahada sırt üstü uzandım ve biraz soluklanmak istedim. Sanırım hasta olmamda bu aptalca hareketimin de etkisi var.
Akşam ezanları okunmadan eve gitmek için yola koyulduk. O ara aklım başıma geldi ve Aslan’ın gittiğini fark ettim. Onun en azından bizi izleyeceğini düşündüm. Ya da vicdan azabı çekmek istemiyordum.
Bu ve benzeri pek çok olaya şahit oluyorum. Aslan, sadece oyuna alınmayarak dışlanmakla kalmıyordu. Neredeyse her gün bir sürü eşek şakasına maruz kalıyordu. Ben bu şakaların hiçbirinde yer almadım. Eğer babamın verdiği terbiyeyi aşsaydım bu şakalara ben de ortak olurdum. Arkadaşlarımın bu tip durumlarda çok acımasız olduğuna şahit oldum. Bazıları Aslan’a bir süre eziyet edip unuturlardı. Ama Ömer gibileri bu işin dozunu artırdıkça artırırdı. Aslan’ın yerinde olmayı hiç istemezdim. Onun yerinde ben olsaydım evden dışarı çıkamazdım.
Çocukluğun bu garip yönü var. Başkalarının ne hissettiğini umursamıyorsun. Birini üzdüğünün farkına vardığın an iş işten geçmiş oluyor. Eminim Ömer de yaptıklarının hata olduğunu bir gün anlayacak. Bir köpeği tekmelemekten geri kalmayacaktır ama büyüdükçe haklı sebepler üretecektir. Büyüyünce kötülük yapmak ile yapmamak arasındaki ince çizgi sanırım bir nedeninin olmasına bağlı.
Bugün yaşananlardan sonra yaptığım hatayı çok iyi anladım. Bir daha Aslan’ı yalnız bırakmayacağım. Aslan’ın bana ne tepki vereceğini bilmiyorum ama beni diğerlerinden ayrı bir yere koyduğunu hissedebiliyorum.
Hala öksürüyorum ve ateşim var. Umarım bir an önce iyileşebilirim.
***
16.10.1992 Cuma
Yusuf Demirci’nin Çocukluk Yıllarında Yazdığı Günlüğünden Bir Kesit
Bugün kendimi daha iyi hissediyorum. Okulu aksatmamakla çok iyi yaptım. Derslerin başındayız ve ipin ucunu kaçıramazdım.
Akşamcılar okulun bahçesinde birikmişlerdi. Sabahçıların çıkmasını bekliyorlardı. Okul bahçesinde yaramazlık yapan, koşuşturan, şakalaşan çocukların sesi geliyor. Son dersin bitmesi için adeta dakikaları sayıyordum. Aslan en sağda ve en arka tarafta camların olduğu bölümdeydi. Öğretmen masasının önündeki sıraların en arkasındaydı. Ben orta sıranın en önünde oturuyordum. Hayat Bilgisi öğretmenimiz Asım Tanrıverdi adında biriydi. Zalim biriydi. Sürekli bizi dövüyordu. Ellerimize acımasızca vuruyordu. Sanırım bundan zevk alıyor. Öğretmen (Ona öğretmenim demek istemiyorum) sert mizacıyla dersle ilgili araç gereçlerini çantasına yerleştirdi. Sopasını, çantasının tutma yerine paralel gelecek şekilde kavradı.
Hala ders zili çalmamıştı. Bir an önce gidip üzerimizi değişip kendimizi sokağa ve oyuna atmak istiyorduk. Aslan’ı da yapacağımız maçlar için çağırmayı düşünüyorum. Ama çok kötü bir şey oldu. Aslan yapmaması gereken bir şey yaptı. Aslan’ın oturduğu sıranın en önündeki sırada Bahar Şehitoğlu adında bir kız oturuyordu. Bahar fısıltıyla ‘Fazla kalemi olan var mı?’ diye sordu. Kimseden ses çıkmadı. Bunun üzerine Aslan elindeki kalemi gösterdi. Avucunun içerisinde döndürdüğü kalemi Bahar’a doğru fırlattı. Kalem havada süzülürken aslında gideceği yer çoktan belliydi. Kalemin uç kısmı Asım’ın gözünün altına geldi ve bir müddet orada asılı kaldıktan sonra öğretmen masasına düştü. Hepimiz korkuyla arkamıza yaslandık. Az sonra olacakları düşünüyorduk ve korkuyorduk. Öğretmen, bir anlık şokun ardından, kanayan yüzünü sildi ve sakince ‘Bunu kim attı?’ dedi. Öyle yumuşak ve kibar bir şekilde sormuştu ki hepimiz şaşırmıştık. Aynı ses tonuyla tekrar sordu ‘Bunu kim attı?’ Kimseden ses çıkmıyordu. Saniyeler adeta sürünerek geçiyor, o son ders zili bir türlü çalmıyordu.
Öğretmen aynı ses tonuyla istifini dahi bozmadan tekrar sordu ‘Bunu kim attı?’
Aslan pişman bir vaziyette yerinden kalktı. Yüzü yerdeydi. Ellerini önünde birleştirmişti. ‘Ben attım öğretmenim.’ Dedi. ‘Size geleceğini düşünemedim.’ Diye ekledi. Sesindeki korkuyu hissedebiliyordum.
Öğretmen ‘Yanıma gel.’ Diye emretti.
Aslan yürüdü ve onun masasının önünde durdu. Öğretmen kalktı ve düzenlediği çantasını ve işkence aletini güzelce masaya koydu. Sonra masanın olduğu yüksek kürsüden indi ve Aslan’ın yanına geldi. Göz ucuyla masaya bakıyordu. Tahta silgisini düzeltti. Ellerini göğsünde birleştirdi. Her şeyin mükemmel bir düzende olduğuna inandığı an Aslan’a müthiş bir tokat attı. Aslan’ın yanağından çıkan ses bir kırbaç gibi kulaklarımıza çalındı. Aslan sarsılmıştı ama düşmemişti.
O gün karanlık ve kapalı bir gündü. Aslan’ın kızarmış yanağı tozlu florasan lambaların altında daha da kötü görünüyordu. Bir şey daha oldu.
Tahtanın titreştiğini ve tebeşir tozlarının kalktığını görebiliyordum. O sırada öğretmen dahil herkes Aslan’a acıyan gözlerle meşguldü ama ben bu delice şeyi görüyordum.
Aslan’a korkuyla bakıyordum. Onda gizli olan bir şey vardı.
Bir türlü çalmayan son ders zili çalınca kimse yerinde bile kıpırdayamadı. Öğretmen henüz bize izin vermemişti. Tekrar kürsüye yürüdü ve özenle bıraktığı çantasını ve sopasını alıp sınıftan çıktı. Herkes birbirine bakıyordu ama Aslan dışında kimse çıkmaya cesaret edemedi.
Aslan arka sıraya yürüdü ve çantasını alıp çıkışa yöneldi.
Aslan’a yetiştim ve okuldan sonra maça gelip gelemeyeceğini sordum. Az önce sınıfta yaşanan olayı bir kenara koymuştum.
Aslan gözlerini yere dikmiş yürüyordu. Maç havasında olmadığını biliyordum ama yine de ona destek olmak istiyordum.
‘Bilmiyorum.’ Dedi. Sesi kuru ve öke doluydu. ‘Beni istemiyorlar.’
‘Sadece Ömer…’ demekle yetindim.
‘Diğerleri de istemiyor.’ Dedi.
‘Boş ver onları sen. Gelecek misin?’ diye sordum.
‘Evet.’ Dedi Aslan, ama köşeye sıkışmış ve bu maça gelmek zorunda kalmış gibiydi.
‘Eve gittikten hemen sonra Şimşek Bakkalın önüne gelirsin.’ Dedim.
‘Tamam.’ Dedi Aslan, sesi ağlamaklıydı. Kendisini ağlamamak için zor tutuyordu.
Elimi onun sırtına attım ve okul bahçesinden evlerimize doğru yürüdük.
Okul hayatı böyledir. Her gün yeni olaylar oluyor. Okulda yeni şeyler öğreniyoruz ama bu yeni şeylerin çoğu bizi eğlendirmiyor.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.