- 368 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
BEN BÖYLE ÇOK İYİYİM...
Hercaisi sözcüklerin
Bir bulut misali konduğum
Omzunda saklıdır varlığım
Ve aşkın çeperinde yakan
Ve de yanan bir rüzgârım
Ateş misali…
Kor hecelerde sektiğim
Aşkın idamesi yürek iklimim
Ve sergüzeşt mısralar kalemin nezdinde
Giyindiğim bir mintan gibi meylettiğim
Aşka hâkim kılan yüce Rabbin eseri
Muştalanmış bir isyan rençperi aşkın
O mıntıka ki kapıp da koyuverdiğim kimliğimin
Endamında uçuşan sakar bir kuşun meali
Nasıl ki umutsa
Ve özgürlük
Şüheda mazime attığım her çentik
Yosun tutmuş hatıralara mağlup geldiğim
Yüreğin ve meleklerin seferberliği…
Asi/l bir renk bildim beyazı bir ömür bir o kadar masumiyetin ç/ağrısında saklı o çığlık.
Geri dönülmez bir yoldaydım hem örtüştüğüm acılardan bihaber.
Özgün bir ritmim vardı evet ama bunun dahi farkında değildim ve uzun bir süre de bu böyle devam edecekti.
Sözcüklerin rengi yok iken ve de belirgin bir hızı…
Ve işte yazmaya odaklandığımda her şey ama her şey başka bir boyut kazanıyor ne günü ağırlıyorum yüreğimde ne de ölümü.
Ne sağdıcım biliyorum yalnızlığı ne de önceme öykünüyorum.
Garip bir ruh hali alabildiğine saf ve sefil varlığımın durağanlıktan kurtulup müthiş bir ivme kazandığı.
Ben de bilmiyorum bu göreceli ve sıradan hayatın nasıl oluyor da sıra dışılığa meylettiğini.
Denize hem yakın hem uzağım ama deniz kokusu gitmiyor burnumdan.
Uzun ve sıkıcı ve boğucu bir yaz mevsiminin ardından kapılarda karşıladığım Eylül ise resmen pestilimi çıkarmışken ve bu sefer Ekim ayını dört gözle beklediğim yeter ki o kasvetli hava dağılıp yok olsun demeye gücüm anca yeterken…
Belki sıradan bir su birikintisi addedilebilirim.
Lakin içimdeki duygu yoğunluğu ve hayal gücü ile kırıyorum tüm zincirlerimi sadece tutuklusu olduğum hayatın fıtratına aşina kalburüstü duyguların da müptelası iken ve işte ve işte hizaya sokuyorum her kim her ne varsa bana ket vuran set çeken.
Adeta bir film çekimi ve sette alıyorum yerimi lakin doğaçlama oynadığım daha doğrusu bire bir yaşadığım ve işin doğrusu bir alıntı bellediğim önceki hayatımdan arda kalan o yoğun ışığın hala sönmediği…
Firar etmem gereken bir gezegen ve de bir beden.
Fedaisi olduğum sevginin kusurlu ve kuruntulu halleri her ne kadar geri dönümü boşluk ve hüzün olsa bile sevmekten geri duramadığım bir eksen bir minval.
Önem arz eden tek şey ve işte tetiğine basılı tuttuğum parmağımla kalemi ateşlediğim…
Ateşli bir hicvi var hem hayatın aslında durağan aslında sıkıcı.
Bir renk oluşumu gün ağarırken güne erken başlamanın kıvancı ve ilk işim annemin yanına koştuğum.
Günü belirleyecek olan elbet kader lakin dualarımı eksik etmediğim ve kederin üstünü örtüp atıfta bulunduğum.
Göğün çağrısından tutun da uçuşan kuşlara kadar her detayda her varlıkta içselleşen duygularımın akabinde hayal gücümle isimler ve kılıflar biçiyorum gördüğüm her canlı ya da cansız varlığa görevler atfediyorum…
Misal…
Evin değişmez misafiri hayatını yalnız başına sürdüren kumru: adını Rahatsız, koyduğum ve tüm günü benim koyacağım bisküvi kırıntılarını beklemekle geçiren ola ki bir başka kuş gelip de onun nafakasını yemeye başlasın hırçın bir ruh haline bürünüp resmen diğer kuşları acımasızca dövebilen sözüm ona çift gezinen kumrulara inat yalnızlığını dünya âleme duyuran.
Varlıklar.
Canlı ve cansız nesneler…
Her biri benim için çok özel ve bir şiire bir hikâyeye dönüşebilen ve işte ruhumdaki dinginliği gözlem gücümle ve yazabildiğim kadar koruduğum ve kendimle uzlaşmanın da tek yolu iken sevgi ve severek bana eşlik eden kaleme duyduğum büyük aşk.
Tütsüler yanıyor içimde.
Alametifarikası hayatın ve işte çapkın rüzgâr iş başında ki ayaklarımı yerden kesen ve dilaltım iken yazdığım kelebek ömürlü şiir ve yazılarım bambaşka bir çehreye büründüğü kendimi kucakladığım yetmezmiş gibi devasa kâinatı içime sığdırdığım…
Dediğim gibi: yazarak mümkün kılıyorum her birini.
Maneviyatın beşiğinde büyütüyorum iman gücümü adeta bir bebek gibi ve yine aynı şekilde bir bebek gibi sarıp sarmaladığım annem ve ben bir sürü şeyi aynı anda yapıyor olmanın verdiği huzur ve güven duygusuyla rest eçkiyorum olası kötülüklere rest çekiyorum ters giden ne varsa ve rastlaştığım her öğe beni bana sunuyor bir o kadar evrene doğru bir yolculukla her şeyi ama her şeyi mümkün kılıyorum.
İlham bir yaratı ise eğer ki…
İdam sehpamda yerleşik iken duygular…
Ve işte kalemi ipe çektiğim…
Ve işte salıntıda olan duygularımın boynuna geçirdiğim ip ile dünde saklı ne varsa bir bir döküp sayfaya ve istediğim ne varsa bir bir ifa edip hayallerimi gerçek kıldığım bir saha bir mecra iken kalemin izini ve gizini sürdüğüm ve sürgün edildiğim coğrafyalardan firar edip içimde ve evrende saklı cennete olan yolculuğumu gerçek kıldığım illa ki yazmanın nezdinde gerçekleşiyor.
Uydum sevgi.
Uyuduğum kadar bir ömür erken uyanan bedenime eşlik eden duygularım…
Normalde geç yatan geç kalkan biri iken her şeyin tüm dengelerin değiştiği.
Sözcükler benim silahım.
Sözcüklerim benim şiarım.
Sözcükler benim çocuğum.
Sözcükler benim ibrem ve ibarem.
Sözcükler ibadet eder gibi…
Sözcüklere iade-i itibarım.
Sözcükler sırdaşım ve sağdıcım ve çocuk yanım.
Sözcükler sağım solum önüm ve arkam ve sobe.
Sözcükler bazen soytarı bazen ahkâm kesen bazen saçmalayan bir mizansen.
Kıpraşan duygular nihayetinde infilak edip bir şiire bir yazıya mahal verebilirken ruhumun da yorganı ve yüreğimin çiçek bahçesi.
Kelaynak kuşlarından farkım yok iken ve işte göç mevsimime denk gelen kalemin ibrazı ve bir kuş gibi uçabilmenin ta kendisi yetmezmiş gibi kalemimle evreni tavaf ettiğim ve en başta Rabbime koştuğum ve kendimde bulduğum bu yazma c/esareti ile tanıdığım ve çok sevdiğim nice insan bir o kadar yüreğimin burkulduğu bir o kadar nutkumun tutulduğu ve bir o kadar…
Bir o kadar kendimi kolaylıkla sevebildiğim…
Bir o kadardan da öte:
Sözcükler ve kalem benim yansımam ve idare lambam.
Efkârın bam teli.
Aşkın neferi.
Hüznün feri…
Ben böyle çok iyiyim…
YORUMLAR
KALEMİN HIZINA VE HAZZINDA DOYAMADIĞIMSA AŞİKAR BU BAĞLAMDA SON YAZDIĞIMDIR YİNE BU DENEMEME EŞLİK EDEN HALİ HAZIRDA KITALARI BEYİTLERİ AŞTIĞIMDIR AŞİNA OLDUĞUM DUYGULARDAN TÜRERKEN SÖZCÜKLERİM...
KALEMİN HIZINA VE HAZZINA DOYAMADIĞIM...
‘’Yaşamdan dilediklerimi gözden
geçiriyordum. En önemli ya da bana en çekici geleni, bir yaşam görüşü kazanma
dileğiydi (ve -bu tabii ki onun zorunlu bir kısmıydı- yazarak bu hayat
görüşünün doğruluğuna başkalarını ikna etmekti); öyle ki yaşam yine kendi
doğal, keskin iniş çıkışlarını koruyacak ama aynı zamanda aynı açıklıkta bir
hiç, bir rüya, bir boşlukta dolanıp duruş olarak kabul edilecekti.’’(Alıntı)
Hayat bir logaritma aslında duygularsa türevi yüreğin…
Mutlak doğrular kayıtlı adına mutluluk denen o muğlak g/örüntünün de bir gövdesi olduğum.
Biçilen değerler.
İçtimada geçerken hayat.
İkircikli sefil ruhlar.
Dağınık bir masa.
Delişmen rüzgâr.
Kutup Yıldızı çapkınca göz s/üzerken Şimal Yıldızına öykündüğüm aslında bir Yıldız olduğum gerçeğini kabullenip aralıksız kaydığım gök ve de zemin.
Muğlak bir tanrı saklı içimde: çelimsiz ve yalnız ve asi ve asil.
İçimdeki hengâme soluk kesmeden…
Mağdur bir çocuk saklı içimde rastlaştığı her kimse restleştiği…
Efsunlu bir yolculuk: bazen kükrediğim…
Emsalsiz bir d/okunuş…
Sözcüklerin ritmi hazzın devinimi ve mavinin asılı kaldığı bir iklim…
Şifrem kayıp.
Şifrem çalındı.
Çalıntı olmayan binlerce cümle kuruyor olabilmenin verdiği hazzı ise hiçbir şeye değişmeyeceğim iken de en sevdiğim gerçeğim…
Gerekçelerin ergen aşkı.
Sahiden de öyle ama:
Bir ergen gibi utanıp bir ergen gibi her söze kanıp bir ergen gibi…
Belleğimin yitip gittiği günlerin artık çok uzağındayım ve her kayboluş bir tuzağa düşürmüşken beni bir o kadar kendimden uzaklaştığım yetmezmiş gibi kendimden firar ettiğim…
Fedaisi olduğum ömrün bıçkın sesi ve deştiği yüreğim.
Bir manivela.
Konduramadığım bir isim bir sıfat.
Bir renk cümbüşü.
Duyguların taşkın cemiyeti ve meziyeti.
Çala-kalem yaşamanın verdiği manevi doyum ve İlahi Aşkın her zerresinde hiçliğime vakıf bazen bir kum saati gibi boşaldığım bazen bir kum zerresine dönüşüp s/onsuzlukla sınandığı…
Ve evet, benim zaafım ne var ne yok yazıp da kendime bir zarfa koyup kendime postaladığım…
Aşkın postalları ayağıma kaç numara büyük gelirse gelsin.
Yalnızlığın dayatıldığı bu ölümcül iklimde kim olursa olsun bana ters gelsin.
Yâdım.
Dünüm.
Yarınım.
Mevsimim.
Meylettiğim bir iksir şifalı bir ot misali kalemden aldığım her yudum rotamda beni saklı tutan ve işte tüm acizliğime tüm güçsüzlüğüme rağmen gemimi terk etmediğim…
Öngörülen hayatsa başım gözüm üstüne.
Giyindiğim hüzün de.
Kılıf biçilen yalanlar bense kolaylıkla yalan mı doğru mu ayırdına varıp kemale eriştiğim…
Selamsız sabahlarda Rabbim iken beni teselli eden ve tecelli eden her mucize bir bir şarj ederken hücrelerimi…
Hücre hapsinde geçerken hayatım, attığım voltalar yetmedi…
Attığım naralar yetmesi…
Hengâmesi ömrün ve pespaye düzenek gel gör ki: bakış açımla biçimlenen ve güzelleşen efektler…
Dumura uğradığım binlerce kerenin ve binlerce karenin nezdinde üçlü bir ütopya addedilse de hayata b/akışım ve işte bir kere daha şerh düşüyorum o üçlü rahmete:
İman gücü.
Aşk.
Umut…
Olmazsa olmazım belki de bir ederim olmadığı kadar dünya denen handa açtığım kapının da kulpu elimde kalırken üstüne üstük açılmayan ve geri döndüğüm kapılardan arda kalan hayal kırıklıkları ile yenidünyalar inşa ettiğim ve içimdeki cenneti hayata geçirdiğim ve hayatta yaşadığım cehennemi cahil c/esareti ile yerdiğim ve yokluğun mizacında ve de hiçliğimin sarmalında erdiğim zirve elbet s/onsuzluğun g/izinde saklı olduğum kadar saklı tuttuğum servetim…
Kaskatı kesilmiş olmam gereken bir andan ansızın firar edip delicesine esen rüzgâra da eşlik etmenin ötesinde hayallerimi gerçek kılmanın verdiği güç ve arzu ile ve de o öz-güven duygusunda saklı sevginin ölümsüz neferiyim…
Her kal geldiğinde, kendimden gittiğim…
Dünyanın ve insanların lal dilinde açık ara farkla hüzün denen kulvarda elimde tutuşan kalemle biliyorum ki: yaşamak hayli eğlenceli üstelik çektiğim bunca sıkıntının üzerine daha da büyüyen inancımla ben nihayetinde Rabbime ve kendime ulaştım…
Eylemler.
Edimler.
Her enstantane.
Her yürek.
Her fasıl.
Her hâsıla.
İade-i itibarı iken hayatın…
İnhisarında zamanın ve mekânın lakin ansızın mekânsız ve zaman ötesi bir yolculukla da eşleşti mi bedenim ve ruhum…
Bir bilinmeze gark edip de tek bilindik duygu iken; kalemin hızına ve hazzına doyamadığım bir o kadar acılarla beslenip dik başlı bir acıda bir dik açı olabilmenin de verdiği haz ve şükürle infilak eden yüreğime atıfta bulunduğum binlerce cümle kurmanın verdiği huzur ve sükûnetle arkamdan defalarca hançerlendiğimi de unutup umudun eşiğinde sevginin beşiğinde inancın da her zerreme nüfuz ettiği kadar telaffuzu imkânsız her ne varsa dile getirmenin verdiği huzur ve mutluluk ve de coşkuyu hiçbir şeye ama hiçbir şeye değişmem…
Mademki Zerdüşt böyle buyurdu…
Gülüm Çamlısoy