- 238 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 8. Bölüm
10.08.1992 Pazartesi Günü
Yaz tatili hızlıca akıp geçiyordu. Kur’an öğrenen çocuklar bir gurup gibi hareket ediyor, ara verildiğinde kalabalıkta ayrı oyunlar oynuyorlardı. Bu durum ister istemez diğer çocukların canını sıkıyordu.
Kur’an okumaya geçen çocuklar ailelerinin maddi durumuna göre çikolata ya da ucuz şekerlerden dağıtırlardı. Ama o yaz pek fazla şekerleme ya da çikolata yeme şansımız olmamıştı.
O pazartesi günü Kur’an kursuna gelen tüm öğrenciler, ben ve kıpırdamadan duran Aslan sessizce babamın gelmesini bekliyorduk. Kimse Aslan’a bakmıyordu. Herkes o yokmuş gibi davranıyordu. Babam hızlıca camiden içeri girdiğinde herkes toparlanmaya başladı. Babamın ince ve esnek vişne dalından yapılmış çubuğu yine elindeydi. Üzerindeki elbise perşembe günü giydiği elbiseyle aynıydı. Aslan altını ıslattığı gün bu elbiseler üzerindeydi. Her ihtimale karşı o akşam üzerine giydiği her şeyi anneme yıkatmıştı.
Babam köşesine geçti ve sırtını caminin duvarına yasladı. Bir şeyler konuşacağını herkes anlamıştı. Camideki tüm sessizliğe rağmen çubuğu sertçe yere vurdu. Hafif bir toz bulutu içeri sızan güneş ışıklarının arasından belirmişti. ‘Bazılarınız Kur’an’a geçti. Bazılarınız hala okumayı sökemedi. Yaz tatilini bitip okulların açılmasına ne kadar kaldı?’ diye sordu. Kimseden ses çıkmıyordu. Çünkü büyük bir çoğunluk o yıl Kur’an okumaya geçememişti. Babam sorduğu soruya kendisi cevap verdi. ‘Belki iki belki üç hafta daha buradasınız. Sizlerin de Mustafa gibi şekerini, çikolatasını dağıttığını görmek isterdim.’ Dedi. Mustafa, adı geçtiği için hafifçe dikleşti. Böbürlendiği her halinden belli oluyordu. Alnı geniş, sarı saçları önüne dökülen bir çocuktu. Sırf havalı görünmek için yüzüne düşen saçlarını yukarı doğru üfleyerek dağıtırdı.
Babam daha sonra okumaya geçen diğer çocukların adlarını tek tek saydı. Hepsinin yüzünde diğerlerine karşı bir küçümseme vardı. Bir tek Aslan, adı geçince hareket dahi etmedi. Başını eğmiş öylece oturuyordu. Kısa kesilmiş saçları yüzünden kepçeleşmiş kulaklarını iyice ortaya çıkarıyordu.
’Bak sen şu kepçe kulağa’ dedi Ömer. Diğer çocuklar gülüştüler. Ömer’in bileği alçılıydı ve Aslan’ın yaptığını unutmuşa benziyordu. Belki de bilek güreşinde küçük düştüğü için böyle yapıyordu.
Babam Ömer’i sertçe uyardı. Camide kimsenin küçük düşürülmesini istemiyordu. Ama Ömer’in ağzı durmadı. Kin dolu gözlerle Aslan’a bakıyordu. Babamı hiçe sayarak ve melodik bir tonlamayla ‘Aslan, Aslan altını ıslatan.’ Dedi. Bu tonlama bir çocuk şarkısını andırıyordu.
Babam otoritesinin iyice sarsıldığına hükmetmiş olacak ki Ömer’i yanına çağırdı ve avuçlarını açmasını emretti.
Ömer öfkeliydi. ‘Bana vuramazsın.’ Dedi. ‘Hele bu çiş kafalı yüzünden asla.’
Babam birkaç gün boyunca Aslan’ın altına işediği görüntüyü aklından çıkaramamıştı. Onun tüm çocukların önünde maruz kaldığı bu durumu, ne yapacağını bilmez bir halde çaresizce bekleyişini ‘Eve gidemem.’ Deyişindeki mahcubiyetini…
Üzerine bir de Ömer’in asiliği gelince onu sol kolundan tutup sertçe yere oturttu. Ömer, böyle sert bir tepki beklemiyordu. Gözleri dehşet içerisindeydi. Önce ne yapacağını bilemez bir halde birkaç saniye durdu. Sonra alçılı kolunu bahane ederek edepsizce ağlamaya başladı. Müthiş bir öfke patlamasına yaşıyordu.
‘Bana bu şekilde davranamazsın!’ diye bağırdı. ‘Seni babama söyleyeceğim.’ Dedi.
Camide müthiş bir sessizlik hakimdi. Herkes nefesini tutmuş Ömer’e ve babama bakıyordu.
‘Git kime şikâyet ediyorsan et.’ Dedi babam. ‘Sana bu yaşına kadar terbiye verememişler. Seni bir daha bu camide görmeyeyim.’ Diye öfkeyle bağırdı. Eliyle başını okşuyordu. Babamı daha önce böyle çileden çıkmış bir vaziyette görmemiştim. Hele cami içerisinde böyle bir halde olacağını hayal dahi edemezdim.
Babamın öfke patlaması Ömer’in öfke patlamasını bir anda silip yok etti. Tıpkı ani bir yelin yerdeki kuru yaprakları savurduğu gibi.
‘Geçen perşembe günü çok edepsizce şeyler yaptınız. Tam manasıyla edepsizlik.’
Ömer, utandığı için ve daha fazla ileri gidemeyeceğini bildiği için yere bakıyordu. Diğer çocuklar da şapkalarını önüne koymuş, geçen hafta yaptıkları bu utanç verici şeyi düşünüyorlar ve babamın yüzüne bakamıyorlardı.
‘Aslan’ın başına gelen bu talihsiz anın hiçbirinizin başına gelmediğini mi iddia ediyorsunuz?’ Sinirli gözlerle çocukları süzüyordu. Onun da duygularının olduğunu hiç düşündünüz mü?’ Kimseden çıt çıkmıyor, kimse zerre kadar kıpraşmıyordu. Emir? Remzi? ‘Ve diğer çocukların ismini tek tek saydı. ‘Yaşanan bu olayı komik mi buluyorsunuz? Ama komik olan sizlersiniz. Arkadaşınızın bu haline güldüğünüz ve onunla alay ettiğiniz için komik olan da kötü olan da sizlersiniz.’
Babam yerinden kalktı ve Ömer’i tekrar yanına çağırdı. ‘Senden bir daha şikâyet alırsam…’ Elinde tuttuğu sopayı hafif hafif salladı ve sert bir şekilde yere vurduktan sonra ‘Bu sopayı avuçlarında kırarım.’ Dedi. ‘Şimdi geç otur yerine.’ Diye bağırdı. Babamın sesi bir yıldırım gibi camini içerisinde yankılandı.
Ömer babamın iyice çileden çıktığını anladığı için sesini dahi çıkarmadan koşar adım yerine geçti.
Babam sopayı arkasına adlı ve küçük adımlarla rahlelerin arasında dolaşmaya başladı. ‘Edep bizleri insan yapan en önemli şeydir. Edepsiz insan her şeye, her günaha açık insandır. Sizlere kalan haftalarda teneffüs saati vermeyeceğim.’
Ben dahil hepimiz bu karara karşı çıkmak istedik ama buna cesaret edecek kimse yoktu.
‘Yaptığınız şey çok edepsizce. Kimse kimseyle özellikle bir camide dalga geçemez.’
Birkaç kişi gözlerini yere devirdi. Babamın aldığı karardan hiçte memnun değillerdi.
‘Ben de bir yere ayrılmayacağım. Hep başınızda olacağım. Ara vermeden, sürekli okuyacaksınız.’
Uzun bir süre kimse bir şey söylemedi. Babam köşesine doğru yürüdü ve oturdu. Çubuğu yere vurdu ve ‘Herkes dersini okumaya başlasın.’ Dedi.
***
1999 EGM Ulusal Mecmua Sisteminden alıntı
Yaptığımız araştırmalar neticesinde, Aslan Aslan olayını gerek bilimsel veriler ışığında gerekse basın ve medya yoluyla edinilen bilgiler ışığında, incelediğimizde Aslan’ın çocukluk döneminde yaşadığı ve yaşattığı bu doğaüstü olayları açıklamak mümkün değildir.
Kışın çetin geçtiği Erzurum ilimizde sadece Aslan Aslan’ın yaşadığı eve yağmur yağması olayı da bilimsel olarak açıklanamamıştır. Olaya sadece tanıklık eden insanların anlattıklarının bilimsel bir değeri de yoktur. Bu olayda sadece akıl yürüterek şunları söyleyebiliriz; 9 Mart 1979 yılında yani Aslan Aslan’ın dünyaya geldiği günde daha önce hiç karşılaşılmamış bir doğa olayı yaşanmıştı. Belki insanlık tarihinden önce de böyle bir mevsimsel olay yaşanmıştı ama bu durum kayıtlara geçmedi.
Aslan Aslan’ın yaşantısına dair, olayların bilimselliğinin doğruluğunu olayların en başından bitişine kadar anlatacak kimse kalmadı. Bir kişi ise hala kayıp.
***
13.08.1992 Çarşamba Günü
Yeşil Cami imamı Nedim Demirci birkaç gün Ömer Akın’ın serden geçti babası Hamdi Beyi bekledi. Ömer’in şikâyeti üzerine gelebileceğini ve camide taşkınlık çıkarabileceğini düşünüyordu. Nadim Hoca her şeyi göze alabilen bu tip insanlardan uzak dururdu. Yine de Ömer’in pazartesi günü kendini bilmez konuşmaları ve hareketleri karşısında takındığı tavırdan hiçte pişman değildi.
Nadim Hoca Öğle namazını bitirmiş çiçekli yoldan evine doğru gidiyordu ki cami avlusunda Hamdi Akın’la karşılaştı. Nadim Hoca bu adamı çok nadiren Cuma namazlarında gördüğünü hatırladı.
Nadim Hocanın stresli zamanlarda yaptığı alnına masaj yapmak gibi önüne geçemediği bir huyu vardı. Hamdi Akınla gireceğini düşündüğü tatsız polemik aklına gelir gelmez eli alnına gitti.
Hamdi Akın orta boylu, yaka bağır açık gezen, giydiği sivri burun ayakkabıların topuğuna basan ve bu haliyle tekinsiz biri gibi görünen bir adamdı. Her bakımdan girişeceği bir kavgada üstün gelebilecek gibi görünüyordu. El sıkışırken Nadim Hoca elinin acıdığını hissetti.
‘Hayırlı günler hoca.’ Dedi Hamdi kalın ses tonuyla.
‘Size de hayırlı günler Hamdi Bey. Sizi bekliyordum.’ Dedi Nadim Hoca gülümseyerek. Elini alnına götürdü ve masaj yapmaya başladı.
‘Pazartesi günü Ömer’le yaşanan olayla ilgili burada olduğunuzu düşünüyorum. Hemen belirtmem gerekir ki oğlunuz haddini aştı. Camide ders veren bir hoca olarak buna müsaade edemezdim.’
Hamdi Bey hocanın sözü biter bitmez konuşmaya başladı. Halinden ateşli bir taraftar gibi oğlunu savunacağı beli oluyordu. ‘Ben Ömer’in ne kadar terbiyeli bir çocuk olduğunu biliyorum öncelikle. Benim buraya gelme maksadım kullandığınız şu söz; oğluma bu yaşına kadar terbiye verilmediğini ve bir daha bu camide görmek istemediğinizi söylemişsiniz.’ Dedi.
‘Evet, o anlık öfkeyle bunları söyledim ama siz de şunun farkındasınız ki bu sadece sözde kalacak bir şey. Camiye kimin gelip kimin gelmeyeceğine çok ciddi bir durum yoksa ben karar veremem.’
‘Her neyse.’ Dedi Hamdi kalın ses tonuyla. ‘Bu tip durumlarda ki ben oğlumun terbiyesi konusunda eminim, onunla özel olarak konuşup uyarabilirsiniz. Kaldı ki daha geçen hafta sonu bir bilek güreşinde bileği kırılmış bir çocuktan bahsediyoruz. Oğlum kendisini kötü hissettiği bir dönem geçiriyor. Sadece bu konuya dikkat etmiş olsaydınız daha iyi olurdu.’ Dedi bu defa daha sakin konuşmuştu.
‘O olayı oğlumdan duydum. Sizin ki de rahat durmamış. Aslan’ın özürlü bacısıyla ilgili kötü şeyler konuşmuş.’
Hamdi ne söyleyeceğini bilemedi. Birkaç saniye düşündükten ve yakası açık olan göğsünü kaşıdıktan sonra ‘Benim oğlan öyle kötü şeyler söyleyecek biri değil.’ Dedi. Söylediklerine kendisinin de inanmadığı her halinden belli oluyordu.
‘Ayrıca,’ dedi Nadim Hoca. Elleriyle alnına masaj yapmaya devam ediyordu ‘Aslan’la alay etti. Belki duymuşsunuzdur, Aslan geçen hafta camide altına kaçırdı. Ve oğlunuz ona ‘Altına işemişsin.’ Diyerek güldü.’ Nadim Hoca üstünlüğü kurduğunu hissedebiliyordu. Çünkü Hamdi’nin oğlunu savunacak pek bir şeyi kalmamıştı. ‘Tıpkı Ömer gibi, o da kendini kötü hissettiği bir gün geçirdi.’
‘Ya hocam…’ dedi Hamdi. ‘Bırakın bu işleri, herkes gülmüş işte. Benim ki de gülmüş işte. Ben oğlumu çok iyi tanıyorum.’
‘Bakın.’ Dedi Nadi Hoca. Üslubunu bozmamak için gayret gösteriyordu. Taşıdığı cübbenin ağırlığını bilen birisi olmasaydı… ‘Bence oğlunuzu ve sizden gizlediği yönlerini bilmiyorsunuz. Eğer, gerçekten sorunu çözmek isteseydiniz oğlunuz için bir şeyler yapardınız. Oğlunuz gerçekten can sıkıcı şeyler yapıyor.’
‘Kendine gel hoca…’
‘Senelerdir burada çocuklara kurs veriyorum.’ Diyerek sözünü kesti Nadim Hoca. ‘Bahsetmediğim ya da kulağınıza gelmemiş şeyler de var. Bunlardan hiç bahsetmiyorum bile. Geçen yıl özürlü bir çocukla alay ettiğini söylemeyeyim bile. O ve arkadaşı Emir denen çocuk insanlarla alay etmekten anlamadığım bir zevk duyuyorlar. Oğlunuzla ilgili bunları söylemek istemezdim ama gerçek bu Hamdi Bey. Umarım beni anlamışsınızdır.’
Hamdi Bey neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi. Küçük bir çocuk gibi fırça yemişti. Yüzü kızarmıştı. Söyleyecek bir şey bulamıyordu. Topuğuna basarak yürüdüğü ayakkabının içerisinde bulunan küçük bir taşı çıkarmak için ayağını yukarı kaldırdı ve hafifçe salladı. ‘Ben onunla konuşacağım. Eğer bu söyledikleriniz doğruysa gerekeni yaparım ama eğer değilse…’ Yakası açık bağrını serçe kapattı. Hamdi sert adımlarla çiçekli yoldan yürümeye başladı. Birkaç metre çiçeklere değerek yürüdü. Dengesi kaybolmuştu ama hemen toparlandı.
Nadim Hoca masajdan kıpkırmızı olan alnından elini çekti. Derin bir nefes verdi. ‘Ömer’in karakterini kimden aldığı belli oluyor.’ Dedi alçak bir sesle. Sonra yavaş adımlarla, çok sevdiği çiçeklerine bir şey olup olmadığını kontrol ederek evine doğru gitmeye devam etti.
***
GAZETE GÜVERCİN
27 Temmuz 2000 Perşembe Arka Sayfa Haberlerinden Bir Kesit
Aşağıdaki yazı Aslan Aslan’ın ilkokul son sınıftayken yazmış olduğu bir kompozisyon ödevinden alıntıya aittir. Aslan’ın ilkokul öğretmeni Kemal ALAGÖZ yaptığımız röportajda şunları söyledi; bu kompozisyonu ve defteri saklamam gerektiğini düşündüm. Belki biraz da o yıllarda pul koleksiyonu yapıyor olmamın da etkisi vardı. Tabi bir de Aslan’ın müthiş zekâsı beni kendisine hayran bıraktığı içindi… Bu kompozisyon okuduğum en korkunç yazıydı ve en düzgün Türkçeyle yazılmıştı. Bir ilkokul çocuğundan bekleyeceğiniz şeyler değildi. Aslan için elimden geleni yatım. Zekasının fark edilmesi için testler yapılmasını için uğraştım. Fakat bu testler o dönem için beni aşan şeylerdi.
‘’Hep korkusu vardır, hep telâşlı… Ötelemeye uyanır her sabah hayatı, diğer tüm insanlardan kaçabilmek için. Çevreden, arkadaşlardan, babadan… Zehirdir, zemberektir, bin bir çeşit işkencenin tanığıdır, bir damla huzura muhtaçtır. İntikam için açar gözlerini, patlamış beyinlerini, pörtlemiş gözlerini, yanmış ve soyulmuş derilerini görmek için yaşar. Hayat işte böyledir.’’
Aslan Aslan’ın ilkokul öğretmeni Kemal Bey sözlerini ‘Bu sayfanın yazılı olduğu defterin kapağı çıkmış kemikler, kopmuş uzuvlar, acı çeken yaratıklarla doluydu.’ Diye bitirmişti.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.