- 235 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANLATILMAMIŞ HİKAYE KALMASIN
ANLATILMAMIŞ HİKAYE KALMASIN
“Ah be Hasan, böyle miydi anlaşmamız? Yıllarca evdi, arabaydı derken didinip durduk. Asıl bundan sonra rahata erecektik, hani? Bak, ‘emekli oldum’ diye seviniyordun. Daha ilk emeklilik maaşını bile çekemeden beni sensiz bırakıp gittin.” diye düşünürken Nuriye hanım eline aldığı telefondan girdiği sosyal ağların birinde bir reklam görür. Dikkatini çeken görselin içeriğini okuyunca reklamdan çok bir haber olduğunu fark eder. Habere göre belediye tarafından çeşitli kurslar açılacaktır.
Önceden beri dudağının arasına iğne sıkıştırıp bir yandan konuşan, bir yandan da dudağındaki iğneleri çıkarıp prova yapan terzilere hayrandır. “İyiymiş” der içinden. “Kurslar ücretsizmiş bir de ben de dikiş kursuna yazılayım.” Belediyenin internet sayfasından dikiş kursunun dolu olduğunu öğrenir. Birkaç kursa bakar, onlar da dolu. Haberin verilişinden itibaren iki saat geçmesine rağmen müracaat listesinin doluluğuna şaşırsa da evde tek başına zaman geçirmek zor olduğu için yemek kursuna başvurur. Yumurta bile kıramayan Gülay gelir aklına. Doğru ya Gülay da yemek kursuna gittikten sonra kendine bir hesap açıp ikide bir paylaşım yaptığına göre Nuriye Hanım neler yapmaz artık!
Bir kurs adı daha dikkatini çeker: Yazarlık Kursu. “Allah Allah, yazarlığın da mı kursu olur ki! Yemek kursuyla çakışmıyor, yazarlık kursuna da giderim. Bakalım, nasıl bir kursmuş.” Yemek kursunun zevkli geçeceğinden emindir de yazarlık kursunun da havalı olduğunu düşünür Nuriye Hanım “aman canım, sıkılırsam bırakırım. Diploma verecek değiller ya verseler de benim ne işime yarayacak?” der ve yazarlık kursuna da başvurur.
Üç gün sonra telefonuna bir mesaj gelir. İki kursa da kabul edilmiştir ve kurslar pazartesi günü başlayacaktır.
Bir yazar nasıl olmalı? Ne giyinmeli? Ne takmalı? Aklından geçen soruları kovalayamaz. Pazartesi sabahı sade ve şık olmaya karar verir. Gözlüğünün kulaklık kısmına önceden boncuklarla ördüğü gözlük süsünü takar ve gider.
Eğitmen, verdiği anahtar kelimelerden anlamlı cümle kurmalarını ister. Birkaç şiir okur. Diğer derse şiir yazmalarını ödev verir.
Bir hafta boyunca hiçbir şey yazmadan, yazamadan kursa tekrar gider Nuriye Hanım. Eğitmen, yazmak için okumanın önemini vurgular. Deprem sonrası yıkılan binaların ve etraftaki insanların olduğu görselden bir şiir yazmalarını ödev verir.
Nuriye Hanım karar vermiştir, okuyacaktır. Kurstan çıkar çıkmaz bir kitapçıya uğrar. Yazma tekniklerinin anlatıldığı bir kitabı alır.
Ödevini nasıl yazacağını düşünürken balkona oturup kitabını okumaya başlar. Kitap sanki konuşmuş, Nuriye Hanıma cevap vermiştir. Daha ilk cümlede Ernest Hemingway “Yazmakta bir şey yok. Tek yapacağınız, daktilonun başına oturup, kanamak.” der.
Demek ki bu kitap balkonda okunan kitaplardan değildir. Öyle kahveyle, çayla poz vermeye niyeti yok. Geçer bilgisayarının başına. Bilgisayar Nuriye Hanıma bakar, Nuriye Hanım bilgisayara. "E, oturdum bilgisayarın başına!" der. Daktilo olsaydı daha kolay yazardı, bilgisayar başında oturduğundan mı yazamıyor acaba?
Belli ki biraz daha okumak gerekir. “İçinizde anlatılamamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir sıkıntı yoktur.” cümlesini okuyunca anlatmadığı, anlatamadığı şeyleri düşünür. “Ah Hasan, sana anlatmak istediğim hikayeler birikti” diye geçirir içinden. Çok doğru söylemiş Maya Angeolu: “İçinizde anlatılamamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir sıkıntı yoktur.”
Evet, anlatacaktır Nuriye Hanım, her şeyi yazarak anlatacaktır artık, Hasan Beye anlatır gibi. Yazdıkça açılır, yazdıkça ferahlar, yazdıkça rahatlar. Görselde deprem sonrası yıkılan binalar vardır ve yıkılan binaları tamir eden inşaat işçileri. Gördüklerini olduğu gibi yazar Nuriye Hanım. Zamanla betimleme yapmayı, insan karakterleri oluşturmayı dener. Her deneme sonrası çıkan üründen memnun kalır. Kendini o görsele benzetir. Yazdıkça yenilenen ruhunu sever. Yıkılan insanlar da yazarak tamir ediyorlar demek ki kendilerini, kelimeler de inşaat işçileri.
Yemek kursunda öğrendiği Dünya mutfağı onu Dünya Edebiyatına da götürür. Yemek yaparken her şeyi aynı anda atmıyoruz ya tencereye; her şeyin sırayla doğrandığı, kavrulduğu gibi kelimeler de sırayla doğranıp kavrulmalı cümlede. Her işin mutfak kısmını kavramak gerek.
Nuriye Hanım hayatı boyunca hiç sevmediği şiire de ışık yakmaya başlar. Çizgi, nokta diye diye aruzu çözer; heceyi öğrenir. Öylesine katıldığı bir şiir yarışmasında derece bile kazanır. Şiir, deneme, hikaye yazıları yazdıkça her konuda yazılmış şiirleri ve yazıları da inceler. Aslında Dünya Edebiyatında hiçbir yazarın yazdığı konu yeni bir konu değildir. Nuriye Hanımdan çok daha iyi yazarlar, çok ünlü şairler her konuyu işlemişlerdir. Bazen “her konudan bahsedilmiş, ben niye yazıyorum ki” diye aklından geçirse de edebiyatın geçmişle gelecek arasında bir köprü olduğunu, her kalemin döneminin tarihine tanıklık ettiği gerçeğini zihnine kazır. "Türk Edebiyatı zaten çok zengin. Nazım da nesir de zaten türlü örnekleriyle renk renk. Her şeyi geç, bir deyim söyleyecek kapasitede değilsem de maksat ’Çorbada tuzum olsun’, yeter ki yazdıkça ruhum yenilensin, yeter ki anlatılmamış hikaye kalmasın."
"Ha, her şeyi sana anlatıyorum madem, ’anlatılmamış hikaye kalmasın’ madem; yüz göz olmadım diye sosyal medyada senin de ne yaptığını bilmiyorum sanma Hasan!"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.