- 300 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HAYAT OKULU
Hayat bir okul, biz insanlar müzmin öğrencileriz ve mezuniyet törenimiz ise cenazemiz. Bu okulun başarı notu nedir elbette bir fani olarak bilemem. Ama bize öğretilen; iyilik, dürüstlük, namuslu olmak, doğru sözlü olmak vb erdemler. Ancak okulun içine girdiğimiz anda bu erdemlerin beş para etmediğini maalesef acı tecrübelerle öğrenmekteyiz. Her insan başlangıçta güvenmek ister ama hayat boyu yediği kazıklar neticesinde güvenmemesi gerektiğini acı da olsa öğrenir. Bu sebeptendir ki şimdiki çocuklara bize öğretilenden farklı bir hayat dersi veriyor ebeveynler. Şöyle ki sıkışınca yalan söyle, sen sen ol asla kimseye güvenme, âlemin aptalı sen misin mecburiyet oluşmadıkça sorumluluk alma… bu liste haddinden fazla öğretilebilir elbette.
İnsanın hayat hakkında bildikleri kendi yaşam tecrübelerine dayanır. Elbette benim ki de öyle. Muhtemelen her insanın da bahsettiğim bu tecrübeleri öyle iyilik dolup taşan neşe ile deneyimlenen tecrübeler değildir. Hayal kırıklığına uğrarız, kandırılırız, aldatılırız ve buna hayat işte deriz. Burada önemli nokta ise aslında insanın kendi kendine öfkelenmesidir. Yani hayatınızdaki herhangi birisi sizi kandırmışsa, aldatmışsa, güveninizi boşa çıkarmışsa aslında bunun temel müsebbibi sizsinizdir. Zira siz, sizi kandıran insana güven ile yaklaşmasaydınız sizi kandıramayacaktı, sizi hayal kırıklığına uğratamayacaktı. Genelde en çok sevdikleri en büyük yaraları açar insanlarda. Sokakta hiç tanımadığınız bir insanın sizi incitme oranı son derece düşüktür. Çünkü zihinsel dünyanızı ve gizli bahçenizin kapılarını açmamışsızdır o insana. Ancak sizi tanıyan, bahçe kapınızdan içeri giren, zihinsel dünyanızı çözümleme fırsatı verdiğiniz kişi sizi en derinden yaralayabilir. Bu kişinin karakterine, şahsiyetine ve kişiliğine bakar. Bunu önlemek için tüm insanlara kapıları kapatmak bir makul ve mantıklı bir çözüm yolu değildir elbette. Zira insan sosyal bir varlıktır. Peki, bunun mantıklı ve makul çözümü nedir? İnsan daha temkinli davranmaya başlar. Bahçe duvarlarını kalınlaştırır ve yükseltir. Daha seçici olmaya başlar. Samimiyet seviyesini azaltır, soğuklaşır. Bu yolun sonunda ise insan herkese karşı yabancı olur çıkar. Ancak maalesef insanlar yalan söylerler. İnsanların söyledikleri yaptıklarını çoğu zaman tutmaz. En çok dostuz, arkadaşız dediklerinden yer insan kazığı. Bunun temelinde ise kıskançlık ve fesatlık yatar.
Kıskançlık ve fesatlığın temelinde ne vardır? Yani bir insan bir diğerini neden kıskanır? Malum kıskançlık insanlık tarihinin en eski ve en güçlü hislerinden birisi. Şeytan Adem’i kıskanmasaydı insan dünyaya gelir miydi? Kabil Habil’i kıskançlık yüzünden öldürüp kardeş katili olmadı mı? Bir insan diğerini şu yüzden kıskanır; kıskanılan insan ya kıskanan insan olmak istediği yerdedir, olmak istediği fakat olamadığı kişidir ya da kıskanılan insanda kıskanan insanda olmayan maddi ya da manevi bir şey vardır. Kıskançlık insana her türlü kötülüğü yaptırabilir. Çok tehlikeli bir duygudur ve öyle bir anafordur ki insanın zihninde büyüdükçe büyüdüğü zihni de yutar ve kendi karanlığında kaybeder. Kimi insanlarda kıskançlık, fesatlık yok denecek kadar azdır. Yeni bir ev aldığınızda, yeni bir araba aldığınızda yeni bir telefon aldığınızda bazıları yalnızca hayırlı olsun der ve unutur mesela. Sıreti sureti bir olan bu insanlar diğerleri için bir tehlike arz etmezler. Ama bazıları sizin kötü olmanızı isterler. Kötü bir arabaya binmenizi, kötü bir evde oturmanızı, kötü bir telefonunuz olmasını ve bunun sonu gelmez. Diliyle belki hayırlı olsun der ama kalbindeki kıskançlık ateşi harlanmıştır bir kere. Ne yazık ki böyle insanlar kendilerini çok iyi kamufle ederler. Çoğu zaman yalnızca Sherlock Holmes’in gözlemleme yeteneğiyle ortaya çıkabilecek kadar kamufle olabilirler. Çoğu insan belki de düşmanının burnunun dibinde olduğunu anlamaz bile. Bu açıdan bende çok kör bir insan olduğumu açık yüreklilikle söyleyebilirim.
Yetiştirilmemden midir, genlerimden midir, çevremden midir bilemem ama son ana kadar etrafımda neler döndüğünü anlayamam, analiz edemem. Belki de çok konuştuğumdan gözlemlemeye daha az vakit ayırmamdan kaynaklanmaktadır bu durum bilemiyorum. Ama durup düşündüğümde beni yaralayan insanların neredeyse tamamının en yakınlarımdan müteşekkil olduğunu söylersem sanırım yalan söylemiş olmam. Aslına bakılırsa buna da pek anlam verebilmiş değilim. Zira herkes bilir ki ben dost canlısı birisiyimdir. İnsanlar hakkında kötü düşünmek pek âdetim değildir. Herkes iyi olsun isterim. İnsanların sahip olduklarıyla pek ilgilenmem. Çünkü kendimi böyle huzurlu hissederim. Ama nasıl oluyor da insanlar benden nem kapıyorlar, bana karşı fesatlık besliyorlar anlamıyorum. Bir de her defasında mı olur bu durum ya? İnsan her defasında mı yanılır? İnsan her defasında mı kandırılır? Ama hakkımı ne bu dünyada ne de öbür dünyada helal etmiyorum. Bunu da her mecrada çekinmeden söylerim demek isterdim açıkçası ama her doğru her yerde söylenmiyor ve çoğu yerde de doğru olarak değerlendirilmiyor. Zorbalıktan ve küstahlıktan arınmış bir toplumda yaşamadığımdan çoğu zaman lafın gelişi helallikler verdiğim oluyor elbette. Ama kalpten söylemiyorum elbette. Yani bu şuna benziyor; birisi size ‘nasılsın?’ diye soruyor iyi değilsin belki ama lafın gelişi ‘iyiyim’ deyiveriyorsun işte. Belki de bu konuda konuşmak istemiyorsun, belki de kendini anlatmaktan sıkılmışsın, belki de karşındaki insan anlatmaya değmeyecek bir insan. Oluyor böyle şeyler önlemek mümkün değil. Aslına bakılırsa ben o filmlerde, dizilerde dalga geçilen ezik insanlardan birisiyim. Birazda bundan kaynaklanıyor. Nasıl ezik olmayacaksın? Ben 1982 senesinde doğdum. Yani 1980 darbesinden 2 sene sonra. Öyle bir baskıcı yumruk indi ki toplumun başına cuntacı, baskıcı darbe anayasası bile % 92 oranla kabul edildi. Bütün toplum baskının altında inim inim inliyordu. Gittiğim okullarda tamamen askeri yönetimin izleri vardı; rahat, hazır ol! Eğitim de bu baskının altında ezilmişti. Okulda derslere çalışmak kurallara uymaktan sonra geliyordu. Başarılı öğrenci öğretmenlerinin sözlerini dinleyen, sorgulamayan, hakkını aramayan, otoriteden yana olan öğrenciydi. Özgüvenimiz ezim ezim ezildi. Bunun dışında ebeveynlerimin eğitim seviyesi yok denecek kadar düşüktü. Ailemde kitap okunmazdı asla mesela. Gerçi onları suçlamayacağım. Benim annem ve babam kendi keyifleri için beni terk ettiklerinden beni babaannem ve dedem büyüttüler. Durum böyle olunca ben akranlarımı bir jenerasyon geriden takip etmek zorunda bırakıldım. Benim vefakâr dedem 4. Murad’ın kafası kesilmiş kelle koltuğunda Bağdat’ı fethettiğine inanıyordu mesela. Kesinlikle onları suçlamıyorum. Onlar üzerlerine düşenleri yaptılar. Bir de insanın öz anne babası yanında değilse kendini hep eksik hep ezik hisseder. Hiçbir zaman tamamlanamazsın. Bu yazdığımı annesiz babasız büyüyenler çok iyi bilirler. Çünkü arkanızda güveneceğiniz hiç kimse yoktur. Bu acı vericidir. Özgüveniniz hiçbir zaman filiz vermez, filiz verse de kurur gider. Çünkü hep iyi olmak zorunda hissedersiniz kendinizi. İnsanlara kendisinizi ispatlamak zorunda hissedersiniz. Yani annem babam yok ama ben iyi birisiyim. Bu bir bataklığa benzer, debelendikçe batar gidersiniz. Belki çoğu insan bu yazdıklarımı anlamsız bulacaktır ama gerçekler bunlar. Velhasıl-ı kelam öyle ya da böyle kendine güvenemeyen, özgüven eksikliği bir birey olur çıkarsınız. Suçu önce kendinizde ararsınız hep. İnsanlar sizi paramparça ederken siz insanları kırmaktan korkarsınız ve insanlar sırtınıza bindikçe binerler. Sizi kullanmaya başlarlar. İşlerine yaradıkla size dostça davranırlar. Sizi engellemeye, kösteklemeye başlarlar. Hiç kimse kölesini kaybetmek istemez çünkü hiç kimse eşeğini kaybetmek istemez. Bu oldukça acı verici bir kanma ve yanılsamadır. Benim gibi insanlar koşulsuz güvenmek isterler, koşulsuz sevmek isterler, teslim olmak isterler ama kendini böylesi altın bir tepside insanlara sunmak oldukça tehlikelidir. İnsanlar senin yaşadıklarını yaşamadılar. O yüzden seni anlamazlar. Bunu hayatımda defalarca tecrübe ettim. Ayrıca okumayı sevmeye bir toplumda yaşadığımdan çoğu insanın daha yazının başında okumaktan sıkılıp yazıyı bıraktığını biliyorum. Aslında biraz da o yüzden bu kadar rahat düşüncelerimi yazıyorum. Çağımızda çok nadir bir azınlık okuyor artık. Değerli bir azınlık. Cahillik ve kabalığın kutsandığı bir çağda okumanın kıymeti harbiyesi kalmadı desem yalan söylemiş olmam. Her şeyin özeti, videosu, resmi var nasıl olsa, okumanın ne alemi var diyor çoğu insan. O sebepten benim gibi yazma hevesinde olanlar rahat rahat, uzun uzun ve çekinmeden yazabilirler. Nasıl olsa kimse okumayacak ve okuyanlar ise zaten sizi anlayacak zihinsel olgunluğa ulaşanlar olacak.
Okuduğum bir kitapta travma kelimesinin kökeninin yaralanma-yara almaya dayandığından bahsediliyordu. İşte bu hayat okulunun öğrencileri biz insanlar travmalar ile ders alıyoruz yaşarken. Günün birinde hepimiz mezun olacağız bu okuldan. O zaman da kendimizi haklı bulup aklayabilecek miyiz?
(26.06.2019)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.