- 215 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sitemim
Yüreǧim aǧır yenilgilerin hicranıyla kalabalıklarda gezerken hüzünlerin notalarının çaldıǧı barlarda akşamları her gün yeniden sahne alacağım yalnızlığımı karanlıklara yazıyorum şimdi, son sevgi şarkısını çalan pilaǧı dinleyerek Frankfurt’un kenar muhallelerindeki ücra bir köşesinde.
Rolleri paylaşan üç nesne var. Bunlar; sen, ben ve bir de ikimizin buluştuǧu ortak nokta olan hüzün. Sahte gözyaşlarıyla mutluluǧu içerek şarap sarhoşluǧunu yaşatmıyor hayat bana. Korkak cümlelerin şiddetine boyun eǧen aksak yürüyen bir at gibi koşarken geride kalmanın kırılganlıǧını yaşıyorum sadece. Bütün dünyayı unutarak kendi gerçeǧime dönüyor ve seni düşünüyorum asfalt yolları ölçerken. Gençliǧimde, ya da Adana Erkek Lisesi’nde okurken, derslerden sonraki bütün vaktimi üniversite sınavlarına hazırlanırken geçirdiǧim Atatürk Parkı’nın içindeki bir çam aǧacının altında geçen zamanımı arıyorum şimdi sessizce sensizliǧe katlanarak. Yılların mitralyöz aǧırlıǧı iniyor sırtıma ne zaman ayaǧa kalkmak istesem. Frankfurt şehirinin içinden geçen Main Nehiri kıyılarında gezerken bazen her şeyi bırakıp koşarak o şehire gitmek istiyorum koşarak. İçimdeki kanayan yaralarımala, yüreğimde yanan yalnızlık sızısını dindirmek için. İki de bir saate bakarak durmadan ve hüzünle dönen saatin ibresinin yorgun adımlara alışkanlıǧına alıştırmaǧa çalışıyorum bu havaların hüzünüyle. Gelgitlerle, el sallamalarla, vedalarla bakıp bakıp suskun kaldırımlarına zamanın. Ne yapıyorsun, ne arıyorsun diyenlere, klasik cevaplar vererek geçiştiriyorum, iç dünyamın gizli hüznünü kimseyle paylaşmamak için. Düşünüyorum, düşünüyorum, hem de saatlerce boşuboşuna bir sonuca varmadan. Ya da Ahmet Kutsi Tecer’den bir kaç mısra okuyarak. Bir yılgınlık çöküyor içime dizlerim tutmuyor, kırgınlıǧımın sevgiliye olduǧu gerçeǧi bi randa yirmilik bir çivi gibi saplanıyor ölümcülce beynime…
Mor leylak çiçeklerini buketleyerek yüreǧimle armaǧan ediyorum, yanımda olmayan varlıǧına. Hani şu ünlü halk deyimiyle söylenen söz gibi: “Ne zaman ihtiyacım olsa yanımda yoksun”u var ya… İşte öyle bir şey benim yaşadıǧım. Kurtulmak için debelendikçe içine battıǧım o pis kokulu laǧım çukuru, ya da 1980’li ve 1990’lı yıllara kadar pisliǧinden geçemediǧimiz şehiri ikiye bölen Seyhan Nehiri’nin istenmeyen ve burunların direklerini kıran o parfümü. Ha işte bu öyle bir koku, yüreǧimin darmadaǧınlıǧını toparlayamayan. Gırtlaǧıma kadar içine gmüldüǧüm zaman denen illet. İnşallah bu bataklıktan çıkamam da bu acıyla yok olurum. Tek tesellim budur tutunabilecǧim biricik direkte. Dilim pelteklenmiş, konuşma yeteneǧini kaybetmiş, beynim durmuş, adım atma cesarei kalmamış. Test sorularının boşluklarını dolduracak bütün bilgilerimi çalmış hırsızlar… Cellat biraz ileride bekliyor, son yaptıǧım yanlıştan dolayı boynuma ipi ǧeçirmek için. Kadınlar, halalarım, teyzelerim ve beni seven herkes saygı duruşuna geçmiş gibi benim kapıdan çıkışımı bekliyorlar. Ama hiç bir şey doldurmuyor senden kalan bu boşluǧu, dolduracaǧa da benzemiyor. Gidiyorum, raflarından gelişigüzel bir kitap çekiyorum okumak bahanesiyle kendimi kandırarak, bakıyorum ismine hiç de iç açıcı bir kitap deǧil. Avrupa da çiftçilerin 1500’lü yıllarda kıran kırana verdikleri mücadelenin neden başarıslıǧa uǧradıǧını anlatıyor. Bakıyorum bir kez daha evire çevire kitaba ve son yapraklarını son bir defa daha okuyorak fırlatıyorum odanın ortasına. İşte o an iǧreniyorum kendimden. Neden kitabı fırlattım diye çıkışarak. Bedenim yaralanıyor yeniden düşüncelerimin şiddetiyle bana acımadan. Alıyorum elime, yanlızlıklarla süslü verilmiş hediyelerimi gözbebeklerimin nemle yıkandıǧı bi randa. Ovalıyorum onları kendi elimle. Aǧlamayın diyorum, ama dinlemiyorlar beni. Hemen sırtıma bir şeyler geçirip evden çıkıyorum “O”nu aramak için. Uǧramadıǧım hiç bir durak, binmediǧim hiç bir otobüs ve tramvay kalmıyor bu şehirde. Metroları dolaşıyorum, ama nafile… O zaman denen hırsızın kapkaçlarına boyun eǧerek yok olmuş birden. Zaman geçerken bir an da olsa psikolojimin uǧradıǧı tahribatı ve tehciri düşünüyorum birdenbire. Ve hayatın gittikçe azaldıǧını hissediyorum korkarak kimseye bir tek kelime söylemden. Yinede onu içimden terk edemiyorum bütün şiddetli öfkelerime raǧmen. Küfürlerin, kızmaların, pişmanlıkların, nefriti, sevginin, yenilginin, sitemin, sevginin her türlüsünü yaşatıyor o an bana…
Sonra yine baǧırıyorum avazım çıktıǧı kadar. Yolda giden diǧer insanlar benim kafayı sıyırmış olduǧumu düşünerek uzaklaşıyorlar hızlıca çevremden. Erken yaşanılması gereken şeylere geç kaldıǧımı hayıflanarak kabul ettirmeǧe çalışıyorum. Sonra sevgiyle nefretin buluşma noktası olan bir tepeye geliyorum çevreme bakmak için. Belki orada seni bulurum düşüncesiyle… Arkasından şeytana uyarak pılımı pırtımı toplayarak sana göçmek, gönlüne sıǧınmak için rüyalarımla ve ruhumla olmayan bir valiz hazırlıyorum bunun için. İçi sadece sevgiyle dolu olan. Zaten benim gibi bir züǧürtte bundan başka bir şe de bulamzsın ki, arasan da. Bakıyorum bua rada mevsim sonbahar olmuş. Kalsın diyorsun bahara gönül kapının zilini korkuyla çaldıǧımda. Anlıyorum ki, yolların çıkmıyor aşkıma… Seni terk etmek istiyorum ruhumdan, canımdan bedenimden yeniden. Yine her zamanki gibi yeniliyorum tersi düşüncelerle kaplanan beynimde. Yoruldum diyorum kendi kendime isyan ediyorum inanmadıǧım o aşaǧılık yaratana. Zaten onu hiç bir zaman sevmediǧimin iknasıyla bilincimi yeniden uyandırarak; “o zaten iyi bir yaratıcı olsa, yeryüzünü harabe eden şu insan canavarını yaratmazdı, milyonlarca insanı gaz odalarında öldürmezdi” diye kendi varlıǧmla varsızlıǧımı suskunluǧa çeviriyorum. Bahtıma sevinmiyorum, ruhumda kopan fırtınalara sarılarak uçuyorum kendimi yeniden yücelterek. Göçmen kuşlarının bu şehiri terk edişinden beri, şarkıların aynı makamda çalmadıǧının farkında oluyorum. Bir köşede oturarak beklerken efkarla demlenen gözlerime artık buraları terk et unut gitsin herşeyi uyarısını yapıyorum sessizce… Yanaklarıma doǧru akan yaşlarımı bir selpak mendiliyle öldürerek katil mertebesine yüklüyorum benliǧime.
Tam bu esnada yüreǧimden yaralandıǧımı hissediyorum üzülerek. Elimden kaptırdıǧım sancak için artık ihanetçi damgasını kendime vuruyorum. Kendi kendimi noterden tasdikli bir belgeyle damgalıyorum. İhanetin ismi ise suçlamalarım, yaptıǧım yanlışlıklar, uǧradıǧım hayal kırıklıǧının öfkesi olarak çarpıyor kendini suratıma. Sonra anlını yüreǧime dayıyorum bütün içtenliǧiyle. Sıcak bir duygu sarıyor yüreǧimi yeniden. Elimden tutmadıǧn yalnızlığımı paylaşmadıǧın günlerin şerefine yudumluyorum nefesimi yeniden derin bir of çekerek.
Dönüp bakıyorum arkama, sen her zamanki zarifliǧinle; kızǧınlıǧında bile gülümseyen yüzünle bir kelime savuruyorsun aǧzından “çılǧın aşık” gibi bir şeyler söyleyerek. Bir ara korkuyorum: Al sevgini, geri veriyorum demenden. Panik yapma hüseyin! Diyorsun. O an durup boynuna sarılasım geliyor, ama utanıyorum, yani bir utangaçlık bastırıyor elemle yüreǧimi. Şimdi yeniden ruhumu teselli dalgası sarıyor birden bire... Kilitlerimi yanlış kapılara vurmadıǧıma dair sevinç dalgasında boǧulurken; sen “sakin ol! Sadece bir kahve içeceǧiz” diyorsun. Yeniden alınıyorum, devrilmiş bir vagon gibi eǧri büǧrü oluyorum. Gözlerim nemleniyor yeniden. Korkuyorum kızmandan ve yeniden terkedilmeten. Cesaretsizliǧimden “erkek gibi erkek olmayışımdan”, aǧlamaktan, hüzünden. Yeniden sevinmenin bu kez sonsuza kadar sürmesi için susmanın en büyük çözüm olduǧunu kendime anlatarak mutlu olma tesellisyle tecellimdir diyerek bir öpüş konduruyorum ruhumda yanaklarına sessizce ve mırıldanmadan. Aşk bir insanın içinde doǧmşsa bir yere kaçamaz, buna imkan da yoktur zaten. Ne tuaf bir durum benim için böyle anlar. Yüreǧimi acıtanın da sevindireninde sen olduǧunun sevincini yaşayarak tatmak. Hep zorluklara inat aşk bir ilaç, bir merhem yaralarıma, yüreǧimin yarasına. Bu andan itibaren içimdeki bulanık suların durulduǧunu hissederek adımlarımı hızlandırıyorum. Şimdi çöle yaǧan yaǧmur gibisin, sevdan yaǧıyor üzerime ve yeşeriyor bedenim bahar gibi sonbahara inat. Giderken gönlüme bıraktıǧın sonbahar, şimdi bir bahar mevsimi olarak gelişinle geri dönüyor sevinçlerime…
Bütün bunların toplamından edindiǧim tecrübelerimde bir yargıya vararak bir karar veriyorum yüreǧime bundan sonra uyması için kural olarak. Ve şu sonuca varıyorum: Yıllar boyu yaşadıǧım acida, senden önce uǧradıǧım yaşamın hayal kırıklıkları ve sitemlerin aslında beni sana sunmak için geçen bir zaman hazırlıǧı olduǧunu farkediyorum içimde buruk bir sevinçle. Senden önce kurduǧum bütün diyaloglarım, sohbetlerim, hatta sevip saygı duyduǧum ve dost görüp yanılmalarımın birer sınavdan, finale kalınmış bir sınavdan başka bir şey olmadıǧını kanıtlıyorlar bana. Yapılan bütün balistik incelemeler silahın paslandıǧını ve kullanılmaz hale geldiǧini belirtiyorlar hazırladıkları raporunda. Zaten öyle maceralarla dolu, zengin bir yaşantım da olmadıǧı için geçmişimle hesaplaşma gibi bir dertte edinmiyorum kendi kendime...
Sensiz yıllarım, anılarım seninle geçen bir günün yanında hiç kalıyor desem yine abartılı diyeceǧin için durumu bu kez daha diplomatik bir çıkışla kurtaramaǧa bakıyorum. Oluşum içinde geçen uzun yıllar beni sallayarak kendime getirmemiş, bunu seninle yaşarken anladım. Bunlar; cılız, verismi, kıraç arazilerde büyüyen kısa boylu bodur aǧaçlar gibi steplere yayılan ormanlar misali gölgesiz. Ve bu steplerin içinden geçen sadece bir demir yolu. Adeta Moskovadan Çin’e kadar uzanan bir çift raylı demir yolu gibi. Hep tek yönünü uzaklara dönmüş ne beklediǧini bilmeyen, kendi kurduǧu dünyasında mutlu olmaǧa çalışan beklentileri boyunu aşan birisiyim ben. Anılarımı yazarken ve kendi üzerime yargılarda bulunup deǧerlendirirken. Kavşakta yürüyen, her kaldırım taşina çarpıp düşeceǧini zanneden bir çocuk gibi korkularla yüklü. Gönlü bencillikten arınmış hep vermeyi yeǧleyen, karşıdakilerinin ise bunu yaranmak olarak algılayarak, yorumlayıp suratıma vurdukları aǧır acıların bedeli olarak geri dönen bir bedbah. Uzun yolculuklarda mola vermene bu bedbahlıktan kurtularak bir liman araba sıǧınmak için. Uǧradıǧım bütün limanlardan korktuǧum için ve hücrelerimde işte bu liman tam aradıǧımdır diyerek sıǧındıǧım sevgi limanı. Şimdi artık bir liman aramıyorum, fırtınaya raǧmen sıǧınmak için. Bu koydaki limanda demirlemek birinci ve nihai bir hedef olarak ajandama kayıt ediyorum bir daha unutulmazcasına… Boş ve beyaz bir defterdim sen gelene kadar kalem elimde yazmak için bekleyen. Çünkü herkesde bu deftere yazılmak için yeterli degillerdi her açıdan. Şimdi bu defteri, bu temiz ve beyaz sayfaları senin için en güzel deǧerlerle donatmaya başlayacaǧım geri kalan hayatın süresini doldurana kadar. Yollar yine ayaklar altında deǧersizce çiǧnenselerde, sen var olduǧun deǧerini koruyacaksın. Buna en güzel örnek “altın yere düşmekle paslanmaz” atasözü cevap olarak verildiǧinde başka yorumlara ve analizlere gerek kalmıyor. Bu yolu bundan sonra asla terk etmeyeceǧim bir daha. Hayatla temasımı deǧiştireceǧim. Üstadların söylediǧi gibi: “Bir kitaptım; beni okudular, fakat anlayan çıkmadı. Yıllarca seni bekledi sayfalarım, okuyasın diye…” Seni bu duyguların ateşiyle sevdim nehir kıyılarında ve ormanlarda gezerken, böǧürtlen yerken, uzun patika yollarda yürürken. Gözlerimin gördüǧü her yerde hissetiǧim dudaklarının dokunduǧu yüreǧim senin aşkının alevlerinden kalan küllerle yeni bir sevda yarattıǧı için sevdim ve seveceǧim seni. Bundan emin olmalısın. Hiç bir şüpheye kapılmadan.
Kabul et ki, bütün kırgınlıkları, sitemleri, hataları, küskünlükleri ve anlayışsızlıkları beraber yenelim. Yokluǧunda varlıǧıyın paha biçilmez deǧerini, güneşsiz, aysız ve yıldısız günler ve gecelerde ateş böceǧim olarak verdiǧin sıcaklıǧı bileyim. Yoksa kurumuş bir nehir yataǧından farkım olmaz benim. Varlıǧim varlıǧinla yücelecek yokluǧunla yok olup gidecek kadır zayıf ve dayanıksızdır benim. Nasıl ki, bir tohumun filizlenmek için nemli bir ortamı, güllerin açmak için güneşi beklediǧi gibi seni bekledim, bekliyorum ve de bekleyeceǧim. Unutmak benim kendime karşı yapacaǧım en büyük haksızlık ve karaktersizlik olacaktır. Sana bir askerin emirlere iteat ettiǧi gibi deǧilde, yüreǧinin sevgisiyle sevgiye ve saygıya inadıǧı iteatle iteat etmeye hazır olduǧumu brada sana bir kez daha beyan ediyorum. Bu bir iplik inceliǧindeki narinliktir. Ince olduǧu kadar zariftirde cam gibi. Kırılmalara, incimelere ve sitemlere raǧmen derin bir oooof çekerek yaşamaya devam eden. Aklıma takılan ve onu meşgul eden tek şey senin ismin ve varlıǧın. Sadece ismini bilmenin vermiş olduǧu acı bir tattır bu vazgeçilmeyen. Bende bunu sarıp sarmalıyor yüreǧime baǧlıyor ve içiyorum. İsminide “aşk solumak acı tarafından” olarak yeniden keşfediyorum. Bu zamana kadar keşfetmemiş olanlarada acıyorum.
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan, Frankfurt am Main, den 04.05.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.