- 204 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 5. Bölüm
Aslan, akşam ezanları okunmadan eve döndü. Annesi ve yengesi mutfakta akşam yemeğini yapmış sohbet ediyorlardı. Onlarla konuşmadan oturma odasına yürüdü. Tren raylarında yaptığı yolculuk ve yalnız kalması ona iyi gelmişti.
Kendini biraz yorgun hissediyordu. Uzandığı somyanın gıcırtısına aldırış etmeden gözlerini yumdu ve düşünmeye başladı. Eski evlerinden kalan tek eşya oydu. İlkokula gittiği ilk yıldı. Babası bu somyayı onları terk edip yurt dışına gitmeden önce almıştı. Bazen o somyanın altına girerdi. Paslı yayların tozunun gözüne gelmesine aldırmazdı. Gizliden aldığı yorgan ipini kibritle yakardı. İp nokta şeklinde yavaş yavaş yanarken, karanlıkta o küçücük noktaya bakardı.
Bazen de birkaç bilyesi ile o somyanın altına girip oynardı.
Sıkılınca gözlerini açtı. Kendisini pek aç hissetmiyordu. Oturma odasında bir televizyon vardı. Üzerinde dantelli bir örtü vardı. O televizyonu açması yasaktı. Sadece amcası açtığında izleyebildiği boş bir kutu gibiydi. Bir keresinde annesinin omzunda ağlarken annesi ona ‘Baban bu ay bize fazla para gönderecek ve sana o parayla futbol topu alacağım.’ Demişti. Ama bu hiçbir zaman olmadı. Zalim amcası o paradan zırnık koklatmıyordu. O kalın sesiyle ‘Karnınızı anca doyuruyorum.’ Deyip duruyordu. Annesi, özürlü kardeşi Ümmühan ve Aslan bir cehennem hayatı yaşıyorlardı. Bu hayatı onlar istememişti. Bazen annesi ‘Bu evden kurtulacağız. Kendi evimiz olacak. Size sarelleler, çikolatalar, güzel ayakkabılar alacağım.’ Diyordu. Aslan, annesi üzülmesin diye ağlamamaya çalışıyordu. Annesinin de bunun imkânsız olduğunu bildiğinin farkındaydı. En çok kardeşi Ümmühan’a üzülüyordu. Amcasının kafasını ezmesine engel olan ana neden oydu. Onu korumak ve ona bakabilmeleri için bu zalim adama katlanmaları gerekiyordu.
Bazen babasına kinlenip gizli gizli ağlardı. Belki geri döner diye beklemekten de bıkmıştı. Ama yine de umut ediyordu. Bir gün gelirse amcasının yaptığı her şeyi ona anlatacaktı.
Sonra aklına Sıçan geldi. Uçurtması nasılda tellere takılmıştı. Odanın kasvetli havasına rağmen derin bir oh çekti. Keyiflenmişti. İçten içe gülmeye başladı. Aynı o akşamki depremde olduğu gibi keyiflenmişti. Amcasının korkmuş yüzünü düşününce kahkaha atmaya başladı. Sonra elini ağzına götürdü. Amcası her an bir yerlerden çıkıp ona kötü davranabilirdi.
Sonra gıcırtılar eşliğinde uzandığı somyadan kalktı. Elini yüzünü yıkamak için mutfağın bitişiğindeki banyoya gitti. Annesi ve yengesi hala sohbet ediyorlardı. Banyonun zemini betondandı ve yer yer çatlaklar vardı. Banyoda sararmış ve eskimiş bir lavabo, kırık dökük sabunluk ve kendine hayrı olmayan bir soba vardı. Banyo yapması için iyice kirlenmesi gerekiyordu. Haftada bir kere banyo yapma şansı vardı.
Aslan, lavaboda duran sabunu aldı ve elini yüzünü yıkadı. Sabunu temizledikten sonra ellerini kuruladı. Etrafa su sıçratmamaya özen gösterdi. Amcasının en nefret ettiği şeylerden biri de yerlerde su olmasıydı. Amcası çoraplarının ıslanmasından da nefret ederdi. Her şeyi son defa kontrol etti ve banyodan çıktı.
Annesiyle ve yengesiyle gözgöze gelmeden tekrar oturma odasına geçti. Ne olurdu küçükte olsa bir topu olsaydı. En azından duvardan sektirip o topu tutar eğlenirdi. Ama yoktu işte. Hiçbir oyuncağı yoktu.
Tekrar somyaya oturdu. Oturma odasındaki eskimiş ve kokan halıya öfkeyle baktı. Aslan televizyonu açsa ne denli büyük bir riske gireceğinin farkındaydı. Kendisini ve annesini büyük bir öfkenin içine atmak istemiyordu. Sonra aklına kardeşi Ümmühan geldi. Sahi o nerelerdeydi. Yerinden kalktı ve annesine kız kardeşini sormak için mutfağa yöneldi. ‘Anne Ümmühan nerede?’ diye sordu. Annesi onun uyduğunu söyledi. Ümmühan onun için kırmızı çizgiydi. Amcası henüz Ümmühan’a el kaldırmamıştı ama hele bir yapsın karşısına dikilirdi. Kulaklarını koparacak olsa da Ümmühan’ın dayak yemesini asla kaldıramazdı.
Mahalledeki bazı adi çocukların onunla dalga geçtiğini biliyordu. Aslan’ın yanında bunu asla yapmıyorlardı ama o yokken yapıyorlardı. Bu durum onun canını fazlasıyla sıkıyor, sinirlenmesine neden oluyor ve tehlikeli şeyler düşünmesine sebep oluyordu. Emir denen fırlamanın, Ömer denen alaycı piçin ya da sinsilik eden Ramazan’ın diğer çocuklardan bir farkı yoktu. Hepsi kötüydü. Kötülükleri sadece onunla alay etmeleriyle kalsa yine affedilir bir tarafı olurdu ama söz konusu Ümmühan olunca vahşi bir hayvana dönüşebileceğini hissediyordu.
Saçlarını çok seviyordu. Diğer çocukların ne güzel uzun ve biçimli saçları vardı. Keşke saçlarımı biraz olsun uzatabilsem diye düşünüyordu. Güzel bir pantolon giymeyeli eskimemiş bir tişört giymeyeli çok uzun zaman olmuştu. Yani, kendisini biraz olsun iyi hissedebilmek için bunların olması yeterliydi.
Böylesi hayallere daldığı zamanlarda kendisine acıdığını hissederdi. Kendisine acımaktan nefret ederdi. Kendisini çaresiz hissettiği ve köşeye sıkıştığını düşündüğü zamanlar hep bu kendisine acıdığı zamanlardı. İşte şimdi yine oluyordu. Kendisine acıyor, üzerindeki tişörtün haline, annesini ve kardeşinin bahtsızlığına üzülüyordu. Ağlamak, deliler gibi bağırmak, içindeki nefreti söküp atmak istiyordu. Aslan kendinden nefret ediyordu. Çaresiz kaldığı için. Elinden bir şey gelmediği için. Yaşadığı için bile…
Aslında kendisini seviyordu. Yüzünden, keskin bakışlara sahip gözlerinden, kemikli ve onu gayet çekici gösteren kemikli yüzünden hoşlanıyordu. Kulaklarını sevmezdi. Amcasının ellerinde çeke uzata kepçeleşmişti. İstemsizce elleri kulaklarına gitti. Bir anda derin derin ağlamaya başladı. Başını somyanın gıcırtıları arasında sakladı. Onu kimse öyle görsün istemiyordu.
Yattığı somya gıcırtılar çıkarmaya başladı. Oysa Aslan kıpırtısızca ağlıyordu. Somya büyük bir gürültüyle yere düştü. Annesi ve yengesi Aslan’a bir şey oldu korkuyla odaya doğru koşmaya başladılar.
***
Bilek güreşini Ömer kazanmıştı. Yaşıtlarına göre iri yapılıydı. Yüzü yuvarlak ve beyaz tenli bir çocuktu. Emir’i hiç zorlanmadan, Remzi’yle ise biraz dalga geçtikten sonra yenmişti. Şimdi iki çocuk da Ömer’in avuçlarının içerisinde bir lokmacık kalan bileklerini ovuyordu.
Remzi, uyuz sırıtışıyla ve biraz da Ömer’e hınç dolu bakışlarıyla ‘Onu da yensene.’ Dedi. Ömer’in aldırış etmediğini görünce biraz da sinirlenerek ‘Aslan’ı da yensene.’
Ömer elini yumruk yaptı ve yukarıya kaldırdı. Sonra büyük bir öfkeyle toprağa vurdu. ‘Onu böyle ezerim.’ Dedi. Sağ yumruğunun toprağa gelen kısmı kızarmıştı.
Remzi de Emir’e destek veriyordu. ‘Öyle toprağı yumruklamakla olmuyor. Seni nasıl da yendi.’
Ömer sinirlenmişti ama Aslan’a yenildiği gerçeğini değiştiremiyordu. Burnundan nefes alıp veriyordu. ‘O bir kere oldu. Bir kere daha olmayacak.’ Diye öfkeyle söylendi.
‘Git çağır lan!’ dedi. Ramazan. ‘Heee! Git çağır.’ Diyerek az önce kendisine desteğini esirgemeyen Ramazan’a destek verdi Emir.
‘Ben ne gideceğim! Siz gidin çağırın da göstereyim gününüzü.’ Remzi ve Emir Ömer’e gülmeye ve alay etmeye başladılar. Ömer çıldırmış gibiydi. ‘Tamam. Biz gidip çağıracağız.’ Dedi Emir. Muzipçe gülüyordu.
‘Tam burada elektrik direğinin dibinde bekliyor olacağım.’ Dedi Ömer. Diğer iki çocuk hızlıca yolun ilerisindeki Hacı Kerim’in evine doğru gitmeye başladılar.
Ömer çocukların ardından ‘Aslan’ın bileği kırılırsa o deli amcasıyla sizinkiler uğraşır ona göre.’ Diye bağırdı.
Ömer çocuklar uzaklaşınca sakinleşmek için direğin dibindeki betona oturdu. O betonda en az beş çocukluk yer olurdu. Çoğu zaman külahta kavrulmuş siyah çekirdek çitleyip, aptal aptal şeylere gülerlerdi. Oysa şimdi gülünecek bir şey yoktu. Aslan’ın bileği kırılana kadar onu bırakmayacaktı. Onu rezil edecekti.
Ömer orada öylece oturup beklerken uzaktan dalgalı gölgeleriyle çocuklar belirmişti. Yanlarında biri daha vardı. Aslan dahil üç kişi olmalıydılar ama dört kişiydiler. Ömer, gözlerini kısarak diğer çocuğun kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Evet oydu. Cami hocası Nadim Demirci’nin oğlu Yusuf’tu. O çocuğu da hiç sevmezdi zaten. Nadim hoca dışarıya gidince çocukları oğluna bırakırdı. Ömer bu durumda Yusuf’un uyarılarına aldırmazdı. Tabi, uzatırsa Nadim Hoca geldiğinde dayağını yerdi.
Emir İşçi alaylı bir tonla ‘Gel gel dedin geldik.’ Dedi. Bir elini Aslan’ın omuzuna attı ve onu aslanın önüne avını iter gibi itti. Diğer çocuklar gülüştüler. Aslan tökezledi ama düşmedi. Boş gözlerle Ömer’e bakıyordu. Kimseyle bilek güreşi falan yapmak istemiyordu. Sırf annesi arkadaşlarıyla oynamasını istediği için dışarı çıkmıştı.
Ramazan ‘Hadi başlayın.’ Dedi. Emir ‘Yusuf sen yine hakem olursun.’ Dedi.
‘Ben istemiyorum.’
Aslan çocukların hayal kırıklığına uğramış bakışlarına aldırmadan tekrar etti. ‘Bilek güreşi falan yapmak istemiyorum.’ Hareketsizce duruyordu.
Ömer alaycı bir şekilde ‘Sizi de sizin getirdiğinizi de üst üste koyup…’ Sustu. ‘Sonunu siz biliyorsunuz.’ Dedi ve iğrenç bir şekilde gülmeye başladı.
‘
Aynı onun deli bacısını s2tiğim gibi.’ Dedi.
Bir anlık şok dalgası tüm çocukların yüzüne çarptı.
Aslan’ın gözleri doldu ama donuk bedeni çözülmemişti.
Ömer’in iğrenç gülüşü katlanarak artıyor, Aslan’ın dolan gözlerindeki yaşlar aşağıya doğru akıyor, diğer çocuklar duyduklarına inanamıyorlardı.
Yusuf, Aslan’ın bir şey yapmasından korktuğu için onu kolundan tutup uzaklaştırmak istedi. Ama Aslan, bir beton heykel kadar donuktu. Yusuf, Aslan’ı ne kadar zorlarsa zorlasın zerre kıpırdatamıyordu.
Aslan ‘Dur.’ Dedi. Yusuf’un içerisine bir korku dalgası yayılıyordu. Bazen kötü şeyler olacağını sezdiği olurdu. Şimdi de kötü bir şeyler olacağını seziyordu.
Aslan, Ömer’e döndü. Gayet sakin görünüyordu. Elinin tersiyle gözlerini sildi. Normal şartlarda Emir’in ve Ramazan’ın tam da istedikleri ortamdı. Ağlayan bir çocuk gülmek için en güzel malzemelerden biriydi ama ikisi de buna cesaret edemedi. Evet, Aslan kötülük yapmazdı ama yine de onu kızdırmaya gelmezdi.
‘Hadi yapalım.’
Ömer, Aslan’ın ciddiyetinden hiç etkilenmişe benzemiyordu. İki çocuk birer düşman askeri gibi yüz üstü yere uzandı. Yusuf hakem olarak Aslan’ın ve Ömer’in bileklerini kontrol etti. ‘Bilekleri kırmak yok.’ Dedi.
Ömer ve Aslan tamam manasında başlarını salladılar.
Derken Yusuf ellerini Ömer’in ve Aslan’ın kocaman bir yumruğu andıran ellerinden çekti.
Kurumuş bir ağaç dalı kırılır gibi bir ses, tok ve hınç dolu...
Ömer’in sağ bileği beş yerinden kırılmıştı.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.