- 262 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KARANLIKTAN SIYRILMAK
Bir toplumun içinde yer almanın sorumluluğundan olsa gerek, kendimizi güvende hissettiğimiz, kendi hedeflerimizle birlikte ortak amaçlar ve ülküler de belirlediğimiz milletimize sadakat, ortalama bir vatandaş olarak kaçılmaz bir durumdur. Ne var ki, bizi bu günlere taşıyan yolların hangi dayanaklardan beslendiklerini bilmeden ne hedef koyabilmek ne de yarına birlikte yürüyebilmek pek mümkün de değildir. Salt üç beş neşriyata bağlı kalarak köklerimizin hassasiyetlerini, olmazsa olmazlarını nasıl öğrenebilir ki? İşin acı yanı da bize dair büyük coşkuların, başarıların ve literatüre geçmiş efsanevi ve insanlık adına da başyapıt durumunda bulunan asırlık emeklerin başkaca milletler tarafından türlü sanat dallarında, politik sahalarında, ekonomik bakışlarında malzeme edilmesi ve kökleri bizlerden onlarla elde edilen bu ivmenin yine bize karşı kullanılmasıdır sanırım.
Sadece günü yaşamak odaklı, geçmişe sırtı dönük bir yaşam keyfiyeti bu topraklara vatandaşlık bağı ile bağlı kimseler için bir keyfiyet hali değildir. Bu durum, başkaca milletlerin vatandaşları için de böyledir. Hal böyle iken, kendi bünyemizde onlarca tarih kürsüsü, akademik ve sağlam bir alt yapı, bu değerleri işelyebilecek dernlikte ve tecrübede de sanat ordusu varken, İbn-i Sina`nın hayatının konu lındığı bir filmin bizim dışımızdaki milletlerce çekilmesi ve dünyaya servis aedilmesi çok acınalası bir durum değil midir? Sanatta evrenselliğe karşı olmamakla birlikte, bize dair değerlerin her türlü kazanımı sağlayacak şekilde tarafımızdan ortaya koyulmasıyla elde edilebilecek onca prestij , başkaları tarafından niçin manipüle edilsin değil mi? Bizlerin geçmişteki köklerine inen daha çokça filmde, bizden olmayanların nasıl bir amaçla bu işlere giriştiklerini bildiğimiz halde, halen sessiz kalışımız ve değerlerimize sahip olamayaşımızın bir açıklaması var mıdır acaba?
Size dair büyük duruşları öyle olduğu gibi lanse etmeyeceklerini, edemeyeceklerini bilerek, sihirli şu beyaz perdede kendimizi bambaşka ve kabul ölçülerinin dışında gördüğümüzde kimlere hayıflanacağız? Buradaki asıl konu, ne denli büyük bir kültürel mirasın üzerinde oturulduğundan çok öte, onu gereği gibi anlayıp, korumak ve geleceğe taşıyacak azmi gösterip gösteremektir. Bu konulardaki boşluk asla gözardı edilmemeliydi. Bilimsel konularda yüzyıllar öncesinde ecdadın ortaya koyduğu büyük başarıların yeterince tanıtılamamsı, sahiplenilememesi yüzünden büyük özverilere ve hatta canlara malolan başarıların patentlerini Batı medniyeti elde etmemiş midir? Bu, bizden aldıklarını yine bizlere satmak kabilinden ucuzluk, geçmişimizin sanki kof bir şekilde yaşandığını düşünmemmize yol açmaz mı? Nelerin başarıldığı, keşfedildiğinden ziyade, onların sahiplenilmesi daha bir önemli galiba. Dünya haritaları içinde Piri Reis`in kaleminden çıkmış ve mükemmllik ötesinde hassasiyetle vücut bulmuş olanın dahi akibeti farklı değildir. Bu büyük ilmin belgesi olan haritanın sadece bir bölümü bizde iken, kayıp bölümlerinin ve muhtemelen diğer tüm kısmının İngiltere`de yer alması tek kelimeyle içler acısıdır. Onca denizcinin bin bir fedakârlıklarla denizleri, okyanusları ve dahi kıtaları aşan büyüklükleriyle güne dahi sükse yapabilmiş bu başarılar nasıl olupa böylesine sahipsiz kalabilir? Tarihimiz noyunca aynı hataları süreğen şekilde yapıyor olmamızın altında ne veya neler vardır? Büyük insanlık ailesinin seçkin bir milleti olarak ve her şeyden önce de Batı Medeniyeti`ne hijyeni dahi servis eden biz iken, nedendir şu günde onların öğretmen edasıyla şu kibirli duruşları? Ne kadar da sorgulanması akla ziyan soru var zihnimizde.
“ Ne kadar çalışırsan, üretirsen üret
Hatta bunlar için kanını, canını koy ortaya
Mührünü alamışsan emeğin çok yazık bu emeğe
Eller sahip çıkar bu değerlere bakarken sen
Bir ders almalısın bu boş vermişlik halinden
Ancak böyle doğacak şafaklar, yaşam bu zihniyette
Senden olanların bilip kıymetini, bir sahiplensen.
Bu duruma Thomas EDISON ve Nicola TESLA arasındaki icatların patenti mevzuunda çıkan hilaf oldukça manidardır. Zira, Batı`nın öve öve yere göğe sığdıramadığı Thomas EDISON, asra damgasını vuran elektrik başta olmak üzere, çokça icadın gayri ahlaki şekilde patentini sahiplenmiştir. Oysa, bunların ardındaki asıl isim Nicola TESLA`dan başkası da değildir. İşte bu arsız, edepsiz tutum, Batı`nın daima önde olmasını sağlayan şeydir kanımca. Diğer milletler uyurken daima onlar mıdır çalışanlar. Onların çalıştıkları şeyler de elbette vardır ve fakat bunlardan biri de kanımca herbiri birbirinden değerli icatların ve keşiflerin hamiliğine soyunmaktır.
Başkalarını ortaya koydukları üzerinden daha iyilerini yapabilmeye bir sözümüz yok elbette. Bizim ifade etmeye çalıştığımız şey, o verilerin, değerlerin ve ortaya konmuş bilimsel-teknolojik ürünlerin asıl sahiplerine gösterilmasi gereken saygının ortada olmayışıdır. İlim, her damardan gelişecek ve her bir millet buna farklı olanakları ve bakış açılarıyla elbette katkı sağlayacaktır. Ne var ki, başarıların ve özverilerin ardındaki kişi veya ekibe saygı duyulmaması asla affedilir değildir.
Savaşlar sadece cepheden cepheye yapılmıyor atık. Bilim ve teknolojideki savaşlar, geçmişin tozlu dumanlı, barutlu karelerini çoktan geride bırakmıştır. Beyaz perdeye yansıyan şu ajan temalı filmlerin, dizilerin özneleri de yine gücün katışıksız dayanağı olan bilgini, bilimsel verinin ve teknolojilerin nasıl da insan dışı her şeyi işe koşarak çalınması adına değil midir? Bizleri heyecana sevkeden bu filmlerin gerçekte nasıl da yaşandıklarını bir düşünmek gerekiyor artık. Nerede sömürülecek bir değer, nerede ekonomik anlamda bir zenginlik ve nerede daha ileri teknolojili bir ürün varsa, orada kaosların yaşanması, o değeri ve veya ürünü ortaya koyan ekibin üyelerinin saldırılara maruz kalması, kaçırılması ya da öldürülmesi mükerrer kez yaşanmamış mıdır? Uyanık olmanın zamanı çoktan gelmiş ve dahi geçmektedir. Maddenin yapısına nüfuz edebilen milletler, dünyanın nimetlerinden de biz istemesek de en üst seviyede ve onca haksızlıklarla yararlanmaya devam etmektedir. Batıya dair bu etik dışı yol, coğrafi keşiflerle başlamış ve günümüzde de devam etmektedir. Onlarca zenginliklerine karşın bir çok Afrika ülkesinin milletçe yaşadıkları standart ortadadır. Onlara dair petrolü, doğal gazi, altını, elması ve diğer değerli metaları ileri teknolojileri ile yeryüzüzüyle buluşturan Batı girişimcileri, elde edilen kârın sizce ne kadarını asıl sahipleri ile bölüşmektedir?
Bizler dünyanın geri kalanndan ve bilhassa da o acımasız Batı Medeniyeti olarak tasvir edilen unsurlardan daha az değerli değiliz. Onların tutumları, var olan güzellikleri, yararı ve konforu sadece kendi milletlerine mal etmek üzeredir. Oysa bizim dünya duruşumuzda ben değil, biz vardır. Onlarla yol almakta olan beşeriyetin geldiği içler acınası durumlara bakıldığında, kendileri dışında mutlu olabilen, insanca yaşayabilme potansiyelini elde edebilen de yoktur kanımca. Matematik biliminin verilerine göre, ortalama bir Avrupalı`nın yıllık geliri, yine kalkınmakta olan sıradan bir ülke vatandaşının onlarca kat üzerindedir. Hakkın yeterince zeminle pekişmediği vehatta asla yere inemediği bu trajedik durum, bizlerin de konuya daha duyarlı olmamız gerektiğini dikte etmektedir. Bizim bu konulardaki hakimiyetimizin tüm insanlara daha barışçıl, daha yaşanılabilir ve daha esin verici bir hayatı getireceğine de kuşku yoktur. Yüz yıllar boyu 13 milyon kilometre karelik alanda insanların daha müreffeh bir hayat sürmüş olmalarının başka bir nedeni olabili mi?
Bir medeniyete dair ürünleri sadece bilimsel-teknolojik bakımdan göremeyiz. Onun, sanatıyla da ortaya koyduğu değerler de vardır. Bu anlamda akla ilk gelen ve gözden kaçamayacak olanlar elbette mimariye dair olanlardır. Şükür ki onların kimler tarafından yapılıp yapılmadığı ve veya onalrın sahiplenilmesi mevzuunda kendimizi daha bir rahat hissedebiliyoruz. Kim ki koskoca bir köprüyü, hamamı, camiyi sırtına alıp götürebilir? El sanatları konusunda da aynı şeyin kısmen geçerli olabileceğini söylesek de şu yemek kültürü yok mu, maalesef orada da alayhimize bir rüzgâr esmeklidir. Hem de ne rüzgâr. Asırlan beridir bize ait olduğu hususnda şimdiye değin gıkı çıkmayan şu sömürgeci güruh, nasıl olduysa o çirkin ellerini bu zeminlere de atmış durumdadır. Buna en tipik örnek sanırım Yunan mutfağı olur. Pek çok Osmanlı yemeği ve tatlısını bir yana bırakın, çocukluğumuzdan bu yana dilimize pelesenk olmuş ve dahi her yanacı turistin de Türkçe ifadesini oldukça başarılı şekilde dile getirebildikleri, başlarında da o manidar “Türk” patenti bulunan; kahve, şiş kebap, döner kebap, baklava ve lokum başta olmak üzere asırlık değerlerimizin sahipleniyor olmaları çok düşündürücü ve üzücüdür de. Bu konu öyle bir nokyata da gelmiştir ki sormayın. Patent başvurularında adı zikredilenler başta olmak üzere, daha çokça şeyin kendi kültürlerinin bir parçası olduğunu büyük bir onursuzlukla her platformda dile getiren bu gürûhlara esaslı bir cevap verilmelidir.
Sıradan bir kültür olmaktan çok daha ilerilere gelebilmeyi başarmış milletimizn, ta Orta Asya`dan bu yana bu günlere saklayabildiği o değerleri sahiplenmek, tanıtmak ve dahi patentlemek mevzuu sırdan bir iş olmaktan çıkmış, bir onur savaşı haline de gelmiştir. Konuya dair tüm kurumlarımızn ve her zeminden aydının gereken girişimlerde bulunması adına konuyu ulusal ve uluslar arası zeminlere taşıyarak gereken kazanımlar elde edilene değin savaşmaları gerekmektedir.
Bizim kalemimiz ve yüreğimiz de elbette bu trajediye sadece bakan olmayacaktır. Daha çok insanımızın bilinçlenmesi ve kadim medeniyetimizin her sahadaki değerlerinin doğru ve eksiksiz, yansız şekilde yeni nesillere aktarılması noktasında leden geleni ortaya koymak üzere duruş alacaktır. Kullandığımız, okuduğumuz, almayı planladığımız her ne varsa kime veya kimlere ait olduğu hususna dah özenle bakacağımızı düşünüyorum. Bir şeyleri sadece günü kurtarmak üzere söylemek, dinlemek veya kullanmak yerine, kökenleri hususnda da bilgili olmak bizi daha yaşadığımız toprağa bağlılık ve onun gerektirdiği sorumluluk adına da daha bilinçli kılacaktır. Gaspıralı İsmail`in başka bir medeniyete dair sömürü temasını işlerken bunun önce çatal ve kaşıkla başladığını dile getirmemiş olması çok manidardır.
Mazisi binlerce tıllara değin uzanan bir milletin nesilden nesile hayata dair her sahada ortaya koyduğu onca şeyin başka başka ulusların tekelindeymiş gibi görünmesi, bizler için açık bir deyimle utanç vercidir. Zira bu durum, milletimizn hiçbir değer üretemeden bu günlere gelmiş alelade bir millet gibi görünmesine, algılanmasına da yol açmaktadır kuşkusuz. Bilimsel çalışmalardaki başka milletlerin de ortak ekipleri ile beşeriyetin geleceği adına bir şeylerin keşfedilmesine, geliştirilmesine, ortaya konmasına elbette bir itirazımız olamaz. Bizim duruşumuz, etik sınırların aşılarak ve kasti ve acımasız bir tutumla bize rağmen bazı kabul edilemez eylemlere girişilmesi, kendilerini milletler arası arenada üst lige taşırlarken, bizleri de geri kalmışlık içinde debelenen ve bunla da yetinmeyerek “Onlar şimdiye kadar bilim adına ne ürettiler ki?” gibi söylemlerle aşağılamaya çalışmalarıdır.
Biz, yürekleri fethetmek üzere olanlarız. Bunun aksini yapmaya çalışanları da asla hoş görmeyeceğiz. Başkalarının da ortaya koyduğu güzelliklere, emeğe alkışlar bizlerden de. Buna mukabil bizim sırtımızdan geçinmeye ve üstünlük sağlamaya çalışanlara da elbette bir ders vermeyedir asil duruş. Bugüne değin yaşanan çirkinlikleri görmezden gelenler, bir anlamda bilimin ve bilginin ruhunda var olan o beynelmilel asilliğe de çanak tutmuş gibidirler.Bilgi, bilim ve teknoloji bütün insanlığın ortak paydası ise, onun kullanılabilir hale getirilmesinde verilen emeklere de gereken saygının gösterilmesi bir o kadar etik bir konudur. Umut ediyoruz ki, bilimsel aklakı öteye koymadan ve nesnel şekilde ilerler şu medeniyet yolu. Salt birkaç milletin hegemonyasındaki bilimin şimdiye değin insanlık adına pek güzel şeyleri ortaya koyamadığı ve aksine, diğerlerini kontrol etmek, sömürmek ve egemenlik haklarını manipüle etmede sanki bir kırbaç gibi işe koşulduğu da ortadadır. Ne dersiniz?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.