Kusursuz Aşk - Bölüm 26
Bölüm 26
Salman Aypınar. Şirketin Türkiye ve Ortadoğu olarak adlandırılan eski Mezopotamya coğrafyası şefi. Toplantı odasının loş ışıklı havası yeterli gizemi sağlamıyormuşçasına her adamın suratında ifade bulan farklı figürlerdeki maskeler… Adamlar diyoruz çünkü konuşmacıların seslerinden anlaşıldığına göre toplantıya katılan her bir kişi erkek olmalıydı.
Türk istihbarat teşkilatının yurt dışı masası toplantıdan haberdardı ancak kimlerin toplantıya iştirak ettiği ve sayıları belirsizdi. Ancak Salman Aypınar’ın toplantı yapılan ülkeye, özel bir uçakla giriş yaptığına dair güçlü istihbaratları vardı.
Masadaki dominant figür Salman Aypınar’a hitaben sorusunu yöneltti.
- Türkiye ve Ortadoğu masası sorumlumuz Horus! Senelik raporun nedir?
Salman Aypınar raporuna başlamadan önce ayakta doğruldu ve yavaş manevralarla her bir üyeyi saygıyla selamladı.
- Kutsal güç ve ışığın tanrısı sizleri kutsasın! Yüzyıllardır devam eden davamızın seçilmiş mirasçısı olan Horus sizleri saygıyla selamlar. Kutsal davamızın en değerli saydığı topraklardaki görevimi layığıyla yerine getirmeye çalışarak sizleri gururlandırmayı ve davamızı yüce tanrımız ışığın kaynağı olan babamıza adayarak yüce güce layık olmaya çalışıyorum. Bu yolda en büyük silahımız gizliliğimiz ve yardımcılarımız kötülüğün her çeşididir. Binlerce yıldır atalarımızdan aldığımız mirası bir adım ileriye taşıyarak onların kutsal ruhlarını hoşnut tuttuğumuzu umuyorum. Onlardan devraldığımız ilkelerle medya sektörünün dizginleri tüm dünyada olduğu gibi görevli olduğum kutsal topraklarda da şirketimizin elindedir. Bizlere hizmetkar olarak yaratılan toplulukları böylece zihnen kolayca yönlendirmenin avantajıyla tarımda ve sağlık sektöründeki hedeflerimize her gün bir adım daha yaklaşmaktayız. Biraderlerim, yüce güç, ışığın tanrısı babamız bu yolda bizimledir. Yüzyıllarca beklediğimiz o fırsat işte şu saç tanesi kadar bizlere yakındır. Türkiye de geliştirilen müthiş bir buluş. Kanserin tedavisinde yüzde yüz sonuç veren bir nano teknoloji. Dostlarım! İşte bu teknoloji yüzyıllardır hayalimiz olan insancıkların beyinlerini kontrol edebilme hedefimizin anahtarıdır. Tam da işte bu aşamada dostlarım! Alkol ile uyuşturduğumuz beyinleri, karmakarışık hale getirdiğimiz adalet sistemlerini, bizlerin öğretileri ile yetiştirdiğimiz nesillerini onlara karşı silahlarımız olarak kullanacağız. Anahtarı elimizde olan finans sistemiyle de başka bir şey düşünmelerine engel olacağız. Her gün olumsuz haberler yayarak bir kaosun temellerini atacağız. Sonunda sokaklar, ülkeler karıştığında kendi sistemimiz ile bir kurtarıcı olarak sahneye çıkarak topluluklara istediğimizi kabul ettireceğiz. Biraderlerim! Hedefimize bizleri ulaştıracak olan Türkiye de ki buluşu sizlerle gururla paylaşıyorum. Önünüzdeki dosyalarda bu buluşu nasıl kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanabileceğimizin detaylı bir raporu bulunmaktadır. Lütfen raporu dikkatlice okuyunuz. Desteklerinizi talep eder, saygılarımı sunarım.
Toplantıdaki tüm katılımcılar sessizce önlerinde bulunan dosyalara odaklanmış bir şekilde raporu okumaya başlamışlardı bile. Geçen bir saat sonrasında tüm kurul üyeleri adına toplantının lideri söz aldı.
- Horus! Müthiş bir başarı! Bu konuda sana açık çek veriyoruz. Ülkeler arası savaş çıkarmak dahil ne gerekiyorsa yapmakta serbestsin. Dünyadaki tüm kaynaklarımız senin emrindedir.
Salman Aypınar kendisine şirketin başkanlığını getirecek olan bu hamlesinden memnun olarak toplantıdan ayrılarak Türkiye yönüne doğru özel bir askeri uçakla hareket etmişti.
Müge olağan günlerinden birini yaşıyordu. Hayatını sistemli bir akışa odaklamıştı. Sabah geç kahvaltı öncesi hafif bir spor, kahvaltı sonrası o günkü hobisine zaman ayırmak, sonrasında arkadaşlarıyla çeşitli etkinliklerde bulunmak ve akşamları Acun ile birlikte olunulan akşam yemekleri. Mutluydu. Öylesine lafın gelişi değil, mutlu olduğunu gerçekten hissediyordu. Farklı dünyaları vardı zengin sınıfının. Fakir tabaka doymak için yemek yerdi mesela; Zengin sınıf ise tat duyularını deneyimlemek için. Fakir kuru fasulyeye karabiber katar soğanla yemeyi severdi. Zengin ise kuru fasulyeden türetilen ufak tadımlıkları deneyimlerdi. Bu sebeple atalarımızın dediği gibi tok açın halinden anlamazdı. Yani, kızmayalım onlara. Öyle bir dünyada sizde olsanız onlar gibi davranır, düşünürdünüz. Zamanının Fransa kraliçesinin dediği gibi: eğer halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin!
Bu bir küçümseme değil, zengin sınıfının düşünce dünyasıydı.
Müge günlük etkinliklerinde oyalanırken Acun da Salman Aypınar ile üçüncü toplantısına doğru ilerlemekteydi. Bu defa ki toplantı Amerikan konsolosluğunda özel bir oda da organize edilmişti. Acun vize bahanesiyle konsolosluğa giriş yapmıştı. Tabi ki bu organizasyonlar istihbarat teşkilatının takibindeydi. Şirket de takiplerin farkındaydı. Ancak bu bir satranç oyunuydu ve hamleler o doğrultuda yapılmaktaydı.
- Hoş geldin Acun!
Samimi bir karşılamaydı Salman Aypınar tarafından.
- Hoş bulduk, dedi Acun.
Zamanı geldi Acun dedi S.Aypınar. Bir dosya uzattı Acun’a. İşte dedi, tüm detaylar ve teklif bu dosyanın içerisinde.
Acun dosyayı açtığında sayfalardan birinde duraksadı. Heyecanlanmıştı. Bir müddet sadece bir kağıda bir S.Aypınar’a baktı. Şaşırma dedi Salman. Sana bol sıfırlı cömert bir teklif olacağını söylemiştim.
Bu kadarını beklemiyordum diye cevap verdi Acun. Hayretimi mazur görün diye ekledi.
Tekrar dosyadaki kağıda yöneldi gözleri. Bol sıfırlı rakamlara… On Milyar Dolar mı diye mırıldandı istemsizce.
Veysel ile Mehmet güneşli bir günün sabahında ağaçların kollarını gerdiği bir gölgelik altında sohbet ediyorlardı. Nihayet konuşmaya başlamıştı Veysel. Şizofreni haline girmesi ne kadar hızlıysa, o girdaptan yukarıya tırmanması da bir o kadar hızlıydı. Aslında travmaları halen oradaydı. Kafasının içerisinde. Kişiliği ikiye bölünmüştü. Gerçek kendisiyle, şizofreni ikizi. Aynı bedende çatışıp durmaktaydılar. Bazen biri bazen diğeri galebe çalmaktaydı ruhuna.
Bir tarafı nedir şimdi bu halin, ölümlü dünya, her şey bir imtihan ve sabır konusu değil mi derken, diğer tarafı istediğim her şey benim olmalı, bunun için her şeyi yapmalısın, yoksa benliğime zarar veririm telkinleriyle yüreğine fısıldamaktaydı.
Benliği Müge’yi arzuluyor, aklı ise bırak bu sevdanın peşini diyordu.
Bu düşüncelerle belki birkaç dakika geçirdi sanki senelerce düşünüyormuşçasına.
Mehmet’in sesiyle irkildi kulakları.
- Adamım duydun mu ne dediği mi? Buradan bir an önce çıkmalıyım. Beni bekleyen hayati meseleler var önümde.
Ses vermedi Veysel.
Dostum, dedi Mehmet. Dr. Tülay’a gidip iyi olduğunu söylersek, beni buradan salacak. Anlıyor musun? Bana bu iyiliği yapabilir misin?
Keşke bende uzaklaşabilsem buralardan diye cevap verdi Veysel.
- Dostum istediğin buralardan uzaklaşmak olsun. Sen yeterki buradan çıkış biletimizi al.
- Nereye gitmek isterdin?
- Dostum, benim gideceğim yer belli. Sen nereye gitmek isterdin?
- Bu şehirden uzak olan herhangi bir yer.
- Olmuş bil. Ne zaman gideriz Dr. Tülay’ı ziyarete.
Zaman diye düşündü Veysel. Çoktandır yitirmiş olduğu bir kavram. Zaman durmuştu algılarında ve istediğin zaman diye cevap verdi Mehmet’e.
Ela hastaneden taburcu edilmiş köyde evinde dinleniyordu. Annesine geçen gün yaşadığı olayı hiç duyurmamıştı. Üzülmesini istemiyordu. Muhtar Vural ise bu iş böyle olmayacak kızım seni bir an önce şehirde bilinmeyen bir okula kaydettirmek lazım. Yoksa bu köyde ne sana ne bana huzur yok diye eklemişti.
Ela ise bu defa daha çok kararlıydı şehre taşınma konusunda. Annemi de yanıma alırım diye düşünüyordu. Okuluma devam eder, yarı zamanlı çalışır, Vural amcanın da desteğiyle anne kız şehirde yeni bir hayat kurarız üzerine planlar geçiriyordu düşüncelerinden. Sinirleri altüst olsa da sağlam durabilmeyi başarabilen güçlü bir karakterdi Ela. Belki bedeni narin ancak ruhu geçilmez sıra dağlar gibi karşı dururdu zorluklara, İkizler burcunun pratik zekâsı ve Terazi burcunun sağladığı dengede. Annem için diye düşündü. Annem için dayanmalıyım. Annem için çabalamalıyım. Umutla, umutsuzluk arasında bocalayan zihnini rahmetli teyzesinin hediyesi olan telefonun radyosundan esen romantik şarkı kuşağının tınılarıyla meşgul etmeye çalışıyordu. Gençti ve bu sebeple hevesliydi hayata karşı. Henüz ruhu hayat mücadelesinde yorgun bir savaşçı değildi. Hayat arenasına yeni çıkmış, binlerce seyircinin tek bir ağızdan çıkarcasına hissettiren tezahüratlarıyla yüreği heyecanlanan toy bir gladyatör gibi ortamın büyüsüne kapılmıştı. Oysa o arenada ya ölürdün, ya da yaşardın. Oysa Ela yaşam doluydu, sevgi doluydu, merhamet doluydu. Kader ise sürprizlerle… ne demiş bir Latin atasözü: Tanrıyı güldürmek istiyorsan, Ona planlarından bahset. Bu arena da herkesin bir planı vardı… Kader ise bir başka planın ağlarını örmekte, umut ile umutsuzluk arasında, karanlık ile ışık arasında bocalayan bu karakterlerin yollarını onların haberi olmaksızın birleştirecek taşları döşemekteydi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.