- 376 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ANTARTİKA MASALI
Yaşadığımız evreni bir kenara koyarsak, sadece gezegenimiz bakımından mevzuya eğilince, bildiklerimizin değil, onun hakkında bilmediklerimizin daha fazla olduğunu ve kendini hayatın içinde doğru yere konumlandırma, onu sorgulama cüreti gösterebilenlerle bilgiye yolculuğun doludizgin gidilse de bitmeyecek gibi durması çok manidardır aslında. Başladığımız yere göre çok ilerilere gelmiş isek de, daha ileri yolculukların ve fakat gerçek bilgiye ve bilime dayanarak bir anlamı olabilir insanlık adına.
Keşiflerle giderek hayal gücümüze zenginlik katan bilim, ortaya koyduğu çelişkilerle de bir o denli kafa karıştırıcı bilinmezliklere sürüklüyor bizleri, Norveçli kaşif Roald Amundsen`in güney kutbundaki ve Robert Peary `in de kuzey kutbundaki keşifleri hayatlarındaki dönüm noktası olmakla birlikte, bu zıt yöndeki keşifler bilinmeyenleriyle de çokça ilgi çekmeyi başarmıştır insanlık adına.
Nereyse aradan bir asra yakın zaman geçmesine karşın, Buzdan dev kıtanın (Antartika`nın) yakın zamanda bizlere sunduğu verilere bakılınca, günümüzde de alabildiğine popüler zeminlerden başta geleni olduğunu bilmek pek şaşırtıcı da değil aslında. Hakkında çokça makale yazılmış, belgeseller çekilmiş bu devasa kıta, sahilden ötelerdeki yüzünde saklıyor bütün gizemi. Bunu neredeyse bilmeyenimiz de kalmamıştır sanırım. Bir akıl, her neye veya ne tür dayanaklara saklanıyorsa, kıtanın iç kesimleri hakkında değil bilgi alış verişinde bulunmak, belli bir noktasından ötelere de geçmeyi yasaklamış durumda. Üstelik bu yasak, resmileşmiş ve onlarca ülkenin de altına imza koymasıyla patentlenmiştir aslında.
Ne kadar ilginç bir bilmecedir ki bu, uzayın derinliklerini keşif noktasında birbirleriyle adeta yarışa girmiş ve alabildiğine de rekabet içindeki güçler, yeryüzünün bu köşesini sanki "Pandora`nın Kutusu" kabilinden özel bir korumaya da almış durumdalar. Bizim inancımız, hiçbir gizemin ebeden saklı kalamayacağı yönündedir. Zira, her ne yasak konulursa konulsun, bir şekilde bu sırlı kutu gün geldiğinde açılacak ve gizemlerin ardındaki hakikatler de gün yüzüne çıkacaklardır sanırım. İnsanoğlu gizemin peşini asla bırakmamıştır. Ve oldukça göze batmakta olan, üstelik de sınırları hakkında çok belirgin olmayan rakamların telaffuz edildiği bu kıta için, sayısız kaşif heyecanla beklemekteler o anın gelmesini.
II. Dünya Savaşı`nın hemen ardından devasa bir ABD donanmasının Antartika kıyılarında ciddi anlamda yaşadığı ve tarihi kayıtlara da geçen deniz savaşında karşı tarafın kim veya kimler olduğu konusu hala bir muammadır. Zamanın donanma komutanı Amiral Byrd`nin notları arasında bu konuya subjektif olarak da detaylıca yer verilmiş ve çok sayıda denizcinin ölümüne ve bir kaç geminin de hasar almasına ve hatta batmasına da yol açmış bu durum, çokça sorunun cevapsız kalması şeklinde üstü kapatılarak mühürlenmiştir. Bizlerden saklanan şeyin ne ve neler olabileceğine dair çok sayıda spekülatif yaklaşım da ortaya konmuş, konulmaya da devam edilmektedir. Bu konuda en çarpıcı olanlardan biri de kıtanın belli bir noktasından sonra aynı gezegeni paylaştığımız o insansı varlıkların ve onların oldukça ileri medeniyetlerinin varlığının ortaya çıkmasının istenmemesidir. Zira bu durum, evreni yaratan kudretin de inkar edilemeyecek derecede ispatı anlamına da gelecektir kuşkusuz. İşin aslına bakılırsa, uzayın derinliklerinde yeni canlı formları ararken, hemen burnumuzun dibindeki hakikatlerin oldukça insafsızca perdelenmesi ve insanların hakikatları öğrenebilme haklarının gasp edilmesidir asıl konu.
Yukarıda değinilen konularda kendi notlarıyla bazı realiteleri paylaşma ihtiyacı duyan Amiral Byrd`nin, bu hamlesinden sonra başına gelenler de çok manidardır. Birileri perde arkasındaki hakikatleri paylaşma noktasına gelince, bunun olmasını istemeyen bazı ellerin o özneleri ortadan kaldırmaya veya çeşitli manipülasyonlarla değersizleştirmeye çalışmaları da çok ilginçtir değil mi?
Çocukluk yıllarında üzerinde hayat olmayan tek kıta olarak zihinlerimize kazınan kıtanın belki de hayatın başladığı ve en ileri seviyelerde de yaşanmakta olduğu yer olabilme ihtimali dahi çok düşündürücüdür. Hali hazırda onlarca ulusun bilim insanlarının araştırma yapmakta oldukları bu kıtada yüzlerce insan halen neyin peşindedir? Böylesine değersiz gösterile dururken, adeta akademik bir kamp alanı gibi en ileri seviyelerde araştırma ve incele yapılıyor olmasının ardında ne veya neler vardır? Ülkemizden de bilim insanlarının yer aldığı bu araştırma grubu, bizim halen bilemediğimiz hangi sırlara vakıflardır? Kafamızın içinde ne de çok soru dönüp duruyor baksanıza.
Bilimin ışığında yürümeyi ve onun tarafsızca tüm insanlığı kucaklayan yanlarının hayata yansımasını bekleyen bizler için hayal kırıklığı anlamındaki bu durum, başka başka durumlar için de yaşanmaktadır ne yazık. Varlığa nüfuz ederek ondaki gizemleri yani kadim bilgileri elde eden bir güruh, bunu insanlarla paylaşmaktan imtina etmekte, adeta diğer insanlarla aralarına Çin Seddi örmektedir. Bu durumu bilimin emekçilerinin gayri etik durumu mu yoksa bilimin efendilerinin soysuzluğu mu olarak değerlendirmek gerekir, yoruma açık bir gerçektir. İnsanların evrensel anlamda bilimden beklentileri, hayata barış getirmesi, esenlik katması, onu daha yaşanılabilir kılmasıdır oysa. Hakimiyetinden asla taviz vermeyen ve bunu da güya insanlık adına yaptığını iddia etmekten geri kalmayan kafa, sizce ne denli güvenlidir? Bu durum, gücün elde olduğunda insanlığın saadete değil de yıkıma doğru sürüklenişinin anlamına geldiğini söylemek veya büyük kandırmacanın içinde manipüle edildiklerini dillendirmek anlamında yorumlanması akla zara da değildir sanırım. Nükleer gücün ortaya koyabileceği onca güzellik varken, bu gücün uluslar arasında adeta bir gövde gösterisi haline gelişinin de başka türlü yorumlanması mümkün müdür?
Tarihin derinlikleri içinde de yer alan bilim, yeryüzünde mükerrer kez büyük yıkımların yaşanmış olduğunu şu ya da bu şekilde ortaya koymaktadır. Arkeoloji biliminin ve kutsal metinlerin verileriyle de ötüşen bu realite, bilimdeki baş döndürücü ilerlemenin nihayetinde de yeni bir yıkımın yaşanabileceği gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktadır maalesef. Bilginin o saf yüzü, hikmetli yanı insanların özündeki fıtratla buluşmadıkça, yıkıcı yanını göstermeye de devam edecek görünmektedir.
Binlerce yıl öncesinde yeryüzünden kaybolan ve kalıntılarıyla da çokça soruları geride bırakan medeniyetler, belli ki bu günlerin teknolojilerini de aşmışlardır. Hiyeroglifler ve devasa antik yapılar sundukları bulgularla bu gerçekliği desteklemektedirler. Binlerce yıldan beri dünyanın yeryüzünde bir yayılım halinde yani düz olduğunu dillendiren çokça metne rağmen, kuruluşu bir asırı bile bulmayan ve sözde de bilimde çok büyük bir otorite kaynağı olarak dillendirilen NASA, yeryüzünün küresel olduğunu dile getirmiş, bunu da çokça görsel ile ispatlamaya, düz dünya görüşünü de kati bir dille yok saymaya gayret etmiştir. Birbiri üzerine eklenene verilerle gelişen bilim, nasıl olmuş da son kırk elli yılda tersi bir duruma evrilmiş, binlerce yıllık inanış birden ire çökertilmiştir? Burada dünyanın düz mü yoksa küresel mi olduğunu tartışmak istemesek de, gerçekten de yüz seksen derecelik bir dönüşün nasıl mümkün olduğudur. Bu konuya gizemli kıtanın gerçeklerini de eklediğimizde, bildiklerimizin ne denli doğru olup olmadığını sorgulamamız gerektiği sonucuna varıyoruz sanırım.
II. Dünya Savaşı yıllarında Hitler`in talimatıyla özel bir ekibin kurulması ve bu ekibin Tibet rahipleriyle başka bir gizemin peşinde koşmasının da konumuzla bir şekilde ilgisi var. İç içe dünya anlayışı ( Oyuk Dünya) gereği, eldeki çok eski bazı haritalarla daha içteki hayatın kapılarının arandığı bu gizemin bir ucu da yine Antartika`ya çıkmaktadır. Ne kadar da ilginç değil mi? Üstelik bu dünyanın daha içindeki bir medeniyete açılan kapıların birinin kuzeyde, diğerinin de aksi yönde yani Antartika`da araştırıldığı ve hatta bulunduğu da söylentiler arasındadır. Tam da bu noktada, ABD donanmasının aynı zaman denk gelen ve kimlere karşı bir hazırlıkla bir deniz savaşına tutuşmuş olduğu gerçeğinin üst üste gelmesi sizce de bir tesadüf müdür? Metini bu kısmına Amiral Byrde`nin notlarındaki detayların bütününü ekleydik, konu çok daha ilginç hale gelebilirdi. Zira, keşif için tek motorlu uçakla malum kıta üzerinde seyir halindeyken yaşadıklarını okumak, bizi bambaşka bir gerçekliğin içine sürükleyebilecek gizemdedir. Bir şeylerin saklandığı, başka türlü gösterilmeye çalışıldığı ve veya bilinmesinin istenmediği hususu su götürmez bir gerçektir. Gerçekleri saklamanın veya manipüle etmenin ise bir sonu olmayacağı aşikardır. Çünkü o, günün birinde bütün çıplaklığı ile su yüzüne çıkacaktır.
Eylül ve Nisan aylarında güneşten kısmeti olmayan bu dev buz kütlesinin asıl ev sahipleri imparator penguenleri gibi görünmektedir. Bunların dışında da kıtada 35 penguen türü, et yiyen dev dişlere sahip Pars fokları,( Boyları 4 metre, ağırlıklarıysa 500 kiloya ulaşıyor ve genellikle penguen avlıyorlar.)200 balık türü, 12 balina, onlarca farklı kuş türü yaşamakta olduğu tespit olunmuştur..başkaca yaşayan bir canlı bulunmamaktadır. Bu buzdan gözdenin altındaki şey, bilmecenin önemli bir boyutu gibi de görünmektedir. Alt kısımda kara parçasının yatıyor olması ve bir zamanlar buralarda bazı medeniyetlerin yaşadıklarına dair bulgular da işin diğer bir yönüdür. Yapılan araştırmalar Antartika`da 138 adet volkanın varlığını bildirmektedir bizlere. Üstelik bunlardan "Erebus Dağı ve Deseption Adası" ndakiler de halen aktif olmaları bakımından ayrı bir gizemdir. Binlerce ve belki de milyonlarca yıl öncesinde meydana gelen büyük devinimler, anakaranın üzerini mistik bir şekilde yer yer yüzlerce metrelik buz kütlesiyle kaplamıştır. Gerek sınırlarının ötesindeki ve gerekse de ana karanın derinliklerinde nelerin olduğu, nelerin gün yüzüne çıkacağı hususu doğal olarak tüm merakları da buraya yoğunlaştırmaktadır.
Her bir araştırma ekibinin zaman zaman ortaya koyduğu bazı gerçekler, büyüklüğü neredeyse ABD ve Meksika`nın toplam yüzölçümlerine denk gelen kıtanın daha çokça keşfe misafirlik edeceği de tereddütsüz bir gerçektir. Bütün esrarına karşın, büyük bir arzuyla çalışan bilim insanları bu gizemlerin gün yüzüne çıkabilmesinde zaman zaman büyük bedeller de ödemektedirler. Buna en trajik örneklerden biri de 2003 yılında İngiliz deniz biyologu Kirsty Brown`un bir fok saldırısında hayatını kaybetmiş olmasıdır. Bilinmeyenlere yolculuğun o çok çekici yönü, insanlığı gerek dünya düzlemi içindeki soruların ve gerekse de dünyanın ötesindeki gizemlerin keşfinde epeyce sürükleyecek potansiyeldedir. Biz yine de öncelikle Antartika`ya dair olanların bu anlamda daha bir ayrıcalıklı yerde durduğunu düşünmeliyiz. Çünkü o, gezegenimizin önemli, gizemli bir öznesi.
Masalsı alemlere açılan bir kapı gibi orta yerde duran Antartika gerçeği ve gizemleri, belli ki çokça filme, romana da esin kaynağı olacak, bizlere Kaf Dağı Masalları gibi sunulan şeylerin de belli bir süre daha gizemli kalacağı görünmektedir. İşin ilginç yanı, "Kaf" adlı bir surenin de var oluşudur. Dünyayı çepeçevre çeviren ve öyle kolaylıkla da aşılması mümkün olamayan bu zemin, belki de Antartika`nın o yasaklanmış zeminidir. Her birimizi veya en azından dünyanın ne olup olmadığını, burada var oluşunun, nereden geldiğinin sorgulanmasında anahtar rol üstlenen bu sorular, hakikatlerin peşinde olanların o günü heyecanla beklediklerini de ortaya koymaktadır. Gizemlerin en yalın biçimde ve olanca kudretiyle, sırlarından tamamen arınmış şekliyle gün yüzüne çıkmasını büyük bir umutla, heyecanla bekliyoruz.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Her zaman ki gibi harika duygularla gönlünüze akan gönül sesinizi beğeniyle okudum yazan kaleminiz hiç susmasın selam ve sevgilerimle sağlıcakla kalın...