Kusursuz Aşk - Bölüm 23
Bölüm 23
Sabaha kadar uyumakla uyanık kalmak arasında bocalamıştı Mehmet. Veysel’in gece boyunca sayıklamalarından uykusu kaçmış, konforsuz ve keyifsiz bir gecenin sabahına ermişti. Üfleyip pufladıktan sonra, sinirli olmakla sinirlerine hakim olmak arasında ki dengede yatağın kenarında kendine sabır telkin ediyordu.
Tam da o esnada farkına vardı.
- Nereye kayboldu bu şimdi? diye söylendi kendi kendine.
Yoksa hastayı başka bir yere mi nakletmişlerdi. Bir an için sevinir gibi oldu. Ta ki Veysel banyonun kapısında belirene kadar.
- Adamım! dedi Mehmet. Uyanmışsın!?
Gözlerini kısarak ve başını öğe eğerek yatağına doğru yürüdü Veysel. Ve oturdu kenarında bir müddet. Sanki neler olduğunu hatırlamaya çalışan bir insan tavrıyla.
- Ne kadar zamandır buradayım? Konuşmuştu Veysel. Nihayet!
- Adamım bir ay kadar oldu yaklaşık… senin için endişelenmeye başlamıştım.
- Buna değmez… ben bu hayattan vazgeçeli çok oldu…
- Ne de karamsar bir adam çıktın sen ya! Beterin beteri vardır adamı, şükret haline.
- Müsaadenle biraz uyuyacağım…
- Uyumak mı!? Adamım, sen hiç uyanmadın ki! Ne uyuması… harekete ihtiyacın var senin… hadi biraz bahçede dolaşalım!
- Belki sonra…
Bu da bir şeydir diye düşündü Mehmet. En azından yaşadığını öğrendik. Toparlar kendisini yakın sürede diye düşünerek fazla ısrar eylemedi.
Köyde ise güneşli bir gün ısıtıyordu toprağın bağrını. Çimenlerin üzerinde biriken şebnem taneleri, güneşin ışınları altında parıldadıkça, ayrı bir güzellik katıyordu toprağın suretine. Hele o mis kokusu doğanın. Pencereyi açtığında derin bir nefes çekti göğsüne o mis kokulu havadan Ela. Sanki yüreğine umutları teneffüs etmişti. Her nefeste farklı bir heyecan ve umut sanki yüreğiyle konuşurcasına tüm vücudunda anlamsız bir mutluluğa sebep oluyordu.
- Kızım! Hayatımın ışığı! Evde misin!?
- Buradayım Anneciğim! Çabucak annesinin yanına koşturmuştu. Sevgi dolu sarıldı annesine Ela, yanağında hissettiği o sıcacık, şefkatli öpücükle birlikte.
- Kahvaltıyı hemen hazırlıyorum, dedi Ela.
Ve o narin ve maharetli elleriyle çabucak mütevazı bir kahvaltı sofrası hazır etmiş, annesiyle birlikte baş başa bu mutlu anın keyfini çıkarıyordu, pencereden akan o mis kokulu doğanın getirdiği esintinin eşliğinde.
Keşke hep böyle mutlu, basit bile olsa huzurlu bir hayatları olsun diye iç geçirdi Ela. Hayat dediğimiz insanlardan oluşan bir sistemdi. Ve bu sistemin içerisinde iyi huylu organizmalar olduğu kadar kötü ve tahrip edici organizmalarda vardı. Hayat iyi insan ile kötü olarak tarif edilen karakterler arasındaki savaştan başka bir şey değildi belki de… Ela da bundan farklı bir mücadelenin içerisinde değildi aslında. O kendisini korumak ve annesinin sağlığına kavuşması için iyi insanlardan yardım alacak, kötü insanlara karşı ise mücadele verecekti kendi dünyasında…
Roma hapishanesinde ise bir ölüm kalım mücadelesi vardı ve Sophia’nın hayatı bu mücadelede gösterebileceği başarıya göre şekillenecekti. Hiçte kolay değildi, hele de bir bayan olarak… ancak hayatta kalma iç güdüsü her insanda doğuştan mevcuttu ve Sophia’nın bu iç güdüsüne sarılmaktan başka bir çaresi de yoktu. Bu savaşta elinde olanları düşündü. Bir isimsiz kahraman ve kendisinden başkaca tutunacak dalı olmadığını düşündü. İsimsiz kahramanımız Rafael, kendi savaşından yaralı da olsa sıyrılmayı başarmıştı. İnatçı bir kişiliği vardı. Birde göreve olan adanmışlığı. Boğa burcu mu yoksa bekar olmasının verdiği cesaret midir bilinmez, gözü kara biriydi. Bugüne kadar hiçbir zorlu görevden kaçınmamış ve hepsini de başarıyla tamamlayabilmişti. Sophia’yı koruma ve hapishaneden tahliye görevini de başaracağı konusunda kendine güveni tamdı.
Tahliye görevini resmi kanallar yoluyla da halledebilirlerdi. Ancak bu tür bir girişim şirketin dikkatini çekebilir, şirketi kendilerine karşı tedbir almaya sevk edebilirdi. En güçlü saldırı, habersiz gelen saldırıydı ve İspanyol ve İtalyan derin devletinde bir ekip şirkete mümkün olan en yüksek hasarı vermek için kararlıydı.
Bugün sözleştikleri gibi buluşamadı Sophia ve Rafael… fakat planda bu aşamada bir değişiklik yoktu ve kendi mecrasında gelişmeye devam etmekteydi olaylar.
Acun, Müge ile olan gerginliğini halletmiş olmanın verdiği rahatlamayla holding merkezine doğru yol almaktaydı. Kendisini holding binasında Salman Aypınar beklemekteydi.
Her zamanki protokolden sonra Acun, Salman Beyin bulunduğu toplantı odasına varmıştı.
- Merhaba, Salman Bey. Hoş geldiniz.
- Merhaba Acun. Seninle bundan sonra daha fazla görüşeceğiz. Biliyorum, biraz şaşırmış ve hatta birazda kızgın olabilirsin. Ancak geçen günkü toplantımızda fazla detay vermediğim için beni mazur gör lütfen.
- Rica ederim, Salman Bey. Size her zaman saygım sonsuz, bilirsiniz.
- Teşekkür ederim. Saygı güvenden kaynaklanır Acun. Ve ben sana güveniyorum, hatta Şirkete karşı sana kefil bile oldum.
Bir an için ürperdiğini hissetti Acun. Ve o anda tüm iplerinin şirketin elinde olduğunu kabullendi. Keşke bu kadar büyümeseydim. Daha küçük, fakat daha huzurlu bir hayatım olsaydı diye düşündü. Bu düşünceye erken kapılmamıştı. Geleceği hissetmiş gibi beliriverdi kalbinde bir anda.
- Buraya şirket ile holdinginin evliliğinin detaylarını konuşmaya gelmedim. Bu konuda önümüzdeki haftalarda avukatlarımız ve CEO’larımız karşılıklı oturup konuyu etraflıca görüşerek bir neticeye bağlayacaklar.
- Beni şaşırtıyorsunuz…
Acun cümlesine devam edemeden Salman Bey bir el hareketiyle onu susturmuştu.
- Acun, bu seviyelere gelmede şüphesiz babanın rolü yadsınamaz. Ancak senin de öğrenme zamanın gelmiş ki şirket durumun sana izah edilmesi vaktinin geldiğine karar verdi. Holdingin asıl kurucusu ve büyümesinde asıl rol alan şirkettir.
Acun bir kez daha ürperdi. Bunca sene şirketi büyütmek için verdiği çabaları, gece gündüz demeden çalıştığı zamanları, gençliğinin enerjisini harcadığı seneleri ve kendisinin sahiplendiği başarıları… ve birisi gelmiş, tüm bu emeklerin üzerine çökmek istiyor gibi düşündü... Tabi bu durum öylesi bir çökme değildi, holdingin yüksek sıfırlı paralarla el değiştirmesiydi. Acun bunca sene peşinden koştuğu ideallerin, bol sıfırlı sayılar tarafından alt edilişinin burukluğu içerisinde hissetti kendisini… sevinmekle, üzülmek arasında karar kılamadı kalbi… ancak Acun da kendisine verilen rolü oynamak zorundaydı bu hayatta… birilerinin idealleri, başkalarının ideallerini alt edebilirdi… ve bu kez Acun idealler mi yoksa para mı arasında bir seçeneği olmadığını görüyordu… karar çoktan verilmişti zaten.
- Başarılarının her zaman şirketin nezdinde takdir gördüğünü bilmeni isterim. Bu sebeple, şirkette sembolikte olsa bir hissedar olarak ve hatta yüksek bir konumda danışman olarak kalmaya devam edeceksin. Diğer taraftan şirketin sana çok cömert de bir hediye vereceğini unutma.
- Biraz fazla cömert, diyebildi Acun.
- Evet. Çünkü artık sende şirketin bir parçasısın. Yani ailemizin bir mensubusun. Bu sebep ile aile içinde olan her olay aile içinde kalır kuralı ilk bilmen gereken öğütlerin başındadır ve asla ihlal edilemez.
- Anlayamadım Salman Bey.
- Gizlilik Acun, gizlilik.
Biraz duraksadıktan sonra; - Gizlilik bizim en büyük silahımızdır ve ifşa olması asla affedilmez, diye ekledi Salman Aypınar.
Acun zoraki bir gülümsemeyle tasdik etmişti Salman beyi. Bu aşamadan sonra düşündüğü tek şey uzunca bir tatile çıkma isteği oldu. Uzaklaşmak ve paranın satın alacağını zannettiği o huzuru yaşayabilmek.
Müge ise gelecek olan fırtınadan habersiz Acun ile çıkacakları akşam yemeği randevusunun hazırlıklarıyla meşguldü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.