- 156 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Neden Yazıyorum?
İnsan Neden Yazar ("Bilmek Ve Olmak" adlı kitabımdan alıntıdır)
Neden yazıyorum sorusunu kendime çok sordum.
Hâliyle bazı sebeplere de ulaştım. Bu sebeplerin benim için geçerli olduklarını görüyorum da başkaları için geçerli mi değil mi bilemiyorum.
Öncelikle aç ayının oynamadığı gibi, aç bir zihinle de yazamazsınız. Aç bir zihnin yazma ihtiyacı ve lüksü neredeyse hiç yoktur. Size zihinsel doygunluğu sağlayacak, yazmanız için gerekli materyali verecek işlerin başında elbette okumak gelir.
Yazmak; okumanın bir sonucu, okumak da zihinsel açlığı gidermenin en önemli ayağı ve başlangıcıdır.
Dolayısıyla insan okuma alışkanlığı edinince arkasından yazma ihtiyacının belirmesi de doğaldır.
İkinci neden ise; insan kendi duygu ve düşüncelerini
başka insanlarla paylaşmak ister. Bu gayet doğal bir eğilimdir. Başkalarının gönlüne ve zihnine girmek, aynı zamanda başka hayatların üzerinde etki bırakmak demektir. Başkalarını özellikle olumlu yönde etkileyip, hayatlarında bir değişiklik meydana getirebilmek en soylu uğraşlardan biridir.
Yazmanın üçüncü nedeni olarak, insanın ölümlü olduğunu biliyor olması ve dünyadan ayrıldıktan sonra yazdıklarıyla yaşıyor olmayı istemesini söyleyebiliriz.
Dördüncü neden olarak, kendi varlığını başkalarına
duyurma ihtiyacı diyebiliriz. Var olduğunun fark edilmesi, dikkate alınmak, insan için müthiş bir gereksinimdir. Bu konu hakkında kimileri şöyle söylemiştir: “Bir insana yapılacak en büyük eziyet o insanı görmezden gelmektir, var olduğunu dikkate almamaktır.” Ben bu tespitin doğru olduğuna inanıyorum. Yazmak kendi varlığını başkalarına duyurma adına önemli bir araçtır.
Beşinci neden ise insanın öğrendiklerini, anladıklarını ve keşfettiklerini önce kendine sonra başkalarına ispat etmeyi istemesidir. Öğrendiğiniz şeyleri gösterebileceğiniz en büyük belgelerden biri de yazdıklarınız olacaktır. Yazmak bu ispatı hem kendimize hem başkalarına karşı yapmakta tartışmasız en verimli ve kalıcı yöntemlerden
biridir.
Altıncısı ise; yazmak bir hobi gibi, uygulandığında kişiyi rahatlatan, kendine göre bir haz veren alışkanlık olarak görülebilir.
Yazmak zihnin deşarj olmasını ve yeniden düzenlenmesini sağlar. Bu yönden bir terapi gibidir ve rahatlatıcıdır.
Yedincisi, Mevlânâ ve Montaigne olma arayışından, yani ünlü ve meşhur olma isteğinden gelir.
Son olarak, kişi aslında duymak istediklerini duyamadığı için yazar.
Neden yazıyorum sorusunun cevabı da yukarıda belirttiğim hususların hepsinden bir miktar taşır. Baskın olan nedenleri “öğrendiklerimi önce kendime sonra başkalarına ispat etmeyi düşünmem, öldükten sonra yazdıklarım ile dünyada yaşıyor olmayı ve düşüncelerimi paylaşmayı istemem, kendi varlığımı başkalarına yazdıklarım aracılığıyla
duyurma ihtiyacım” olarak sıralayabilirim.
Yazma alışkanlığım, tarih ve arkeoloji hakkında bilgiler sunan bir siteye üye olmam ve oradaki paylaşımlara ufak ufak yorumlar yapmamla başladı. Belçika’ya geldikten sonra oturup sohbet edecek arkadaş çevrem yoktu. Sosyal medya hesaplarımın yazarak paylaşımlar yapmak için bana bir
imkân sunmasıyla yazma işini devam ettirdim. Buradan çıkardığım sonuçlardan biri de “her büyük şey, ileride nelere yol açacağı bilinmeyen çok küçük şeylerle başlar” ilkesidir.
Tarih ve arkeoloji sitesine yaptığım yorumlar birkaç
cümleden oluşup, tamamen acemiceyken, iş kitap yayımlatmaya kadar geldi.
Kendinizi geliştirmek istediğiniz bir konuda ne kadar
yetersiz olursanız olun, ilk önce ufaktan başlayın, düzenli olarak ilginizi devam ettirin. Sakın kendinizi o konuya yıllardır emek vermiş ve ustalaşmış kişilerle kıyaslamayın.
Moral ve motivasyonunuzu düşürüp pes etmeyin. Herhangi bir konuda ustalaşmış kişi yılların emek ve gayretiyle o ustalığı elde etmiştir. Fakat yetenek denilen, doğuştan bir işi diğerlerinden daha mahir yapabilme gibi bir gerçeklik de
var. Kendinizi ilerletmek istediğiniz konularda sizden daha yetenekli kişiler olabilir. Bir konu üzerinde çok uzun süre çalışarak elde ettiğiniz yeterliliği bir başkası daha kısa sürede elde edebilir.
Fakat üzerine gidilmeyen, gerekli ilgi gösterilmeyen her iş, meslek, konu, insani yeti, zamanla gerilemeye, vasat bir hâl almaya belki vasatın da altına düşmeye mahkûmdur.
Yukarıda değindiğim hususlar, bir insanı yazmaya iten temel nedenler olabilir. Fakat bir de bizzat yazma aktivitesinin yapıldığı an kişinin yaşadığı birtakım duygular düşünceler vardır. Her yazan, yazma esnasında, kendince bir şeyler yaşar. Yazarken neler hissediyor ve yaşıyorum?
Buna da değinmek istiyorum. Yazmak benim için tıpkı “yüzmek” gibidir. Köyümüzün yakınlarında, suyu çok berrak ve temiz, serinliği optimal
düzeyde bir gölcük vardı. Orada yüzerken o kadar keyif alırdım ki, hayatımda pek az şey beni onun kadar mutlu ederdi. Suyun dibine dalar, fazla derin olmayan zemini gözler, küçük balıkları, renkli kum ve taş parçacıklarını, bitki ve yosunları izlerdim. Nefesim tükenme aşamasına gelince, suyun üzerine çıkar, sırtüstü biraz kalıp sonra yine dibe dalar, suyun kendisinde barındırdığı güzellikleri seyrederdim. Yazın sıcağında, suyun ideal serinliği ve temizliğiyle birlikte o güzel yerde yüzmek hayatımda tattığım en büyük zevklerden biriydi.
Benim için yüzmek nasıl fiziksel bir uğraş ve zevk kaynağı ise, yazmak da zihinsel bir uğraş ve bir o kadar zevkli. Okuduklarımdan, gördüklerimden ve yaşadıklarımdan edindiğim bilgi ve tecrübeleri, kendi zihin filtremden geçirerek aktarmaya çalışmak, zihnim için gayet faydalı bir
uğraş. Yüzerken derinlere dalıp, görerek haz aldığım şeyler olduğu gibi, yazarak da zihnime bir dalış yapıyor, orada neler olduğunu kısmen de olsa görüyor ve yazma aracılığıyla açığa çıkarıyorum.
Bu işi belki bir profesyonel kadar titiz ve kurallarına uyarak yapmıyorum ama kendi zihnimi yazma aracılığıyla kurcalıyor, kendi inançlarıma ve değerlerime, mantık yürütme biçimlerime yazmakla ulaşıyorum. Yazmak da konuşmak gibi, insan bilincinde bir açılma ve saçılma meydana getiriyor. İnsanın kendini daha iyi anlamasına kesinlikle ciddi katkı sunuyor. İnsan yazarken farkında olmasa da gerçekleri değil de kendi düşüncelerini, zanlarını ve etkisinde kaldığı kültürün değer yargılarını konuşturur. Olabildiğince objektif olmaya, hayatı ve insanı herhangi bir ırk, mezhep ve kültür penceresinden değil de “insan penceresinden” görerek anlatmaya çalıştım. Bunu ne kadar başardığıma karar verecek olan siz okuyuculardır. Kültür merkezli, yani mevcut toplumsal anlayışları merkez alarak yazılanlar, bugün bir şeyler ifade etse de, yarın hiçbir şey ifade etmeyebilirler. Çünkü toplumun da benimsediği değerler, kabul ettiği inanç ve görüşler zamanla değişmeye müsaittir.
Umarım bir kısım gerçekleri kurcalayabilmişimdir
Ali karakaya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.