Mutluluğunun ikinci adı
Yıl 1979
Önce İyi Dere’nin üstü karardı, sonra şimşekler çakmaya başladı, ardından da yağmur boşandı. Silan Köyünün doğuya meyil taraflarında sağlı sollu ırmaklar peyda olmuştu. Gökyüzü neyi var neyi yoksa boşaltacak gibi idi.
Köy halkı 1979’un baharını karşılıyordu.Parasızlık, yokluk ve açlığa karşı belli belirsiz bir ümit baharı bekliyordu. Bu ümidin hatta adını söyleyebilecek bir babayiğit zor çıkardı. Fakat ne de olsa artık üşümeyecekler, hiç değilse soğuktan kurtulacaklardı. Ve soğuk, yaşlılarla çocuklar için açlık kadar yıkıcı idi, açlıkla büsbütün katlanılmaz oluyordu.Köyde yalnız yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştı.
İyi Deresi’ne doğru sokulan kiremit damlı evlerde hava bambaşka idi. Memlekette hasıl olan karamsar bir hava vardı.Açlık , kıtlık, yoksulluk ve istikrarsızlık her ciheti sarmıştı .Yatsıyla birlikte köy deliksiz karanlığının içinde mezar uykusuna dalar, fakat evlerde pencereler turuncu turuncu bakardı
Şimşekler derede bir sağa bir sola gümbürdüyor.Yağmur oluktan boşanırcasına yağıyordu.Gök gürültüsü bir başkaydı Karadeniz’de.
Şimşek çakar çakmaz yağmur başlar bir koşuşturma giderdi.
Bir dağ köyüdür Silan .Dereye bakan yamaçlarda kurulmuştur.Silan dağının eteğinde çay bahçelerinin yeşiline doyum olmazdı.
Geçimi sadece çaya dayalıdır.Hemen herkesin az veya çok çay bahçesi bir iki büyük baş hayvanı ekip diktiği küçük bir tarlası vardır.
Erkenden çıkardı yollara Silan ahalisi. Çay bahçeleri ilk baharda bereketli olurdu. Çay filizleri daha yeni yeni boy vermiştir. Kızarmadan, yanmadan toplanmalıdır. Yoksa hiçbir işe yaramaz çay filizleri.
Herkes çoluk çocuk düşerdi bahçeye. Çocuğu olmayanlar da komşulardan ıratlık yaparlardı.Herkes birbirine böyle yardım ederdi. Her Anadolu Köyünde olduğu gibi.
Gök gürültüsü kopunca halk üstüne aldıkları yağmurluklarla kendini yağmurdan korurdu.Pekte aldırış etmezlerdi.Kimisi de eve çekilir yağmurun dinmesini beklerdi. Ocağa kızılağaç parçalarını atıp hem ısınır hem de çay eşliğinde koyu bir sohbete girişirlerdi.
Yine şimşekler çakmış gökten boşanırcasına şiddetli bir yağmur başlamıştı. Sanki gök yarılmış yere inmektedir.
Rukiye henüz on iki yaşlarındadır. Bu fırtınada sırılsıklam ıslanmıştı. Kendisinden önce gelenlerin yaktığı ateşe doğru koşar ellerini uzatır ısıtmaya çalışır. Çemberi başından omuzlarına düşmüş saçlarının karası görünür olmuştu. Bir ara farkına varır tedirgin bir şekilde örtmeye çalışır başını.
Davut’un oğlu Hasanın haylazlığı yerindedir yine. Çemberini kapar ve atar yere. Çemberi zeminin toprak olmasından dolayı kirlenmiş küle ve toza bulanmış ve de ıslanmıştır.
-Elin kırılsın emi der Rukiye .
Sırtını döner kendine bakıp gülüşen çocuklara. Utanmıştır. Çemberi alıp dışarı çıkar saçaklardan akan yağmur sularında yıkar çemberini ve başına takar tekrardan.
Hasan afacan bir çocuktur. Babasını kaybetmişti. Annesi, kendinden küçük kardeşleri ile yapayalnız kalmıştı. Gözü hep okumaktadır.Yaşlı anacığı oğlunun ısrarına dayanamaz o güz onu kasabaya ortaokula yazdırır.
Hasan artık sadece okumakta değil sanki uçmaktadır.Okulda ele avuca sığmaz bir çocuktur.Yıllar çabuk geçer ortaokul biter.Hasan buna sevinemez. Zira tek dayanağı anacağını kaybetmiştir. Okulun bittiği yaz.
-Artık okumak bana hayal oldu der.
Her tatilde olduğu gibi kolları sıvazlar. O Yıl liseye gidemez. Çay bahçesinin bakımını yapar.Ivır zıvır ne varsa elinden geldiğince yapmaya çalışır.İş zamanı iş ,çay zamanı çay bahçesindedir Hasan. Basbayağı bir köylü olup çıkmıştır artık.
Rukiye’nin babası Mehmet Ağa ile uzaktan akrabadır.Hasan ve öksüz kardeşlerini kendi çocukları gibi gözetir.Okulu bırakmasına rıza göstermez.
Hasan’ı bir gün yanına çağırır. “Oğlum …okula devam et…öksüzlere ben bakarım “der.
Hasan boynu bükük yere bakar … susar. Mehmet Ağa tekrar konuşmaya başlar ve niyetini izhar eder.
-İstersen Rukiye’yi sana vereyim . çocuklara bakar sen de okursun “
Hasan çocukluk arkadaşı Rukiye’yi düşünür.Sevinir ve heyecanlanır.
Duygularını bastırmaya çalışır.Evet manasında başını iki kere sallar.
Komşularında uygun görmesiyle iki genç evlenir.Sade bir merasim yapılır.Cami İmamı nikahlarını kıymış sönen ocak yeniden tütmeye başlamıştır.
Hasan’ın gözü yine okumaktadır.Şehre gidip sınavlara girmiştir.Kulağı tetikte bir hayırlı haber beklemektedir.Nihayet bir gün haber gelir. Girdiği öğretmen okulu sınavını kazanmıştır. Bütün Sılan köyü bu sevinci paylaşır. Rukiye’nin kocası okuyacak öğretmen olacaktır artık.
İlk yıl çabuk geçer . Rukiye’nin babası öksüzleri de alıp kendi evine götürmüştür. Hasan yıl sonunda köye döner. Rukiye hamiledir.Hasanın sevinci ikiye katlanmıştır.Baba olacağı müjdesini alınca içi içine sığmadı.Ev ve bahçe bütün işlerinin hemen hemen hepsini tek başına yaptı. Gözü Rukiye’nin üzerindedir. Sabah akşam doğacak çocukları hakkında konuşur oldular
Günler çok çabuk geçer tatil biter okul zamanı gelmiştir. Üzgündür.
Eşi Rukiye’yi teselli etti.
”Rukiye…dedi.Şunun şurasında ne kaldı .İki sene çabuk geçer .Buraları satar çeker gideriz yeni yerimize.
Rukiye sevinemedi bu laflara .Hiç ev –bark satılır mı ? el bize ne der dedi.
Hasan okuluna döndü.Ama gözü kulağı köyündeydi.Gelecek haberi bekliyordu. Haber geldi. Bir kızı olmuştu.Yarı yıl tatiline bir hafta kala Hasan okulunu bırakıp yollara düştü.
İşte karşısında Silan Köyü, evi ve eşi Rukiye’si vardı .Kızını görünce bir nara attı. Anaa diye . Bu ses yankı yaptı vadinin içinde yankılandı.
Yavrusuna anasının adını koyacaktı.
Sanki yere basmıyordu Hasan .Eşiyle sarmaş dolaş oldu. Kundağıyla birlikte kucakladı yavrusunu. Çocuk kukusunu doya doya içine çekti.
Sayılı gün çk çabuk geçer .Yirmi gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Evinden dışarı hiç çıkmamıştı. Çarşı pazara hiç gitmemişti. Hep beşiğin başındaydı. Nitekim okuluna döndü. Rukiye’nin kaderine rıza göstermek vardı. Yine beklemeye başladı.
Bekledi beklemesine de Hasan değişiyordu son zamanlarda.Tatillerde gelmez ,gelememesinin mazeretini de bildirmez olmuştu. Arada birkaç satır mektup yazıyordu o kadar..Yazın geleceğim güzün geleceğim deyip geçiştiriyordu. Rukiye bir şeyciklerin farkında değildi. Ama içine bir burukluk çökmüştü. Sanki olacaklar kendisine malum olmuştu.
Ve bir gün Hasan çıkageldi.Okulunu bitirmişti.Fakat Hasan çok değişmişti. Eski halinden eser yoktu.Bir yabancı gibiydi adeta.
Konuşmuyordu .Sürekli susuyordu. Rukiye’nin sorularını kısa sözlerle geçiştiriyordu. Çocuğuna bile eğreti davranıyordu.İçinde bir savaş vardı sanki.Kendinle saaşıyordu.
Akşam olunca eşine “seninle konuşmamız lazım dedi. Rukiye beyninden vurulmuşa döndü. İçi titredi, boğazı düğümlendi. Bir iki defa yutkundu. Gözlerinden siyim siyim yaşlar akmaya başladı. Gözlerini çemberiyle sildi.Ocağa doğru yürüdü. Hasan’a göz yaşlarını göstermek istemedi.
Anlamıştı “ne konuşacaksın “diyebildi.
”Ben “dedi Hasan “Yarın gidiyorum .Bir daha da gelemeyeceğim.”
“Biz ne lacağız “ demesine fırsat bırakmadı
“Bendenden umudunu kes “ Hasan’ında sesi de ağlamaklıydı.
“Birlikte olmamız mümkün değil artık. Sabah iki kişi çağırır boşarım seni. Zaten resmi nikahımız yok”
Ve de öyle oldu. Rukiye yıllar yılı beklediği arkasından göz yaşı akıttığı Hasan’ın gidişine bakamadı bile.
Haber köyde kısa zamanda duyuldu.Herkes Rukiye’ye acıdı.”Dul kaldım “dedi Rukiye .”Herkes bundan sonra bana dul avrat diyecek. Kızıma da dul avradın çocuğu.”
Hasan’dan bir daha haber alınamadı.Söylenen ki anarşistlere karımış komünist olmuştu Hasan. Rukiye’nin de yüzü gülmedi hiçbir zaman. Kocaya da gitmedi. Kaderine buyun eğip kızını büyüttü…
Rükiye artık öfkesinde vahşi, sükunetinde mağmum bir kadındı. Babasını toprağa verdiği akşam Ankara’ya dönmüştü.Oda Ankaralı olmuştu.Yıllar geçecek, komşular edinecek ,dostluklar kuracak ,düşmanlıklar görecek, varlığı da, yokluğu da bütün unsurları ile tadacaktı.Geçmişte Hasan ile yaşadıkları sadece bir hatıra olarak kalacaktı.
Tıpkı bulutlar ardındaki bir güneş gibi hüzün, hüzün, yığın yığın hüzün tüllerinin ardında; Rukiye için hüzün mutluluğunun ikinci adıydı artık.
İlyas Kaplan-redfer