- 522 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MUSTAFA EVERDİ: “MISIR HALKI DAHA HOŞGÖRÜLÜ VE EĞLENMEYİ BİLEN BİR TOPLUM.” Röportaj: Mesut ÖZÜNLÜ
Mustafa EVERDİ: Gazeteci, yazar, yayıncı, hukukçu, avukat, düşünür, Ankara 33’üncü emekli Noteri. 1960 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu ilinde okudu. 1975’te Niğde Öğretmen Lisesi’nden, 1982’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Konya, Niğde ve Aksaray illerinde öğretmenlik yaptı. Bir müddet “Dinozor” adlı mizah dergisinin sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü üstlendi ve yayınladı. Ankara’da serbest avukat olarak çalışmanın yanında, sahibi olduğu 21. Yüzyıl Yayınlarını yönetti. İlk yayımlanan edebî çalışması, 1970 yılında “Yeşil Bor” gazetesinde çıkan “Vatan” adlı şiiridir. 1982-1994 yılları arasında; Mavera, İslâm, Kelime, Dergâh ve Varide gibi dergilerde öyküler, hukuk ve siyasetle ilgili yazılar yazdı. 1987 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Kültür ve Sanat Yıllıkları ile Zaman gazetesinde köşe yazıları yayınlandı. Ankara Barosu Edebiyat Ödülü sahibidir. “Böyle Buyurdu Hukuk, Türk İçtihatlar Ansiklopedisi (3 cilt takım), Seçim Mevzuatı, Sen de mi Sezar, Milletin Kırmızı Kitabı - Derin Demokrasi, Kelebekler Yürümez, Diyanet’in Hacısıyım, Yeşile ve Maviye Yürüyüş, Örgütlü Ölüler, Dava Kıran, Kılçıklı Hikâyeler, Metropol Mücahidi, Dante İle Şaman Dansı” gibi çok sayıda hukuki, siyasi ve edebî esere imza atan Mustafa EVERDİ hâlen emeklidir.
Sayın Everdi, geçtiğimiz haftalarda bir grup gezginle birlikte bir Mısır seyahati gerçekleştirdiniz. “Niçin Mısır?” desem, bu soruya nasıl bir yanıtınız olur?
Seyahat, insanın dünyaya açılmasının penceresidir. Zaman ve imkân bulunca arada bir bakmak gerekir. Böylece ülkeni de sevmeye zaman bulursun.
Biz eski İslamcıyız biliyorsunuz. Mısır’ın bizim İslamcılığımızda önemli bir yeri var. Seyyid Kutup’un kalın ciltlerle dolu Fizilali’l-Kur’an tefsirini okumak için gece gündüz çabaladık. Türkiye’den farklı sosyolojik bir tefsir diye. Öğrenci bütçesi ile o kitapları edinmek için ne sıkıntılar çekmiştik oysa. Mahrumiyetlere katlandık, muhayyel İslam Devleti için Abdulkadir Udeh’in İslam Ceza Hukukunu, Hukuk-u Kamusu Istılahiye’yi okuduk. Devletimiz Seyyid Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet kitabını yaygınlaştırdı.
Hekimoğlu İsmail, “Minyeli Abdullah” adlı kitabıyla Türkiye’deki bu mücadeleyi Mısır’da bir şehre taşımıştı. Mehmet Akif, Cumhuriyet’in kuruluşundaki inkılaplara karşı veya kendisine yönelik kuşkulara karşı Mısır’a iltica etmişti.
Ayrıca Mısır’la Türkiye, modernleşme konusunda aynı macerayı yaşıyor, birbirleriyle yarışıyorlar. Hatta Cumhuriyet döneminde, modern müzik ve sinema Mısır üzerinden geldi Türkiye’ye.
Tabii bütün bu hatıralar, bizde bir Mısır merakı oluşturmuştu. Seyahat edebilmek için uygun bir zaman bekliyordum. Bu sene nasip oldu.
Bu seyahatle ilgili “Ne umdunuz ne buldunuz?” bağlamında, gidişinizle dönüşünüz arasında ne gibi farklılık veya farkındalıklarla karşılaştınız? Sizi fazlasıyla şaşırtan bir sürpriz oldu mu?
Hayal kırıklığının en temelde birincisi, ülkedeki fakirlik. Ayrıca, çöl kumlarının dış cephelerini aşındırması nedeniyle, binaların neredeyse tamamı sıvasız gibi. Dolayısıyla şehre ve binalara siyah, gri bir renk hâkim. Bu nedenle insanın üzerine bir ağırlık çöküyor. Kahire bu ülkenin başkenti. 30 milyonluk bir şehir Kahire. Mısır, aslında mim-sad-ra harflerinin bir kolajı. Meşakkat, sabır ve refahı çağrıştırıyor sanki. Bu nedenle Mısır’a biz Mısır diyoruz. Batılılar Egypt diyorlar. Egypt, Kıpti ülkesi demek. Bu ülkenin beşte bir nüfusunu oluşturuyor. Hâlbuki Kahire’yi, Arap İslam fethinden sonra Müslümanlar kurdu. Ancak bugün bu şehirde şayet bir güzellik varsa, üzgünüm ki ya Fransızların ya da İngilizlerin şehre yapıp kattıkları. Müslümanların şehri; tarihî bina ve camiler dışında, sanki bir harabeyi veya savaştan çıkmış bir manzarayı andırıyor. Fakirlik, her binanın yüzeyinde kendini dışa vuruyor. Şehirlerin etik ve estetik anlayışı, ilk bakışta binalarla cadde ve sokakların düzenliliği ile yansır. İlk hayret ettiğim buydu. Şehre adım atınca, dikkatinizi daha bir yoğunlaştırırsınız. Bir haftadan sonra alışır ve hiçbir şey sizi rahatsız etmez olur artık.
30 milyon nüfuslu şehirlerin bu kadar kalabalık olmasının, fakirlerin şehirleri istila etmesinin nedeni, gelir dağılımdaki adaletsizlik herhâlde. Mesela bu gelir dağılımı eşit bir şekilde dağılsa, insanlar kendi köylerinde kendi şehirlerinde kalsa merkeze bu kadar hücum etmezler. Aynen bizim İstanbul’u, mega kent olarak her şeyin yığıldığı merkez yapmamız gibi.
Medeni şehirler kurmak, yüksek kültürlerin ve büyük imparatorlukların işidir. Mesela bir Roma veya Endülüs medeniyeti dediğimizde, bunu buralardaki şehirlerde; ya da Bizans veya Osmanlı medeniyeti dediğimizde bu yapıları İstanbul’da görebiliyorduk. Bu konuda büyük düşünceye sahip olan devletler ve milletler, gerçek şehirlerin inşa ve imar işinde de başarılıdır. Biz mevcudu bile muhafaza edemiyoruz. Kahire de bunun canlı bir örneği.
Üstadım, bir de Hititlerden Firavunlar devrine, Osmanlıdan Memlûklu yönetimine, öteden beri hep Anadolu coğrafyasıyla Mısır toprakları arasında tatlı bir rekabetin olduğu söylenir? Siz böyle bir rekabet sezinlediniz mi?
Ben hem eski bir İslamcı, hem Türkiye’den Müslüman biri olarak Türkiye ile Mısır’ı kıyasladığımda sürekli hicran içindeyim. Hemen hemen aynı sorunlar; kalabalık nüfus, üretim yetersizliği, döviz kıtlığı… Sürekli kaos, düzensizlik…
Bugün de İslam dünyasının iki güçlü ülkesi Türkiye ve Mısır. Hatta İslam dünyasının liderliği konusunda aralarında bugün de rekabet var. İhvan hükümetine yapılan darbe ve Mursi’nin idamı nedeniyle gerilim doğmuş, on yıl karşılıklı elçiler geri çekilmişti.
Bugün yeniden ilişkiler düzelmeye başladı. Mısır’da, Türkleri sempatiyle karşılayan bir halk ve Türk deyince aristokrat bağlamında bir itibarımız var. Bu nedenle halklar arasında bir sorun yok. Gerilim siyasi. Siyaset de inişli çıkışlı ilerliyor.
Mısır hakkında okuduğum bir anı kitabında yazarı şöyle diyordu. “Ben, geçmişin daima kalık ve geri olduğunu, geleceğin ise hep muhteşem ve ileri olacağını düşünürdüm. Başka bir deyişle gerilemek kavramı geçmişe, ilerlemek kavramı da geleceğe kodluydu benim kafamda. Fakat Piramitlerle, Tahrir Meydanı’ndaki Mısır Firavun Müzesini görünce anladım ki, öyle değilmiş. Geçmişin derinliklerinde; günümüz teknolojisinin, henüz sırrını dahi çözemediği bir yığın muamma, binlerce bilinmezlik giziyle dolu şaheser saklıymış. Tam müzenin kapısından çıkıyordum ki, eski düşüncelerimi tekrar hatırladım. Artık bunlar da çağın gerisinde kalmış deyip bu müzede bıraktım…” Mısır, sizde böyle fikrî bir kırılma yaşattı mı?
Eski Mısır, İsa’nın doğuşundan yaklaşık beş bin yıl önce, yeni taş çağında tarım, sulama ve köy hayatı bakımından önemli atılımlar yapmış, İsa’dan önce 3500 yıllarından başlayarak göz kamaştırıcı bir başarı dönemine girmişti.
On bin yıl önceki Mısır firavunlarının kurduğu Luksor, Karnak gibi şehirleri, tapınak ve binaları, binalara ihtişam veren sütunları gördükten sonra Kahire’nin ne kadar imar, estetik ve medeniyetin icaplarından uzak olduğu daha bir göze batıyor. Hatta Krallar Vadisi’ndeki mezarları görünce o ihtişam, Kahire’de mezarları ikametgâh olarak kullanan insanlar daha bir trajik hâle geliyor. Firavunlar ölüleri için görkemli anıtlar yaparken, biz yaşayan insanların ihtiyacına yakışır konut bile sağlayamıyoruz. Elbette nüfus artışının bir etkisi var ama bu kadar standardı aşağı çekmek, İslam dünyasının sorunu gibi görünüyor.
Mısır’da uzun süre kalan bir dostum, Mısır toplumunun bizim topluma göre dinî yaşam açısından çok daha rahat, doğal ve otantik olduğunu söylerdi. Seyahatiniz çok daha kısaydı ama siz böyle bir algı hissettiniz mi? Hissettinizse, bunu neye bağlıyorsunuz?
Bütün bunlara rağmen Mısır yaşamayı ve eğlenmeyi biliyor. Yoksullukta bile belli bir noktadan sonra insanlar, biraz da sıcak iklimin etkisiyle her şeye boş verebiliyor. Araplar; bizim kadar din ve hayat konusunda Ortodoks olmayışlarından kaynaklanan bir genişlik ve rahatlıkla, hayattan zevk almayı ve en yoksul halde bile eğlenmeyi biliyorlar.
Bu nedenle Türkiye’de bizim halkımız oldukça gergin. Bir de üzerimizde sürekli enflasyon, döviz, faiz; ekonomik kriz gibi baskılar olunca, bunlara bir de siyasi parti gerilimleri ve çatışma söylemleri gibi olumsuzluklar eklenince bu halkımıza bir stres olarak yansıyor. Ayrıca Batıyla çatışma, dünya liderliği gibi hamasi söylemler de alıp başını gidince, insanımız iyice gerilmiş oluyor. Dolayısıyla biz Mısırlılar kadar eğlenmeyi, hayattan zevk almayı bilmiyoruz. Yaşama sevincimiz sürekli baskı altında. Mısırlıların en iyi özelliklerinden biri, eğlenmeyi her halükarda başarabilmek. Elbette insan her zaman büyük imkânlara, maddi zenginliğe ulaşamaz, ama eğlenmenin bir şekilde yolunu bulabilir. Ne var ki bizim bulamadığımız çok açık. Bu bakımdan Mısır’ın üstünlüğü ortada, iyi yanını ancak böyle söyleyebilirim. Hayattan zevk almayı, yaşama sevincini; zorla da olsa hayattan, ekonomiden, ülkeden, devletten koparıp elde edebilmesi lazım insanların. Eğlenme milletlerin tabiatında var. Maalesef Türkiye’de biz bu eğlenmeyi unuttuk ve sürekli gerilim içerisindeyiz. Bunu da haberlerde her gün izliyoruz. Bu gerilim aslında siyasi bir tepki ama herkes bunu siyasi olarak ifade edemediği için ancak yakaladığına, gördüğüne adi tepkiler olarak yansıtıyor.
Söz gerilim ve çatışmadan açılmışken; bir de Mısır halkında, toplum Müslüman ve Hıristiyan şeklinde iki ana kategoriden meydana geldiği hâlde, toplumsal doku itibariyle pek öyle ötekileştirici bir ayrıştırmanın görülmediği, Mısır toplumunun genelde kaynaşık ve uyumlu olduğu söyleniyor. Siz bunu fark ettiniz mi? Ettinizse, dilin aynı olması, dinleri birbirine mi yaklaştırıyor? Ne dersiniz?
Biliyorsunuz bir zamanlar Enver Sedat’ı öldüren Halit İslambuli’yi Türkiye’de kahraman görüyorduk. Hatta zamanında buna yönelik yayınlar da yapılmıştı. İşte bir firavun öldürüldü diye. Yani İslam’ın ve Kur’an’ın cihat anlayışı, sadece Halit İslambuli’nin Enver Sedat’ı öldürmesi üzerine endeksliymiş gibi bir algı vardı bizde. Hem o Enver Sedat’ın öldürüldüğü yeri gördük hem Sedat’a yapılan görkemli mezarı. Dolayısıyla silahlı bir eylemle veya bir ülkede herhangi bir siyasiyi öldürerek devrim yapılamayacağını ve bunun o ülkenin kaderinde olumlu bir değişiklik meydana getirmeyeceğini şimdi anlıyoruz.
Mısır’daki eğitim Türkiye’den daha ciddi temelli bir yönteme dayanıyor. Fransız modelini esas aldığı için en azından yabancı dil öğretmede bizim kadar başarısız değiller. Üniversiteye kadar meslek okullarına gidecek öğrencileri ya da meslek öğrenecekleri ayırıyorlar. Üniversiteye gidecek zeki ve çalışkan çocukların önünü açan uygulamalı bir sistemleri var. Bu bakımdan Mısır, fiilen laikliği yaşıyor. Ülkede Hristiyanlar var, Batılı yabancılar var. Bütün bunlara karşı da laiklik fiilen yaşanıyor. Türkiye’den daha hoşgörülü bir ortam gözlemledim. Orada kadınların açık ya da kapalı oluşu bir sorun teşkil etmiyor. Bu, Mısır’da kadınların hayat içinde daha etkin olması ve kendilerine olan güvenle de ilgili olabilir. Diğer dinlerin ibadet mekânları hayatın içinde.
Üstadım, malumunuz Türkiye-Mısır ilişkileri bağlamında uzun süre devam eden siyasi bir kopuş süreci yaşadık. Siz bir entelektüel ve düşünce insanı olarak, tekrar yavaş yavaş başlamakta olan umut verici gelişmeler ve yeniden kurulmaya çalışılan siyasi ve ekonomik bağlantılar hakkında neler söylersiniz?
Mısır da, Türkiye ile ilişkileri iyi tutma konusunda girişimler içinde. Yakında Sisi ülkemizi ziyaret edecek. Karşılıklı büyükelçiler yeniden atandı. Türkiye’de yıllık ihracat 250 milyar dolar, Mısır’da bu 40 milyar dolar. Bu nedenle Mısır’da sermaye kontrolü daha fazla. Bizde de var ama bizdeki biraz daha dolanarak daha zarif daha ekonomik tedbirler içerisinde yürütülüyor. Mısır daha sert biraz da darbe sürecinde askeri bir yönetim var. Tabii Mısır; 40 milyar dolar ihracatı olsa da, Araplardan ve Batılı ülkelerden; Türkiye’ye göre daha büyük yardımlar alıyor. Ayrıca elektrik üretimi ülkeye yetiyor, petrolü Araplardan ucuza ithal edebiliyor.
Öte yandan Mısır da Türkiye gibi döviz sıkıntısı çektiği için turizme yatırım yapıyor. Ülkenin deniz kenarı, Hurgada, Şarm el-Şeyh gibi şehirler turizm merkezi hâline getiriliyor. Bu alanda rekabet bile başlayabilir aramızda. Mısır da ülkenin bütün imkânlarını turistlere açıyor. Halkının ulaşamadığı her şey, turistlerin hizmetinde.
Sonuç itibariyle size göre Mısır-Türkiye ilişkileri nasıl olmalı? Mısır’a seyahat, ticaret veya okuma amacıyla gidenler neleri göz önünde bulundurmalı?
Bu ülkeyi görünce, Mehmet Akif’in İslam’ı yaşamak için geldiği Mısır bu mu diyorsunuz, bir yerde. Arapça ve ilahiyat eğitimi için El-Ezher’e gidenlere de artık zahmet etmeyin diyebilirim. Gördüğüm kadarıyla Mısır’ın dinî konulardaki reelpolitiği, bugünün gerçekleri karşısında anakronik kalmış bir anlayışta. İçinde bulunduğumuz yüzyılı anlamadan, ihtiyaçlarına cevap verme çabasına girmeden, İslam’ın tarım toplumlarına yönelik çözümlerini öğretmek yeterli görülemez.
Mısır’la Türkiye her zaman iyi ilişkiler içinde olmalı. Mısır Arap Ligine ev sahipliği yaparak, Türkiye’nin İslam dünyasında söz sahibi olmasına karşı bir rekabet içinde elbette. Bu rekabeti, her iki ülkenin daha iyi gelecek için birbiriyle yarışması şeklinde değerlendirdiğimizde, bunun her iki ülkenin halkları için yararlı olacağı açık.
Özellikle Firavun uygarlığı ile bütün dünyayı etkileyen Mısır; mitolojisi, arkeolojik kazıları ve yayınlarıyla yüzyıldır gündemde. Piramitlerin sırrı hala çözülemedi. Bütün bu enformasyon, herkesin Mısır’ı merak etmesinde baskın bir ilgi alanı oluşturuyor. Medeniyetler geçmişten bugüne, düşüş mü yoksa yükseliş mi içerisinde? Buna karar verebilmek için de, Mısır’ı görmek gerekir.
Mustafa Bey, sizinle böylesi bir söyleşi yapmak keyifli olduğu kadar bilgilendiriciydi. Dahası Mısır gibi dost ve kardeş bir ülke hakkında sizden tarihî, turistik ve topoğrafik bilgi ve birikimler almak, önemli gözlemleriniz ve özgün tespitlerinizle aydınlanmak güzeldi. Bu kadar yoğunluk ve yorgunluk arasında bana böyle güzel bir erişim, mutluluk verici bir imkân sağladığınız için size çok teşekkür ediyorum.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.