- 165 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ALTINMAKAS TERZİHANESİ
![ALTINMAKAS TERZİHANESİ](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/resimli_yazi/buyuk/222721.jpg)
ALTINMAKAS TERZİHANESİ
Bir fotoğrafa hapsolmuş küçük bir pencere ve altında tezat oluşturacak kadar büyük belki de hayallerimiz büyüktü kimbilir bir tabela üzerinde altın sarısı parlak bir yazı “Altınmakas”…Küçük ve geri kalmış bir Orta Anadolu kentinden bavuluna doldurduğu kocaman fikirlerle çıkıp gelen Osman Efendi’nin silkelenip gelişen, değişen zamanların efsanevi kenti Adana’da açtığı mütevazi terzihanenin yeri ve adı böyleydi işte…
İşgal yıllarının yanmış yıkılmışlığından 40 ların karneli kıtlığından ne kadar da şaşırtıcı şekilde sıyrılıyordu ülke…Havada bir değişim, bir yenileşim kokusu bir kabına sığamama, dolup taşma gerginliği vardı. Osmanlı’dan kalan harap binalar ve harap insanların anlayamadığı bir devinimdi bu ve memlektinden ayrılırken Osman, Adana’ya gelince Osman Rahmi olan genç adam belki de romantik bir hayal sarayı inşa etmek için yola çıkmıştı. Başındaki bir daha örtmeye niyeti olmayan genç ve zeki karısı ve iki çocuğu ile güneyin cesur kraliçesinin kollarında yeni bir hayata başladılar.
İlk defa kendi evi olan Saniye ile ilk defa kendi dükkanı olan Osman’ın heyecanlarını anlatmaya gücüm yeter mi bilmem…Her şey değişikti küçük kız Türkan için…Bir sürü ev ile ortak kullandıkları avlu, avluda sırayla su aldıkları tulumba, titiz annelerinin sürekli onları yıkadığı ilkel banyo odası bile çok çok değişikti…Yazın uzun ve sıcak göz yakan günlerinde sessizliğe bürünürdü avlu, sadece kumruların tatlı uğultusu ve nadiren rüzgarın vurduğu dalların hışırtısı duyulurdu…Bazen bir sokak satıcısının yanık ve anlaşılmaz bir lehçeyle bağırmasına cama koşup baktığı da olurdu ama gerçek anlamda hareketlenme için güneşin biraz inip, tencerelerin kaynamaya başladığı akşam saatlerini beklemek gerekiyordu. Evin beyinin geliş saati yaklaştı mı kadınları bir telaş sarar, avludan sular çekilir, taşlıklar silinip yemeklerin altı açılırdı…Gaz ocakları vardı o zamanlar ve ne çok yangın ve ölümlü kaza olmuştu bu yüzden…Çorba, pilav, etli yemek, salata, yoğurt Adana’nın nar ekşisi ve biber salçası ile geniz yakan koku ve tatlar avlunun taşlarında dans edip dururdu…Porselen Sümerbank tabaklarına konulan ikramlar komşudan komşuya giderdi mutlaka…Saniye güneyin bol acılı ve salçalı yemeklerini yapmayı burada öğrendi, içli köftede usta oldu ve o da mantı açmayı öğretti komşularına…
Terzihanesinden çıkıp eşe dosta, esnafa selam vererek, hal hatır sorarak çarşıdan elini kolunu dolduran Osman Rahmi Bey’in avludan içeri gelişiyle komşu kadınların toparlanması, Saniye’nin koşup gelip torbaları alması bir olurdu. Türkan’ın küçüğü Adnan ki adının Adnan Menderes’den almıştı bazen babasıyla dükkana gidip camdan dışarıyı seyrederdi. O zamanlar adettendi erkek çocuklarının erkenden babasının işini görmeleri, sahiplenmeleri önemliydi. Herhalde iştahla yenirdi yemek, işten güçten komşulardan, memleketleri Nevşehir’den konuşulurdu…Bilgisayar ve televizyon olmadığına göre radyo mutlaka açılır, ajanslar dinlenir, Başvekil Adnan Menderes’in icraatları hakkında bilgi alınır, gürültü yapan çocuklar azarlanır, yemeğin üstüne kahve, ilerisine çay, yatmaya yakın meyve faslına geçilirdi.
Türkan babasının tariflerine, azarlarına rağmen kaybola kaybola öğrendi evden dükkana gitmeyi…Sadece mahkumların asıldığı infaz alanından geçerken korkuyordu…Rüzgarda kuru ve kırık dallar gibi sallanan, insan başlı bir sürü şekil…Kardeşinin elini sıkıca tutuyor, başını öne eğip hızlı hızlı geçiyordu. Upuzun, bitmez tükenmez yaz günlerinde burnuna kavrulmuş şan fıstığı kokusu geliyor, ağzı sulanıyor ama para verilmediği için, zira o yıllarda çocukların eline para verilmezdi, yutkuna yutkuna geçip gidiyordu. Öyle atıştırmak, abur cubur yemek gibi bir şey asla söz konusu olamazdı, üç öğün yemekte Allah ne verdiyse yenir ve doyulup kalkılmış varsayılırdı. Evde ekstradan şeker, meyve, çikolata falan olursa bunlar misafire saklanır, çocuklara verilmezdi, çünkü 50 li yılların anne babaları kıtlık yıllarının çocuklarıydılar ve yokluk, yoksunlukla büyümüşlerdi. Bir parça bezin bile güç bela bulunduğu, şeker yerine pekmezin çaya katıldığı, ekmeğin içinden saman çöplerinin çıktığı yıllardan sağlimen çıkmıştı ülke ve o fedakar insanlarımız…O yokluğun içinde çocuklarına büyüklerine saygıyı, dürüstlüğü, çalışkan olmayı öğretmeye çalışmışlardı.
Altınmakas Terzihanesi işte ülkenin kabuk değiştirmeye başladığı o yıllarda Adana Küçüksaat de çarşıda harıl harıl iş yapmıştı. Çukurovanın bereketli topraklarından ürün kalktı mı terziye gelinip şalvar üstü pantolon diktirilirdi. Öyle uzun uzadıya ölçü falan alınmazdı, beklenmezdi zaman yoktu…Şipşak tamam olurdu. Terzi Osman Bey’in el mahareti, çabukluğu eni konu isim yapmış olmalı ki, gelen giden eksik olmazdı. Bazen düşünürüm dedem bu ismi nereden buldu acaba diye ?...Anadolu’dan gelmiş ilkokuldan sonra okutulmamış bu genç adamın mesela “Terzi Osman” diye bir dükkan açması beklenirdi aslında…Bu parlak, iddialı ismi nasıl akıl etmişti, nereden duymuştu kimbilir…Evet Altınmakas Terzi Osman Rahmi Bey belki okul okutulmamıştı ama bunun acısını çıkarırcasına çok kitap okumuştu. Tarih, siyaset, din, felsefe ne çok kitap almış okumuş ve bir üniversite okumuş kadar bilgi sahibi olmuştu. Öyle ya bilgi onu sevene tutana, içine alana gelir yoksa mektep medrese kapısında satılan mucizevi bir şurup değildir.
Zamanla Osman Rahmi Bey için bilgi paranın da, dükkanın da önüne geçmeye başladı ve bu da bir şeylerin sonunu gereğinden fazla hızlı getirdi diyebiliriz. Hani ülkenin akışı coşkulu ve parlak bir devinimden, öfkeli bir tepkiye doğru akarken Osman Beyin de belleği küçük esnaftan, elit toplum insanına doğru yön değiştirmişti. Terziler Cemiyeti toplantıları, davetler, yemekler, sanat müziği konserleri, sinema geceleri derken Saniye ince topuklu ayakkabıları ve tayyörleri ile ama en çok da zekası ve becerisi ile bu ailesel değişime uyum sağladı. İçi boş ve şekilsel bir uyum değildi bu…Zira okuması olmayan Saniye kızına okuttuğu kitaplar ve yemek yaparken dinlediği ajanslar ile sıradan bir ev kadınından çok daha fazlası olabilmişti.
Ekonomik sıkıntının ilk sinyalleri hissedilmiş olmalı ki evlerinin bir odasını yeni atanıp gelen genç bayan öğretmenlere kiraya vermeye başlamışlardı. İdealist öğretmen hanımlar evdeki çocukları ve en fazla da Saniyeyi eğittiler...Saniye de bilgiye, öğrenmeye açtı ve önüne konulan bu yemeği sonuna kadar yedi. Her şey biraz hızını alıp durulmaya başladığında da hiç paniklemedi genç kadın…Zaten tutumlu, hesabını bilen, gereksiz harcamayan biriydi. Parça kumaşları, düğmeleri, kopçaları saklar, erzakı Nevşehir’den alıp getirir, evini kızıyla beraber temizler, salçasını, reçelini, turşusunu kendi yapardı. Paraları olsa da olmasa da iki tayyörü, bir iki bluzu belki iki geceliği vardı fazlasını almayı israf sayardı, hayatında hiç saçını boyamadı, 40 yaşından sonra asla makyaj yapmadı, hiç temizlikçisi, yardımcısı olmadı, çocuklarına, torununa, kocasına kendi baktı…Altınmakas’ın silik bir hayal olduğu günlerde sağlam bir duvar gibi evin çatısını ayakta tuttu…
Anneannemi sobanın küllerini temizlerken hatırlıyorum…Küçüktüm ve ilgiyle onu seyrederdim. Tombul elleriyle kül kabını boşaltır, çöpü atar ve sobayı kömürle doldururdu. Bazen o küllerin içinden küçük tatlı mucizeler gibi patateslerin çıktığını görürdüm. Çok erken yaşta kalp hastası olan dedem ağır iş yapamaz, ağır kova kaldıramazdı. Güçlü kuvvetli ve gençti Anneannem kömürlüğe inip kömür kovalarını taşırdı, sobayı yakıp üstüne bir su güğümü koyardı, tatlı fıkırtılarla kaynayan suyun buharında geçip giderdi Ankara kışları…
Zamanı ucundan tutup geriye çevirdiğimde beynimde kalan kesikli binlerce görüntünün içinden en sevdiklerimi ayıklasam ne hatırlardım bilmiyorum. Anneannemin kocaman kollarıyla beni sarıp göğsünde uyutması, ayağında sallarken yaşadığım o sarhoşluk benzeri baş döngüsü, dedemin pencere dibindeki koltuğundan gelen gazete hışırtısı, umutlu ve neşeli Osman Rahmi Beyin, hasta, yorgun ve üzgün Osman dedeye dönüşmesinin yükünü asla bize hissettirmeyen anne olmak için doğmuş bu kadının ela gözlerindeki yaşam aydınlığını mı anlatsam…
O soğuk Ankara kışlarında kömür sobasının ateşinden çok sen ısıttın beni Anneannem…Teninle, sevginle ve anneliğinle…Işıklar yolunu aydınlatsın, ruhun kendi cennetinde huzur bulsun…Tekrar buluşacağımız o güne kadar hoşça kal meleğim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.