Küçük Alişin Hazin Hikayesi
Lambanın buzlu fanusundan sızan ışık pencerenin pervazına dökülüyordu. Yağmur hiç durmaksızın yağıyordu.
Kalbindeki ana şefkati gözlerinde boncuk boncuk damlalar haline gelmişti. Kezban Ana kucağında baygın yatan sekiz yaşındaki yavrusu Ali’nin sararmış yüzüne sert bir kayaya çarparcasına düşüyordu.
Aynanın derinliğinden görülüyordu yüzünde ki çizgiler. Gözlerinin mavi aynası kirlenmişti. Bir defacık daha, diyecek oldu . Hattat bir çığlık kopardı. Kalbinde kocaman, kocaman ve simsiyah bir leke, şimdiye kadar yüz hatları üzerinde gördükleri ama bu kadar çirkin olmamıştı.
Boğazından yine, kocaman bir ışık salkımı altında kendisini gördüğünü zannettiği zamanki gibi karanlık bir hırıltı yükseldi. Kendisinde değildi.
Bütün köylü severdi Kezban Ana’nın oğlu Aliyi .Aliş diye çağırırlardı. Sadece yakın komşularının değil adeta bütün köyün maskotu gibi idi. Bunun sebebi belki de çocuk denecek yaşta evlendiği halde hiç çocuğu olmayan Kezban Ana’nın küçük Ali’sine kırk yaşından sonra sahip olmasıydı.
“Artık bunların çocuğu olmaz” .denilen Kezban Ana ve Fatih Çavuş sanki Aliyi bir evlat gibi değil torun gibi büyütüyorlar ve üzerinde titriyorlardı. Yaz-kış , mal mülk ve servetleri değil sadece var-yokları adeta dünyaları bile hep küçük Ali idi.
Bunları düşündü Kezban Ana . Evladının üzerine kapanmış hıçkırırken .Nefesinin boğazına tıkandığını hissediyordu. Kocası Fatih Çavuş, iğneci Yusuf’u çağırmaya gitmişti.Dışarıda yağmur göz açtırmıyordu. Gök yarılmış yere inmiş gibiydi.
Kuş uçmaz kervan geçmez bir köydü Kayabaşı Köyü . İğneci Yusuf doktoru sayılırdı köyün. Fatih Çavuş ,İğneci Yusuf’la birlikte bir telaşla içeri girdi.Yağmurdan sırılsıklamdılar.
İğneci Küçük Alinin bileğini tuttu.Köstekli saatine bakarak dudaklarıyla fısır fısır saymaya başladı.Yılların tecrübesiyle hemen anladı durumun kötülüğünü.
“Yazık …benim yapacağım bir şey yok “ dedi.
“Ameliyat gerekli. Kasabaya belki de oradan da vilayete yetiştirmek zorundayız. Büyüyen apantis patlama noktasına gelmiş.”
Kezban Ana doğruldu birden çocuğunun üzerinden.Adeta yeniden dirilmişti. Yeniden bilenmiş hırçınlaşmıştı.“koş “ dedi kocasına .”Koş Mehmet Ağaya atı evdeyse yetiştir.”
Fatih Çavuş pürtelaş ve bir heyecanla koştu Mehmet Ağaya .Ama bulamadı onu.Yan köye gitmişti.Ne yapacaklardı şimdi. Öylece bekleyemezlerdi. Çare yok emektar eşekleri Kocabaşla yola çıkacaklardı.
Fatih Çavuş, Kocabaşı hazırladı .Üzerine Kezban Anayı oturtup kucağına baygın haldeki yavrusunu verdi. Fatih ,Kezban Ana ve Aliş böylece yola koyuldular. Yollar, tepeler aşacaklar kasabaya yetişeceklerdi.
Saatler geçmiyor yol bitmek bilmiyordu .Uzadıkça uzuyordu.Sicim gibi bir de yağmur başladı.Tam da yağacak zamanıydı.Toprak yolda öbek öbek çamur tepecikleri ,sudan gölcükler oluşmuştu.
Fatih Çavuş ile Kezban Ana kendileri de pek kadar sağlıklı değillerdi.Fakat dinleyen kimdi ? Yağmur -çamur demeden gidiyor ve gidiyorlardı. Uzun yıllardan sonra ahir ömürlerinde edindikleri yavrularından başka bir şey görmüyordu gözleri.
Olmadı işte. Daha tepeyi bile aşamadılar. Aliş iyice fenalaştı. Nefes alıp verişi değişti. Zehirlenmeydi herhalde. “İğneci de yok ne yapacağız Fatih Çavuş “ diye uzun bir feryat attı Kezban Ana . Ölmek üzere olan yavrusunu kucağına iyice bastırdı.
Sesinden dağ taş inledi.Mükerreren yankılandı vadinin içinde Kezban Ananın hıçkırıkları. Yapacakları hiçbir şey yoktu. Elden bir şey gelmiyor çaresizdiler. Zar zor ikinci tepeyi de çıktılar. Yağmur olanca şiddetiyle hala yağıyordu. Yaşlı eşeğin gayreti de boşunaydı. Alişin hızlanan ve fersizleşen soluğu yavaşladı,yavaşladı ve birden duruverdi.
Yorgun ve bitkin ana yüreği dayanamadı bu acıya. “Yavruuuuum …Alişiiiiim “diye kucakladığı çocuğuyla bir yumak gibi yere yığıldılar su birikintisin içine. Bu dünyada Kezban Ana’yı ayakta tutan tek sebep yavrusu nefes almıyordu artık.
Bundan sonra Alişinin almadığı soluğu nasıl içine çekerdi. Nasıl yaşar nasıl ayakta kalırdı ?
Fatih Çavuş ise hissiz taştan bir duvar gibi donmuştu. Ne ağlayabiliyor, ne bir kelime söyleyebiliyor ,ne de eğilip evladına, karısına bakabiliyordu.Öylece donup kalmıştı.
Neden sonra Fatih Çavuş ceketini çıkardı .Tırnaklarıyla ve hırsla toprağı kazmaya başladı. Kasabadan dönmekte olanlar Fatih Çavuşu delirmiş sandılar.Ne söylenenlere aldırıyor ne de başını kaldırıp onlara bakıyordu. Yavrusunun ellerini tutarak “işte uçtu” dedi.“yağmur yıkandı yavrumu”
Doğrulup kucağına aldığı evladını uzattı kazdığı çukura. Bir süre öylece kaldı.Kimsede müdahale edecek cesaret yoktu. Sadece seyridiyor ah –vah edip üzülüyorlardı.
Neden sonra çukurdan çıktı. Çamurlaşmış toprakla hızla kapattı çukuru. Baş ucuna bir taş dikti. ”Asırlar geçse de kaybolmaz” diye mırıldandı kendi kendine.
Aradan yıllar yılı on yıllar geçti. Dilden dile yaşadı “Çamurlu taş , Alişin Tepesi “ diye . Nesilden nesile hiç değişmedi tepenin ismi .
Kayabaşı Köyü hala anlatır bu hikayeyi. Kezban Ana’nın ve Fatih Çavuş’un çaresizliğini. Küçük Alişin bu hazin hikayesini.
İlyas Kaplan-redfer