Kusursuz Aşk - Bölüm 13 14 15
Bölüm 13
Istanbul un en lüks restoranlarından The Restaurant iki seçkin müşterisini ağırlıyordu. Acun, işleri çok yoğun olduğu ve holding yeni yatırımların eşiğinde bulunduğundan, düğünden hemen sonra balayına çıkaramadığı Müge’ye hoş sürprizler hazırlayarak gönlünü almaya çalışıyordu. Bu gece söylendiği kadar var diye düşündü Müge. The Restaurant büyük bir geceye hazırlanır gibi hazırlanmıştı iki misafirine. Restoranın bahçesinde türlü çiçek kokularının arasında kurulu yanları açık çadırın çatısı ipek beyaz bir tül ile örtülü, çatıyı tutan 4 adet ahşap sütun kenarlarında meşaleler yanmakta, etrafa salınan tütsüler ortama tarihi ve gizemli bir hava vermekteydi. Garsonlardan ikisi bayan, ikisi erkek. Bayanlar tarihi amazon kadınları gibi, erkekler gladyatörler gibi giyinmiş, önlerinde servis yapan şefleri ise simsiyah bir simokin ve papyonlu beyaz gömleğiyle cins bir siyam kedisini andırıyordu.
Karanlığın renginde gizli, canlı bir orkestra ise barok müzikleriyle ikiliye eşlik ediyorlardı. Müge kendisini masal dünyasında bir prenses gibi hissediyordu. Belki de her şey böyle hissetmesi için tasarlanmıştı. 20 milyonluk Istanbul şehrinde sanki kendilerinden başka yaşayan yokmuşçasına yalnız ve baş başaydılar.
Gece uzun, ortam mükemmel, Müge ise çok mutluydu…
Bölüm 14
Uzun yaz geceleri sıcaklarıyla birlikte misafir oluyordu bu küçük köyün üzerine… Elâ annesinin uyuduğuna emin olduktan sonra odasına çekilmiş, pencerenin kenarından berrak gökyüzünde parıldayan yıldızları seyrediyor, kulaklarında yine telefonundan gelen melodilere kapılmış hayaller dünyasında tüm kederlerini unutmaya çalışıyordu. Yalnızlık hissetmiyor, henüz aşkı tanımıyordu. Tek derdi annesi, tüm hayal dünyası eski mutlu günlerine dönebilmeyi kapsıyordu. Yüreği henüz sızlamamış, henüz aşkın zehri kanına bulaşmamıştı. Tek önceliği annesi olduğundan kendi üzerine hayaller bile kurmamıştı. Köyün bazı kızlarının kışkırtmalarına da aldanmıyor, mümkün olduğunca bu tür vesveselerden uzak durmaya çalışıyordu. Köyde zengin sayılan ailelerin genç erkekleri bu güzel kız için aracılar gönderiyor, ancak annesi Elâ’nın eğitim alması için köy sınırlarını aşmasını diliyordu.
Benim kızım eğitimli bir anne olacak, burada kalarak tarla ve ev arasında yiten bir hayatın kölesi olmayacak diyordu. Lise eğitimini uzaktan ve hatta birincilikle bitirmişti Elâ.
Elâ da annesi gibi düşünüyordu aslında. Şehirden korktuğu kadar, şehri arzuluyordu da. Tüm olanaklar oradaydı. Belki insanlar daha acımasız, belki daha sevgisizdi. Ancak mutlaka oralarda da kendisi gibi insanlar vardı ve onların yardımıyla üzerindeki baskıyı dağıtabilir, zincirlerini kırabilirdi.
İnsan insana sebep, insan insana yardımcıydı. Muhtar Vural Bey bu seneki üniversite eğitim yılı için birkaç yatılı okul ile görüşmüş, birkaç hatırlı dosttan da eğitim konusunda burs sözü almıştı.
Ancak geçen eğitim yılı Elâ annesini yalnız bırakamadığından bir sene kaybedilmişti. Fakat bu sene mutlaka şehre eğitime gitmesi konusunda annesi baskıcıydı. Elâ ise sevinç ve hüzün duyguları arasında bu isteğe hayır diyemiyordu.
Doktor olabilmeyi hedefliyordu. Annesinin hastalığı bu kararında etkili olmuştu. Hedefine odaklanırsa yapacağı da kesindi Elâ’nın. Çünkü çabuk kavrayan bir mizacı vardı. Zekasını ikizler burcundan, güzelliğini yükselen burcu teraziden almıştı. Henüz kendi bile farkında değildi bu güzellikten. Ancak birileri bu güzelliğe ulaşmak için sinsi planlar yapmaktaydı.
Saffet gecenin siyahında kamufle olmuş, uzaklardan dürbünüyle pencerede yıldızları seyreden Elâ’yı izlemekteydi.
Bölüm 15
Gece gündüze kavuşmuş, güneş yüzünü göstermişti. Müge geçen gecenin büyüsünde yatağında mutlu bir şekilde uyumaktaydı. Acun güne erken başlamış, iş kahvaltısı için hazırlıklar yapmaktaydı. Yüksek önemli iş toplantılarından biriydi. Şirket için dönüm noktası sayılabilecek bir önem arz ediyordu. Son hazırlıklarını tamamladı ve güzel uykusundan Müge’yi uyandırmadan sessizce dışarıya doğru yöneldi. 25 dönüm arazi üzerinde kurulu 3 katlı villanın önünde bekleyen aracın kapısı şoför tarafından açıldı ve Acun aracın sağ arka tarafına bindi.
Ağaçlı yoldan güvenlik kapısına oradan ana yola ulaşan araç yönünü Istanbul Kurtköy istikametine çevirdi. 30 dakikalık bir yolculuktan sonra 250 dönüm üzerinde kurulu mini bir şehir görüntüsündeki mega sitenin güvenlik kapısından giriş yapan araç, sitenin merkezindeki gökdelen önünde durmuştu. Aynı dakikalarda gökdelenin çatısında Acun’un toplantı yapacağı Salman Aypınar helikopterinden inerek korumaları eşliğinde özel asansör kapısına doğru yürümekteydi.
- Hoş geldiniz Acun Bey. Özel koruma Acun Öztürk’ü kapıda karşılamıştı. – Misafiriniz şu anda toplantı odasına alınmakta. Buyrun efendim.
6 Kişilik kafile özel asansöre doğru ilerlediler. Asansörün kapısı şifre kombinasyonuyla açılarak önce 2 koruma sonra Acun Öztürk ve diğer 2 koruma daha asansör kabinine giriş yaptılar. Asansör yolcularını 32. Kata götürmek üzere harekete geçti. 32. Kata varmaları 32 saniye kadar sürmüştü. Acun Öztürk güvenlik tedbirlerinden gayet memnundu. Kendilerini 32. Katta güvenlik şefi Hakan Bozdağ karşıladı.
- Her şey yolunda mı Hakan Bey diye sordu Acun.
- Evet efendim. Emriniz üzere tüm olası sorunlar için gerekli önlemler alındı.
- Teşekkür ederim.
Acun Öztürk 2 koruması ile birlikte toplantı odasına doğru hızlıca uzaklaşırken güvenlik şefi Hakan Bozdağ heyecanlı bir şekilde etrafa talimatlar yağdırıyordu.
Doğa desenleriyle süslü bir çeşit mozaik kaplı zemin üzerinden yürüyerek toplantı odasının bulunduğu şeffaf, kurşun geçirmez camlar ile çevrili büyükçe bir salona geçiş yaptılar.
Camlar dışarıdan içeriyi göstermeyecek özellikteydiler ve gerektiğinde bir nevi ekran işlevi de görebilmekteydiler.
Salonun zemini Tik masif parke ile döşenmiş, toplantı köşesi kış bahçesi şeklinde bitkiler ve mobilyaların uyumuyla şekillendirilmişti.
Acun salona giriş yaptığında Salman Aypınar salonun penceresinden şehri izlemekteydi ve Acun yanına yaklaşana kadar izlemeye devam etti.
- Salman Bey?
Ani fakat ağır çekim bir hareketle vücudu etrafında dönen Salman, birkaç adım atarak Acun’un sağ elini iki elinin avuçlarına alarak samimi bir şekilde – Günaydın Acun, dedi.
- Hani bir söz vardır, Aç ayı oynamaz…(gülüşmeler). Geleceğimiz ile ilgili kararları aç mideyle almayalım, değil mi? (tekrar gülüşmeler)
Acun belli etmemeye çalışıyordu ancak bu toplantı kendisinde bir hayli heyecan uyandırıyordu. Dünyanın ileri gelen kartellerinden biri şirketiyle ilgileniyordu. Bu zamana kadar pek istekli görünmüyor rolünü artık gizleyemiyordu.
Masada özellikle Acun tarafından sipariş edilen organik üretim Anzer Balı, Trabzon tereyağı, Zile üzüm pekmezi, Erzurum örgü peyniri, Kayseri pastırması gibi yöresel tatlar yer almaktaydı. Garsonlar servisleri o kadar ustaca yapıyorlardı ki varlıkları belli belirsizdi.
Zengin insan ile fakir insan arasında ne fark vardır bilir misin Acun? diye sordu Salman Aypınar. Acun pek meraklı gibi görünmedi bu bildik soru karşısında.
Aslında pek bir fark yoktur diye devam etti Salman Bey. Biz zenginler olarak istediğimiz her şeyi elde etmemiz dışında tabi ki… ancak bu yeterli değildir farklı olmak için… Fakirler satın aldıkları eşyaya sahip olurlar, biz ise eşyanın sadece cismini değil ruhunu da satın alırız…
Bu beklenmedik yorum karşısında Acun ağzında çiğnediği lokmaların boğazını tırmaladığını hisseder gibi oldu. Anlamsız bir yüz ifadesiyle dudaklarına beyninden zoraki bir gülümseme sinyali göndererek Salman Aypınar’a bakarak, onaylarcasına başını birkaç kez aşağı yukarı hareket ettirdi.
- Çok iddialı bir söz, diye de ekledi. Ancak sözü söyleyen sizseniz, içerisinde iddialı bir durum olması da kaçınılmazdır, diyerek Salman Aypınar’ı taltif etmeyi de ihmal etmedi.
Acun Öztürk Türkiye’nin en kapsamlı ve büyük ilaç üretim tesisinin sahibiydi. Holding işleri arasında medya ve inşaat sektörü de vardı, ancak ilaç şirketi holdingin sürükleyici lokomotifi gibiydi.
Salman Aypınar bu iltifat karşısında ağzındaki lokmayı tamamlayarak, servis beziyle dudaklarını kuruladıktan sonra, ellerini dirsekleri üzerinde masada birleştirmiş vaziyette Acun’a kendinden emin bir gülümsemeyle bakarak: Evet Acun! Daha alacak çok ruh var ve senin şirketin en önem verdiğimiz ülkenin kapısını bize açan anahtar olacak. Bu sebeple cömertliğimizi sergilemekten kaçınmayacağımızı rahatça söyleyebilirim.
Acun sevinmekle, ürpermek arasında kalan duygularını dengelemeye çalışırken, kararın çoktan verilmiş olduğunu kavramakta fazla gecikmedi. Bu aşamada yapabileceği tek hareketin, olabildiğince bu cömert teklifin miktarını yükseltmek olduğunu düşünüyordu.
Yarım asır önce zamanının idealleri etrafında kurulan aile şirketi, kağıt üzerindeki rakamların altında öğütülmeye çok yakındı ve Acun bu konuda yapabileceği bir şey olmadığına kendini inandırmıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.