Kusursuz Aşk - Bölüm 11 12
Bölüm 11
Yüreğinin bir yerlerinde bazı kararsızlıklar yaşasa da, Müge evliliğinden gayet memnundu. Eşini düşündü… Yakışıklıydı, toplumdaki kast sisteminin üst basamaklarında başarılı bir iş adamıydı, köklü tabir edilen bir aile sistemine mensuptu… bir kadının hayal ettiği lüks yaşamı kendisine sağlıyordu. Özel hayatımızda da mutluyuz diye düşünüyordu. Bu düşünceler ile ne kadar zaman geçtiğinin farkına varmamıştı. Belki bir belki birkaç dakika… 30’uncu kata erişen asansörün ziliyle duygu dünyasından gerçek dünyanın gölgesine girivermişti. Hızlı adımlarla eşinin, Acun Öztürk’ün bulunduğu odaya yöneldi. Bakışları etrafına ışık saçıyor kendisini gören ve tanıyan elemanlar birer birer -Hoş geldiniz Müge hanım diye iltifat yarışına tutuşuyorlardı.
Sekreter Müge’yi görür görmez oturduğu yerden doğruldu ve – Hoş geldiniz Efendim, buyrunuz, Acun bey içerideler diyerek kendisine kapıya kadar eşlik etti.
Acun her zamanki gibi yoğun çalışma temposunda telefon görüşmesinde olmasına rağmen Müge’yi odanın giriş kapısına yakın yerinde karşılamış – hoş geldin, hayatım diyerek iltifat etmişti.
- Peki Salman Bey, bu akşam olmaz. Henüz balayındayım, malum (gülüşmeler). Yarın sabah kahvaltısında karşılıklı bu konuyu konuşalım. İyi günler.
Telefon görüşmesini sonlandırarak Müge’nin yanağına bir öpücük kondurmuş, sonra da masanın diğer tarafına makam koltuğuna oturmuştu.
- Hayatım, bu akşama özel harika bir sürpriz hazırladım ikimiz için.
- Hmm, söylemeyeceğin için sormayacağım, ancak çok merak ediyorum Sevgilim.
- Şu kadarını bilmeni isterim, geçen ayki kutlama bu seferkinin yanında basit bir gece gibi kalacak…
Heyecanını belli etmemeye çalışan Müge, muzip bir bakışla eşini süzdükten sonra,
- O halde bende gece için bazı alışverişler yapayım. Belki benimde bazı sürprizlerim olur…
- Acun yerinden hızla doğrularak Müge’nin yanına varmış ve yanağından öperek, yanağını yanağına yaslamış, kulağına, Seni seviyorum canım diye fısıldamıştı.
Gözleri mutluluktan ışıldayan Müge’nin yüz hatları pencereden süzülen akşam güneşinin parıltısıyla altın bir Budha heykeli misali Güneşe eşlik ederken, gülümsemesiyle birlikte daha da büyüyen göz bebeklerinin ıslak görüntüsü kendisine bakanı taşa çeviren Medusa gibi zamanın o anında sanki dondurulmuş bir güzelliği simgeliyordu.
Bu gizli güzellik ölümsüz bir şiir gibi yüreklere seslenirken, madde dünyasının karanlık bakışlarını aydınlatmak için güneşin ışınları bile yetersiz kalıyordu…
Paralel zamanın ancak farklı bir mekanın misafiri, kendisini taşa çeviren Medusa dan dolayı deliler hastanesinde hayat mücadelesi veren Veysel, benliğini unutmaya çalışıyor ve hatta yok etmeyi planlıyordu.
Bölüm 12
Akşam güneşi yeni batmıştı. Mehmet yatağına sırt üstü uzanarak Sophia’yı düşünmeye çoktan başlamıştı bile. Ara sıra karşı yataktaki hastaya bakıyor, yaşayıp yaşamadığından emin olamıyordu. Zaman durmuştu sanki. Şimdi ile sonra arasında bitmek bilmeyen bir süre varmış gibi hissediyordu. Bir an önce, bir an önce diye söyleniyordu. Öfff, ne zor bir durumdu. Böyle zor durumlarda annesini hatırlardı. Annesi Mehmet 15 yaşındayken vefat etmişti. Kolay olmamıştı bu durumu kabullenmek, ancak annesi hep söylerdi. Oğlum beterin beteri vardır. Haline daima şükretmelisin…
Bu durum annesini kaybetmesinden daha kötü olamazdı. Sophia’yı ise kaybetmeyecekti. Kendisine moral veriyor, annesinin maneviyatını yanında hissediyordu. Böylece birkaç saat olmuştu ki diğer yatakta bir hareketlenme olduğunu fark etti.
Zayıf ancak bir hareketlenme olmuştu diğer yatakta. Odanın içi dışarıdan gelen zayıf ışık dalgalarıyla az da olsa aydınlık sayılırdı. Ayaklarının altındaki zemini görebiliyordu. Karşı yatakta bir hareketlenme olduğuna göre hasta yaşıyor diye geçirdi içinden.
Annesinin sözleri çınladı kulağında, beterin beteri vardır oğlum, haline daima şükret…
Ah anneciğim, ne kadarda haklısın diye düşündü. Meselâ şu karşı yatakta yatan hasta. Yaşayıp yaşamadığı bile belli değil. Kolunda bir serum hayata tutunmaya çalışıyor. Fakat ne konuşuyor ne de bir ses çıkarıyordu. Kendisiyle nasıl iletişim kuracaktı ki. Besbelli ki doktorluk bir durumdu bu. Burada, deliler hastanesinde ne işi vardı bu kişinin, tehlikeli miydi, uysal mıydı, yatalak mıydı yoksa! Böyle hareketsiz olmayı nasıl başarabiliyordu… ve daha bir sürü soru ile aklını oyalıyordu Mehmet. Her ne kadar Dr. Tülay’ın teklifini kabul etmiş ise de biran önce bulunduğu esaretten kurtularak Sophia’ya ulaşmalıydı.
Vaktini bu yatalak hasta ile harcamaya ve yeteneklerini köreltmeye hiçte niyetli değildi. Uyumak için gözlerini kapadığında Mehmet, karşı yataktan yılan tıslaması gibi belli belirsiz duyulan bir kelimeye dikkat kesildi. Konuşuyordu galiba oda arkadaşı. Ne söylediğini merak etmişti. Belki bir şeylere ihtiyacı vardı. Yatağından kalkarak, terliklerini giydi ve hastanın yanına ilerledi. Başını yana eğerek kulağını hastanın dudaklarına yaklaştırdı. Bir şeyler söylüyordu hasta… ve nihayet kelimeyi yakalamayı başarmıştı.
- Müge…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.