Albert Einstein, “dilin sınırı beynin sınırıdır” der.
Albert Einstein, “dilin sınırı beynin sınırıdır” der.
Birey toplum içinde yaşayan ve yaşadığı toplumun bir parçası olan varlıktır. Bu çerçeveden bakıldığında birey, kendini ifade etmek, çevresiyle iletişim kurmak için iletişim aracı olan dili kullanır. Dili sevmek, dile sahip çıkmak, ancak dili iyi bir şekilde kullanmakla mümkün olur.
Dil kuşkusuz insanlar arası anlaşma ve uzlaşmayı sağlayan bir şifre ve semboller manzumesidir.Yazı da öyle . İnsanların bu somut ya da soyut varlıkları ve her biri bir objeye has lan bu belirli şifre ve sembolleri oluşturmuştur. Kelimeler bu belirli eşya ya da fikri beyan ederler.
Yazı ve yazı şekilleri de böylece anlamlandırılabiliriz.Tüm insanlar aynı amaca yönelik olmasına rağmen özden detaylara kadar derin ayrılıkları da içermektedir.
Dil, bizim varlık sebebimizdir. Diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurmak için dili, ömür boyu kullanmak zorundayız. Eğer kullandığımız dile hakim olursak daha sağlıklı bir iletişim kurarız. Bu yüzden dile daha duyarlı olmalıyız. Dili yanlış ve eksik kullanan bireylerin öncelikle dil bilincini geliştirmeleri gerekir. Dil bilincinden mahrum olan bireyler dili eksik ve yanlış kullanırlar. Dili yanlış kullanma dil kirlenmesine sebep olur.
Bununla birlikte dilin zamanla değişim ve başkalaşımlar yaşadığı da kuşkusuz. Bu başkalaşım dilin kendine özgü normlarını kendi asli özelliklerini ana hatlarıyla korumakla beraber daha ziyade kelime ve anlam ve de ifade ilişkisi üzerinde yoğunlaşmış durumda.Bu yoğunlaşma bir taraftan ifadelere anlamların yüklenişi diğer taraftan da ifadelerin farklı ve yanlık anlamlandırılışı nedeniyledir.
Sosyal bir varlık olan insan, içinde yaşadığı toplumla iletişim kurmak için dili kullanır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik olan dil, aynı zamanda temel ve en etkili bildirişim aracıdır. Genel olarak bir duygunun, bir niyetin ilkel bir şekilde veya bir gösterge dizgesinden yararlanılarak bir zihinden başka bir zihne ya da bir merkezden başka bir merkeze aktarılması ulaştırılması şeklinde tarif edilebilir.
Acaba ifadeleri nasıl anlamlandırıyoruz ? Ne derece gerçek anlamlarında kullanıyoruz ? sonra kullanılan ifadeleri ne derece aslına uygun anlıyoruz. Gerçi hüküm zahire göredir. Fakat değişik manaları içeren bir ifadeyi kendi anlamak istediğimiz şekilde mi yorumluyoruz yoksa kastettiği mana ile birlikte anlıyoruz ?
Gerek konuşma ve gerekse yazı dilinde ifadeler çoğu kez alanları ve mana çerçeveleri daraltılarak bir tek anlama hasredilirler.Anlam itibariyle olağanlaşan ifade kullanılabileceği başka anlamlar var ise de bunlardan adeta soyutlanır ve zamanla unutulmasına neden olur.Üretken olmayan ifadenin kullanıldığı tek anlamla ilişkisi de zamanla zayıflar.
Dil soyut kavramları ve iç dünyamızı en iyi ifade eden bir vasıtadır. Eğer dil olmasaydı el-kol, işaret ve nesnelerle iletişim kurardık. Bu da çok ilkel bir iletişim olurdu ve her isteğimizi anlatmaya yeterli olmazdı. Dil, tabiî bir iletişim aracıdır.
Doğarken bu iletişim aracını çevremizde hazır buluruz. Doğup büyüyen her insan çevresindeki dili öğrenir. İnsan, yeteneğine ve eğitim düzeyine göre dili kullanır.
Dil, aynı zamanda bir kültür yaratıcısı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çünkü duygu ve düşüncenin tam olarak anlatılabilmesi dilin mükemmelliğine ve zenginliğine bağlıdır. Dilin gelişip güzelleşmesi, üstün bir ifade gücüne kavuşturulması ve zamanla daha da zenginleşerek yol alabilmesi, elbette bireylerin katkıları, şairlerin, yazarların, düşünürlerin ve bilim adamlarının onun üzerindeki geliştirici tasarrufları ile mümkün olabilmektedir.
Bazı kelime ve tamlamaların aslı lugat anlamı da dahil olmak üzere taşıdığı birden çok anlam içerisinde seçilerek terim haline alması da böyledir.Kelime gerek kökeni gerekse kullanıldığı değişik anlamlar itibariyle ıstılah olmadan önce bütün anlamlara aşağı yukarı aynı derecede işaret eder.Fakat bu kelime bu anlamlardan birisi için bir terim olarak kullanıldığında kökü ve ıstılah olmadan önce taşıdığı diğer anlamlar ancak dilbilimciler tarafından bir de kelimenin iştikakını bilen insanlarca bilinebilecektir.
Kelimenin ıstılahlaşması bir bakıma bilgi ve ıstılah çemberimizin genişlemesini sağlarken diğer taraftan şöhret bulan be anlam diğerlerini gizleyecek ve belirli bir kelime ya da tamamlamadan zihnimizde çağrışan anlam ve imajları kısırlaştıracaktır. Bu durumda bir ifadeden ancak bir tek mefhum anlayacak zihnimizde yalnızca bir anlam oluşacak bu ifade üzerinde başka anlamların var olup-olmadığını düşünmeye ihtiyaç hissetmeyeceğiz.
Zamanla bu da kuru ve kof bir şekle bürünecektir. Oysa mufhumun seçenekler içerisinden düşünülerek tercih edilmesi zihnin canlılığını korumasını sağlayacak ve ifadenin çölleşmesine engel olacaktır.
Zira dil, bu dünyaya ait bir gereksinim ve insanla var olan; devam eden insanın bir etkinliğidir. Dil işlevsel olarak iki temel değer üzerine kurulur. Bunlardan birincisi insanı ve insana ait değerleri yakalayan, saklayan ve gizleyen, örten ve kapatan tarafıdır. Bir diğer tarafı insana ait duygu ve düşüncelerin, sevinç ve kederlerin velhasıl insan dünyasını ilgilendiren bütün sorunların, değerlerin açıklanması, ortaya konulması, ifade edilmesidir. Dil, insanlar için niyetle ilgili hem bir saklanma ve örtünme, hem de bir ortaya çıkma ve açımlama yansıma aracıdır.
Bir milletin bütün tarihi boyunca edindiği kültürü, değer yargılarını ve hayat tecrübelerini sinesinde toplayan, onu koruyan ve yaşatan "kutsal bir hazine" olan dil, sadece iletişim aracı olarak düşünülmemelidir. İletişim aracı olma niteliği yanında dilin hem birey ve hem de millet için daha önemli olan yönü kültürel kimliği belirleyici ve koruyucu olan yönüdür. Milletin iç dünyasını, ruhunu yansıtan dil, kişilerin mensubiyetlerinin, milletlerine olan bağlılıklarının da belirleyicisidir.
Bilgi, insanın en temel ihtiyaçlardan biridir. Bilgisiz insanın diğer insanlarla paylaşacak pek bir şeyi olmaz. İletişim, hem bilgilenme hem de bilgi aktarma anlamına geldiğinden hayatın devamı için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır .
Birey olarak bütün kültür unsurlarımızın farkında olmak zorundayız. Millet olarak kendi kültür değerlerimizi ihmal ediyoruz. Fakat yabancı kültürlere fazla hayranlık duyuyoruz. Öncelikle kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız. Her milletin yetiştirmiş olduğu bir insan tipi vardır. Ancak köklü medeniyetlere sahip olan milletler; çok değerli bilim adamları, eşsiz sanatkârlar, emsalsiz edebiyatçılar istisna gönül adamları ve çok değerli dava adamları yetiştirmişlerdir.
Türk kültürünün de yetiştirmiş olduğu bir insan tipi vardır. Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre gibi gönül insanlarımız, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Nasrettin Hoca ve daha birçok insan tipi Türk kültürünün içinden çıkmıştır. Kültür tarihimiz birçok örnek insanla doludur. Bu örnek insanları iyi tanımalıyız, iyi okumalıyız. Her şeyden önce okuyan ve okuduğunu anlamaya çalışan bireyler olmaya gayret etmeliyiz. Aksi takdirde dil refleksimizi kaybederiz.
Okumak için mutlaka zaman ayırmalıyız. Kelime dağarcığımızı ve bilgimizi arttırmak için sürekli okuma çabası içinde olmalıyız. Dil nesiller arasında bağ kuran bir araçtır. Geçmişle bağımızı koparmamak için, geçmişe ait eserleri okuyup anlamak gerekir.
Toplum olarak az okuyoruz. Okumayı sevmiyoruz. Okumaya zaman ayırmıyoruz. Türk edebiyatının köşe taşlarını çok iyi okumak gerekir. Orhun Abidelerini, Kutadgu Biligi, Dede Korkut Hikayelerini, Mesneviyi okuyan; bununla birlikte kültür mirasımız olan atasözleri, deyimleri, ninnileri, masalları, mitolojiyi, destanları, okuyan anlayan bireyler olmalıyız.
Türk edebiyatının belli başlı yazılı ürünlerinin mutlaka okunması ve bilinmesi gerekir. Oysa cehaleti yok etmenin yolu okumaktır Bireyselleşmiş, kendini aşmış bir kişi bulunduğu ortamda yıldız gibi parlar çevresini aydınlatır
“Men arefe nefseh fakat arefe Rabbeh” Nefsini bilen Rabbini bilir hadisinde bir dost doğrudan varlık felsefesiyle ilgili olduğunu ve başka bazı kişisel bilgilerin hadisteki nefsini –kendini bilmek ifade ve ibaresinin anlamı içerisine girmediğini düşündüğünü söylemişti.
Anlamın bu kadar daraltılmaması gerektiğinin kanaatindeyim.İnsan varlığının anlam ve gayesini belirlemek Allah’ın buyurduğu gibi sadece ve sadece O‘na ibadet etmesi gerektiğini bilmek ve kulluğunu yerine getirmek konumundadır.
Kuşkusuz kişinin aynada gördüğü kendine ait saç ve göz rengi boyu-postu ağırlığı vb. bir takım şekil bilgileri “kendini-nefsini bilmek”ifade ve ibaresinin işaret ettiği bilgiden sayamayız. Mesela insanın ruhu –kalbi ya da aklı bir takım gözle görülmeyen ancak bazı tecellilerin müşahade edildiği kişisel hususiyetlerini bilmesi bunları değerlendirmesi İslami birer kimlik ve muhteva kazandırma gayreti içerisinde olması bu anlam içerisinde mutlaka bulunmalıdır.
Dili suçlamak yerine kendi eksikliklerimizin farkına varıp bu eksikliklerimizi gidermek için gayret etmeliyiz. Bu bağlamda dil bilincine sahip olmak için bireyler, daha çok nelere dikkat etmeleri gerekir. İyi bir dil bilincine sahip olmak için bireyler sürekli okumak ve eksikliklerini giderme çabası içinde olmalıdır.
Dilin kurallarını, inceliklerini anlamak kavramak bireysel bir edinimdir.Bireyselleşmek biraz da bunu gerektirmektedir. Dil bilinci gelişmiş toplumların milli birlik ve beraberliğini daha çok korudukları bir gerçektir. Bunun için dil bilincini önce bireylerde geliştirmek gerekir.
Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık . Her birey bu bilinçte olmalıdır.
Dile hâkim olmak, dili iyi kullanmak için sürekli bir gayret içinde olmalıyız. Bilmediklerimizi öğrenmeli bildiklerimizi öğretmeliyiz. Bütün bireylere milletimizin sahip olduğu ve yaşattığı dili, bütün güzellikleri, yücelikleri ve güzel sesleriyle öğretmek gerekir. Ancak o zaman “dilde, fikirde, işte birlik” sağlanmış olur.
Dil bilinci bireysel bir eylemdir. Toplum içinde yaşayan bireyler konuştukları dilin kurallarını inceliklerini öğrenmek, bilmek zorundadırlar. Bireyler güzel etkili ve güçlü bir Türkçe kullanmak için yaşamları boyunca bir çalışma bir gayret içinde olmak zorundadır.
Her bireyde dil bilinci aynı düzeyde olmaz. Bireyler ancak özel gayretlerle dil bilincine sahip olabilirler. Bütün yaşamımız boyunca kullandığımız bu dili neden en etkili bir iletişim aracı olarak kullanmayalım.
Dil, insana bir şahsiyet bir kimlik kazandırır. Bireyin kendisiyle beraber taşıdığı ve benliğine mal ettiği tarih ne kadar genişse, onun şahsiyeti de o kadar büyüktür ve o nispette kuvvetlidir. Geçmişin en önemli araçlarından belki de ilki dildir.
Dil olmadan bilinç olmaz. Dil, bireysel anlamda insanın ve milli kültürün içinde biriktirdikleri için bir araç değil, insana ait özün ve kültürün kendisidir. Bu bağlamda dilin kaderi aslında milletin kaderiyle ilişkilidir. Milletler ilerledikçe dil de ilerler ve gelişir; milletin sefaleti, dilde de gerilemeyi, bozulmayı beraberinde getirir
Kelime dağarcığımız, söz varlığımız ne kadar zengin olursa evreni kâinatı anlamamız ve yorumlamamız o kadar zengin olur.
İnsan günlük yaşantısında çevresiyle ne kadar olumlu ilişkiler kurabilirse, o kadar başarılı olur; bulunduğu toplulukta sevilir, sayılır, sözü geçen, etkili bir kişi olur; dost edinir; liderlik kertesine ulaşır. İş hayatında ve diğer alanlarda başarı sağlar istediğini elde eder.
Albert Einstein, “dilin sınırı beynin sınırıdır” der.
İlyas Kaplan-redfer
YORUMLAR
Kıymetli Üstadım
Malumunuz dil yetisi insana verilmiştir.
Çünki düşünme yetisi kâmil manada insandadır.
Tüm hayatımızda kaç kelimeyi kullanırız?
Denizden damla...
Dili kâmil manada işleyen makalenizi okudum.
Ufkumuzu açtınız.
Allah razı olsun Üstadım.
Emeğinize sağlık.
Çok saygımla Üstadım.
redfer
Küçücük bir faydamız dokunmuşsa ne mutlu bize.
Takdir eden gönüller var olsun
Allah'a emanet olun
Saygılarımla