- 270 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÜMMETİN YETİM SEVDASI: KUDÜS EY KUDÜS!
M. NİHAT MALKOÇ
Kudüs’ün sancısı tutsa bunu bütün müminler derinden hisseder.
Akdeniz ve Ölü Deniz’in kuzey sınırları arasında yer alan Kudüs, mâzisi altı bin sene evveline kadar götürülebilen, dünyanın en eski şehirlerinden biri(ncisi)dir. Kuruluşu tam olarak bilinemese de, milattan önceki üç binli yıllara dayandığı söylenir. Sekiz yüz rakımlı bu kadim şehir, tarih boyunca nice istilâlara, el değiştirmelere ve yağmalara maruz kalmıştır.
Kudüs, şuurlu ve duyarlı her mümini heyecanlandıran esrarlı ve büyülü bir kelimedir. Bu tılsımlı söz hepimizi alır bir yerlere götürür. Vicdanların kapılarını aralar. Çünkü o müminlerin ortak paydasıdır. Kudüs’ün sancısı tutsa bunu bütün Müslüman bedenler hisseder.
Mukaddes ve mahzun Kudüs, ümmetin atan kalbi mesabesindedir. Müslümanların gözü kulağı bu kutsal topraklardadır. Zira Kudüs insanlığın ortak vicdan(sızlığ)ının nişanesidir. Acı bir medeniyet tecrübesidir. Zihnimizi ve gönlümüzü dizayn eden kutlu bir irade abidesidir. Akdeniz medeniyetinin kadim yüzüdür. Tevhidin teslise direnen güçlü kalesidir. Nebevî hatıraların altın beşiğidir. Kadim duvarları hüzün sarmaşıklarıyla çepeçevre kuşatılandır. Miş’li geçmiş zamanların tenhasında zamansızlığı yaşayandır.
Kudüs, ümmetin kara kutusudur.
Kanadı kırılmış yaralı bir kartalı andıran Kudüs, ümmetin yetim coğrafyasıdır. Yüzyıllardan beri içine akıtmıştır ateşin gözyaşlarını. Bu yüzden, ağlasa da ağladığını belli etmemiştir. Dik, diri ve iri durmuştur. Vakur duruşunu ve metanetini hep muhafaza etmiştir.
Kudüs mahzunsa ümmet de mahzundur. Onun tebessümü ümmetin ağız dolusu gülüşüne sebeptir. Kudüs kederliyse bize neşelenmek ve eğlenmek haramdır. O bizim ayrılmaz bir parçamızdır, biz de onun ayrılmaz bir parçasıyız. Kudüs ağlarsa ümmet de ağlar; ağlamalıdır da. Zira Kudüs’le ümmet birbirinden ayrılmayan uzuvlardır; et ve tırnak gibidir.
Kudüs tevhit medeniyetinin şahikasıdır. Mukaddesatın harmanlandığı nurlu coğrafyadır. Onun içindir ki Kudüs’ün lahûtî iklimi gönülleri çepeçevre kuşatır. Burada dolaşanlar her an bir Peygamberin hayaliyle karşılaşacakmışçasına tecessüs içinde olurlar.
Kudüs ümmetin kara kutusudur. Üç semavî dinin kalbinin attığı yerdir. Onda ne acılar, ne hüzünler, ne hayal kırıklıkları, ne faili meçhuller, ne bilinmezlikler, ne sırlar saklıdır. Taşların dili olsa da bir konuşsa… Neler görmüş bu masum ve mazlum diyar? Bir anlatsa…
Elden ele, dilden dile Kudüs
Semavî dinlerin kadim yurdu Kudüs şehri kendisini ziyaret edenlere Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın,/Ne de büsbütün dışında;/Yekpare, geniş bir anın/Parçalanmaz akışında” dizelerinde ifade ettiği duyguları hissettiren ve tüm zamanları kuşatan müstesna bir şehirdir. Mistik atmosferin ruhları kanatlandırdığı bu kutlu coğrafyada soluklanmak, insanı zaman ötesinde nice manevî hazlarla buluşturur. Ayağınızın yerden kesildiğini hissedersiniz.
Kudüs üç büyük semavî din(Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik) tarafından da kutsal bir şehir olarak kabul edilir. Bu öneminden dolayı, tarihî dönemler içinde bir türlü paylaşılamamış, sürekli el değiştirmiş; neticede bu topraklarda barut kokusu hiç eksik olmamıştır. Hz. Muhammed(sav)’in Miraç esnasında göklere yükseldiği nokta olarak kabul edilen Mescid-i Aksa’nın bulunduğu bu kutlu yer, Müslümanlar için de çok muteberdir.
Usta yazar Doğan Hızlan Kudüs’ün kutsallığıyla ilgili şunları söylüyor: “Kudüs adını kutsallığından alan bir şehir. Tarihi boyunca kırk defa kuşatılmış, üçünde tamamen olmak üzere 32 defa yıkılmış olduğu için kutsaldır. 26 defa sahiplik değiştirmiş olduğu için; Asurlular, Babilliler, Kıptiler, Yunanlar, Polemiler, Selevsidler, Romalılar, Bizanslılar, Persliler, Müslüman Araplar, Selçuklular, Fatımîler, Haçlılar, Moğollar, Memlûklar, Osmanlılar, İngilizler, İsrailliler, Ürdünlüler, Mısırlılar, Suriyeliler, Lübnanlılar, Iraklılar ve nihayet Filistinliler bu şehir için savaşmak durumunda kaldıkları için kutsaldır.”
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Kudüs deyince Mescid-i Aksa, Mescid-i Aksa deyince de Kudüs gelir akıllara. Kudüs’ü farklı kılan ve diğer şehirlerin önüne geçiren, şüphe yok ki Mescid-i Aksa’dır.
Kudüs’le ilgili rivayet edilen bir hadis vardır. Rivayete göre Ebu Zer el-Gifari Hazretleri, Peygamberimize “Ey Allah’ın Resulü dünyada ilk kurulan mescit hangisidir?” diye sorduğunda Peygamber Efendimiz ‘Mescid-i Haram’ diye buyurmuştur. “Sonra hangisi?” diye sorduğunda ise Peygamberimizden “Mescid-i Aksa” cevabını almıştır.
Mescid-i Aksa’nın kelime mânâsı “en uzak”tır. Bu mescit Mekke’ye olan uzaklığından dolayı “en uzak mescit” anlamında bu şekilde adlandırılmıştır. Bu bina milattan sonra 638 yılında Hz. Ömer zamanında, Kudüs fethedildikten sonra, Hz. Süleyman mabedinden kalan batı duvarına bitişik olarak dikdörtgen şeklinde yapılmıştır. Bu mabet daha sonra Emevî Halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletilmiştir.
Semavî dinlerin büyük önem atfettiği Mescid-i Aksa’yı “Beytül Makdis” adıyla ilk inşa eden kişinin Hz. Süleyman olduğu söylenir. Burası bu yüzden “Mescid-i Süleyman” olarak da bilinir. Müslümanların yaygın inancına göre Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav) kutlu Miraç yolculuğuna buradan, Mescid-i Aksa’dan başlamıştır. Bu yüzden burası Miracın ilk basamağıdır; hakikat göklerine yükselişin ilk durağıdır. İlâhî aşkın soylu adresidir.
Miraç, Kur’an’da kendine yer bulan ilâhî bir lütuftur. Yüce Rabbimiz İsrâ Suresi’nin birinci âyetinde Mescid-i Aksa’yı bizzat ismiyle zikrederek şöyle buyurur: “Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir.”
Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.”
Mescid-i Aksa, bugün darmadağın olan ümmetin yetim çocuğudur. Bulunduğu konumdan bîzardır. Edebiyatımızın son dönemlerinde “Yedi Güzel Adam” olarak değer bulanlardan biri olan Mehmet Akif İnan “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde /Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu /Varıp eşiğine alnımı koydum /Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu” diyordu “Mescid-i Aksa” isimli o hissiyat ve gözyaşı çeşmesini andıran güzel şiirinde. Bu boynu bükük mescidin hüzünlü hâli duyarlı her mümin gibi onu da derinden yaralıyordu.
Öte yandan “Kalbimin bir yarısı Mekke, diğer yarısı Medine; üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır” diyor Yedi Güzel Adam’dan bir başkası olan Nuri Pakdil… Aynı Nuri Pakdil Filistin’e, Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya olan sevgi ve muhabbetinin şiarı olarak Kudüs bilekliğini kolundan çıkarmıyordu. Kudüs deyince dalıp gidiyor, gözleri nemleniyordu.
Osmanlı döneminde Kudüs
Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs, altı asır boyunca üç kıtaya adaletle hükmetmiş Osmanlı’nın ilk göz ağrısıdır. 1517’de Osmanlıların eline geçen bu güzide şehir, tam dört asır egemenliğimiz altında kalmıştır. Osmanlı zamanında burası huzur ve sükûn meskeni olmuştur. Ceddimiz buraya barış getirmiştir. Osmanlılar şehre duydukları derin saygıdan dolayı buraya “Kudüs—i Şerif” adını koymuşlardır. Kanunî döneminde şehre surlar, çeşmeler ve kapılar yapılmıştır. Mevcut surlar Kanûnî’nin bu kutsal şehre bıraktığı güzel mirastır.
Osmanlı; Filistin’e, Kudüs’e cami, medrese, han, hamam, kemer, köprü, burç, namazgâh, imaret, çeşme, su kanalı, sur, külliye ve çarşı gibi birçok faydalı eser inşa etmiştir. Yine El-Halil’e II. Abdülhamit, Saat Kulesi yaptırmıştır. Osmanlı’dan sonra şehri ele geçiren İngilizler büyük bir tahammülsüzlük örneği göstererek bu kuleyi yerinden sökmüşlerdir.
Eski ihtişamından çok şey kaybetse de bugün de Osmanlı’nın ruhu bu kutsal şehirde yaşamaktadır. Burada yaşayan vefalı Filistinliler hâlâ Osmanlı’ya dair övgü dolu hikâyeler anlatmaktadır. Ümmetin yetimleri Osmanlı’nın insanî yönetimini özlemle anmaktadırlar.
Mescid-i Aksa, Kıyamet Kilisesi ve Ağlama Duvarı üç semavî dinin bu kadim şehirdeki kutsallarıdır. Osmanlı Devleti bu kutsallara büyük bir saygı ve ihtimam göstermiş; onları özenle korumuştur. “Ağlama Duvarı”, Mimar Sinan tarafından tamir edilmiştir.
Kutsallığın payitahtıdır Kudüs. Aslında bu topraklar bir zamanlar hoşgörünün de aynasıydı. Şehirdeki camiler, kiliseler ve sinagoglar bunun en büyük delilidir. Zira camiler, kiliseler ve sinagoglar iç içedir Kudüs’te. Bu mistik coğrafyada ezan sesi çan sesine ve şofar sesine karışır. Seher vakitlerinde minarelerden okunan ezanların içinize aktığını hissedersiniz.
Kudüs, tenimizde nabız gibidir. Mekke’yi, Medine’yi ve Kudüs’ü görmeyen gözlerin feri gerçek ışıltısından mahrumdur. Kudüs’ün tarihi, insanlığın yaratıcısıyla kurduğu uhrevî irtibatın tarihidir de… Bir başka deyişle Kudüs’ün tarihi imanın tarihine denk düşmektedir.
Bir peygamberler şehridir Kudüs
Bir peygamberler şehridir Kudüs. Zira Kur’an’da ismi zikredilen peygamberlerin birçoğu bu şehirde yaşamıştır; burada yaşamayanların da yolu bir şekilde buraya düşmüştür. İnsanlığı tevhide çağıran söz konusu peygamberlerin mabetleri de bu topraklarda bulunmaktadır. İnsanlık, dinler ve peygamberler tarihinin izini en doğru bir biçimde ancak buradan sürebiliriz. Bu topraklarda dolaşırken insanlığın medar-ı iftiharları olan Peygamberlerin çetin mücadeleleri ve dik duruşları gözünüzün önünden geçer.
Coğrafî anlamda dış dünyamıza uzak kalsa da, iç dünyamıza çok yakındır Kudüs. Tek tanrı dininin mihenk taşı İbrahim, bu topraklarda sürdürmüştür o kutlu tevhit mücadelesini. Bu yüce şahsiyet bu topraklarda uyumaktadır son(suzluk) uykusunu. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. İsa gibi daha nice peygamberin yolu kesişmiş bu kutlu topraklarla. Hepsi de burada vermiştir hak ve hakikat mücadelesini. Hz. Âdem yeryüzünün ikinci mabedini burada inşa etmiştir.
Kubbetü’s Sahra
Kudüs’ün kutsallarından biri olan Kubbetü’s Sahra, Musevilerin “Tapınak Tepesi” diye adlandırdıkları tepedeki“Muallak Taşı üzerine Emeviler zamanında yapılmış bir mescittir. Kudüs’le ilgili malumatları eksik olanlar Mescid-i Aksa’yla Kubbetü’s Sahra’yı birbirine karıştırırlar. Kubbesi altın sarısı olan Kubbetü’s Sahra’yı, Mescid-i Aksa zannederler. Oysa kubbesi sarı olan sekiz köşeli mabet Kubbetü’s Sahra’dır. Bir zamanlar Haçlılar burayı ele geçirince bu mescidi kiliseye çevirmişlerdir. Selâhaddin Eyyûbî, Kudüs’ü fethettikten sonra, Haçlılar tarafından kiliseye döndürülen bu mabedi tekrar cami yapmıştır. Osmanlı Döneminde birçok kez tamirat gören bu cami, ilâvelerle bugünkü hâlini almıştır.
Kudüs’te “Hz. Ömer Camii” adıyla bir başka ibadethane daha mevcuttur. Kubbetü’s Sahra’yla bu camiyi birbirine karıştıranlar da çoktur. Aslında bu mescit Harem-i Şerif’in dışında, ona beş yüz metre kadar uzaklıkta, batı tarafında yer almaktadır.
Kudüs’ün Hıristiyanlar ve Yahudiler için önemi
Kudüs üç dinin(Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik) ortak sevgilisidir. Sevgileri çoğaltandır. Müslümanlar için Kâbe-i Muazzama ne ise Hıristiyanlar için Kudüs’teki Kıyamet Kilisesi, Museviler için de Ağlama Duvarı odur. Bu farklı dinlerin mensupları şehre bu yüzden gönülden bağlıdır. Bu yüzden herkes bu şehirde kendinden izler ve gizler bulmaktadır.
Kudüs Hıristiyan kültürü açısından büyük ehemmiyete sahiptir. Zira Hıristiyanlık bu coğrafyada doğmuştur. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inandıkları yere kiliseler yapmışlardır. Hz. Meryem’in mezarı surlar içinde kalan kısımda bulunmaktadır. Buraya da kiliseler inşa etmişlerdir. İmparator Konstantin’in yaptırdığı Yeniden Diriliş(Kıyame) Kilisesi Hıristiyanlar için kıymetlidir. Kıpti Kilisesi, Ermeni Kilisesi, Benediktin Papazları Kilisesi, Saint Georges Ortodoks Kilisesi, Apostolik Nons Sarayı buradaki diğer Hıristiyan eserleridir.
Kudüs-i Şerif, Yahudiler için de çok mühim bir mekândır. Özellikle buradaki “Ağlama Duvarı” Yahudiler için çok derin anlamlar ifade eder. Ağlama Duvarı, Beytü’l Makdis’in batı duvarının bir kısmıdır. Burası Yahudiler için bir çeşit ibadet mekânıdır. Yahudiler Hz. Süleyman’ın tapınağının batı duvarının kalıntıları olan Ağlama Duvarı’nı kutsal mekân kabul ederler ve bu duvarın önünde dua ederek ağlarlar. Beytü’l Makdis’in temeli kabul edilen bu tarihî duvar 485 metre uzunluğundadır. Yahudiler buradaki ibadetlerini hâlâ sürdürmektedir.
Kudüs’teki kutsallardan biri de “Muallak Taşı”dır. Üzerine Kubbetü’s Sahra’nın inşa edildiği “Muallak Taşı”; Yahudilere göre yaratılışın başladığı nokta, Hıristiyanlara göre ise yeniden dirilişin merkezidir. Müslümanlar, Hz. Muhammed(sav)’in semavata yükselmesine basamak olmasından dolayı bu taşa apayrı bir mânâ ve önem atfederler. Yahudiler bu kutlu kayaya “Kuruluş Kayası”, Hıristiyanlar ise “Rabbin Adalet Kürsüsü” demektedir.
Bir şehrin hikâyesi üç dinin hikâyesine dönüşür Kudüs’te
Kudüs’ün hikâyesi üç dinin ve bu üç dine mensup insanların gizemli hikâyesidir. Zira Kudüs deyince bu üç semavî din ve onların mensupları akla geliyor. Bunlar olmazsa Kudüs de her şehir gibi taştan, ahşaptan, demirden ve betondan bir şehirdir. Bu kadim şehri özel ve güzel kılan onun sıra dışı ruhudur. Bu gizemli şehirde bütün nesnelere sanki ruh giydirilmiştir.
Yılın on iki ayında ve dört mevsiminde maneviyat soluyan bir şehirdir Kudüs. Dünyada ortalama bir kilometrelik daracık bir alana üç ayrı dini, bu kadar çok ve çeşitli dinî mekânı ve dinî ritüeli sığdırmak nadirattandır. Kudüs bu maneviyat ikliminin gözesidir.
Şiirlere, hikâyelere ve romanlara konu olan sıra dışı bir şehirdir Kudüs. Kudüs’te insanı evvela şehrin ruhaniyeti kuşatır. Bambaşka bir iklime girdiğinizi hissedersiniz. Üç semavî dinin kutsallarının mevcudiyeti sebebiyle paylaşılamayan mekândır aynı zamanda.
Zamanın yekpare bir ân’a dönüştüğü bu kutlu diyarda Hz. Davud’un o yanık sesiyle okuduğu mezmur nağmeleri okşar kulaklarınızı. Cümle âlem kulak kesilir bu kutlu sese. Buradaki bütün müezzinler Bilâl’dir sanki. İbrahim’in ruhaniyeti kuşatmıştır her yeri.
Filistin siren seslerinin kulakları tırmaladığı, acının yaprak yaprak açtığı diyardır. Kudüs, bu toprakların ruhunu açan paslı bir anahtardır. Kudüs’ün tarihi insanlığın tarihine ayna olur. Kudüs’te ibadethanelere duvar olan taşların bile bir ruhu ve dili vardır. Acı, Kudüs’ün kara bahtına yazılmış kederli bir kaderdir. Bulutlar mazlumların dayanılmaz acılarının tesirinde kalarak gözyaşı döker burada. Kalpler hüznü taşımaktan yorgun düşer.
Kudüs’te Hıristiyanlarla, Yahudileri ve Müslümanları aynı kabrin başında buluşturan bir Davut vardır. Bu topraklarda üç dinin sevgilisi İbrahim vardır. İnsanlığın ilk atası Adem, ikinci Adem olarak nitelenen Nuh vardır. Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Yahya, Hz. Zekeriya, Hz. İdris vardır. Bunca güzelliğin cem olduğu yerde niçin taşlar, sopalar, silahlar ve maskeler vardır? Niçin? Bu noktada sözü “Kudüs Şehrinde” şiirinin şairi David Katz’a bırakmanın yeridir:“Kaldırımlar ağlarken Meryem oğlu İsa’nın hikâyesine/Ne diye mahzun damarlarımda akar durur ki kan?/Sadece Allah aşkıyla atan sufinin kalbindeki Kudüs/Her gün birkaç kez kalp yetmezliğiyle sıkışırken…/Seçilmiş Mustafa’nın asil gözlerinden akarken yaşlar/Kan kaybeden taşlara koşarken ağlayan ambülanslar/Bineği Burak’ın Peygamberi miraca taşıdığı yerde/Af, rahmet ve merhametin Rabbine/Ağla ey Ehl-i Kitap, kaybettiğin çocukların için…/Ablaları avutsun genç kızları,/İnancın kardeşleri kucaklasın fenalıktan korkanları./İsa’yı sevdiğini söyleyenler,/İbrahim’i seviyorum diyenler,/Musa’yı sevdiğinden bahsedenler,/Muhammed sevgisinden söz edenler,/Bu yıldızsız gecede ağlayın,/Ağlayın ki, yolcuların Rabbi kalplerinize mağfiret hissini yerleştirsin.../Kudüs barış içinde bir geceye uzanabilsin böylece…
Son söz yerine: Şekva ve dilek
Kudüs, mevcut tarihî birikimiyle adeta bir açık teoloji ve etnoloji müzesi görünümündedir. Kudüs’ün üç semavî dinin argümanlarını içeren bir hoşgörü başkenti olmasını hazmedemeyen Siyonistler bu topraklarda huzur ve sükûn bırakmamışlardır. Bu kadim toprakları tapulu malı gibi gören bu ırkçı zihniyet, burada yaşayanlara huzuru haram etmiştir. İşgal, terör ve kaos bu toprakların kaderi olmuştur. Avrupalı emperyalistlerden ve okyanus ötesinden aldıkları destekle taş taş üstünde bırakmayan zalimler, 1948’de İsrail terör devletini kurarak buradaki yerleşik Filistin halkını göçmen konumuna düşürmüşlerdir.
Filistin’de, Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da dostluğun, barışın ve huzurun ikame edilebilmesi için Ömer’in emanına, Yavuz’un fermanına, Hamid’in dermanına ihtiyaç vardır.
Müslümanların yüzünün gülmesi, dünyanın huzur ve sükûna kavuşması için Filistin’de kalıcı barışın sağlanması olmazsa olmaz derecesinde mühimdir. Bunun için öncelikle yapılması gereken şey, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve Müslümanlara baskı ve zulüm yapmamasıdır. Aksi takdirde ne Filistinliler ne de İsrailliler aradığı huzuru bulabilir.