- 134 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TUZAK
Eskişehir’de sınavlra girdim. Formasyon almak için son dakika kayıt oldum. Derslere girip çıkıyorum. Sanat tarihi derslerine de giriyorum. Yurtta kalıyorum. Akşam olmuştu. Yurdun kantininde iki grup öğrenci arasında gerginlik oldu. Sakallı bir öğrenci aracılık yapıp meseleyi çözmeye çalıştı. Benim tanıdıklarımdan da olayın içinde olanlar vardı. Ülkücü grup kantinin içinden çıkmıyordu. Birbirlerine kenetlenmişlerdi. İslamcı olduğunu söyleyen sakallı bir grupla bildiri yüzünden atışmaya başladılar. Ülkücü bir çocukla sakallı birisi itişmeye başladı. Derken kantinde başlayan kavga bahçeye genişledi. Demir çubuklar, taşlar, sopalar havada uçuşmaya başladı. Kimin kavganın galibi geldiği belli değildi. Dağıtılan bildiride , ey müslüman kardeşi diye başlayan cümle neden ey Türk kardeşim diye başlamıyor diye derin bir görüş ayrılığından ileri gelmişti. Bazen insanın aklına hep şu gelirdi. Bu filmleri çok seyrettik. İnsanlar fikir ayrılığından dolayı çatıştırılıyor. Birilerinin eli üniversitelerdeydi. Ülkücü grup sabaha kadar İstiklal Marşı okudu. İslamcı grup karşılık olarak , Allahu ekber diye tekbir getirdi. Yurda polis ekipleri geldi. Hepsinin kafasında çelik kask, ellerinde jop, belinde tabanca, kelepçe, ayağında bot vardı. Su sıkan ve gaz atan araaçlar da vardı. İlk defa üniversite de kavgaya şahit oluyordum. Üniversite öğrencileri geleceğe yönelik fikir üreten genç insanlardı. Birgün okula Süleyman Demirel geldi. Konfearans salonunda açılış konuşması yaptı. Memleket meselelerinden, üniversitelerin bilim yuvası olduğundan bahseden genel bir konuşması sürekli alkışlarla kesiliyordu. Ben arka tarafa geçip konuşmayı pürdikkat dinledim. Arkadaşımın biri ben seni televizyonda gördüm deyince ben de haberlere baktım. Görüntüden kendimi farkettim. Gittim bir partiye üye oldum. Partinin il binasında bir toplantı vardı. Bir kişi ayağa kalktı bir şey sormak istedi. Ben o kişinin arka tarafında oturuyordum. Pantolonu arkadan patlamıştı. Kumaş bir pantolondu. Altından renkli kilodu görünüyordu. Arkadaşlarla birbirimize gidip geliyoruz. Farmasyon alırken tanıştığım arkadaşın evine gittim. Gece geç saat olunca ben yurda gelecektim. Arkadaşım beni kestirme bir yoldan yurdun arka tarafından ağaçlık bir yerinden tellerin arasından giriş yaptırdı. Kendisi de geri evine gitti. Karanlıkta birisi bana , dur kıpırdama, ellerini yukarı kaldır, kimsin demeye başladı. Ben öğrenci olduğumu, yurtta kaldığımı söylesem de bana inanmıyordu. Benim elime kelepçeyi vurup sorgu odasına getirdi. Yurdun özel güvenliğiymiş. Beni amirinin yanına getirmiş. Beni tekrar tekrar sorguya çektikten sonra bıraktılar. Ben odama gelip yattım. Hukuk fakültesinden bir öğrenci vardı aynı odada kalan. O derdi ki hukukta okuduğumu bilen kızlar hep altıma yatıyor, hangisini seçeceğimi şaşırdım. Sen kendini aşka çok kaptırıyorsun derdi. Ben İlknur için kalbimin sesini abarttıkça abartıyordum. Aşkımı herkese anlatıyordum. İlknur için geziye sonradan gitmek için derste hocayla tartışınca, arkadaşlar tarafından tartaklanıp şikayetçi olunca ben uzaklaştırma cezası almıştım. Cezanın bir örneği de aileme gönderilmişti.İlknur’un nişanlısının olduğunu bildiğim halde yine de onu delicesine seviyordum. Onunla evleneceğime kendimi inandırmıştım. Bu hastalık mıydı yoksa aşkı yüceltmek miydi bilemiyorum. İlknur’a fakültenin bahçesinde teklif ettim. Ben seni deliler gibi seviyorum. Niyetim çok ciddi. Seni almak istiyorum.Ben nişanlıyım. Benden uzak dur. Beni bir daha rahatsız etme. Sonu çok kötü olur diye beni sıkı sıkı tembihlemişti. Birgün sınavdan çıkınca benim yanıma geldi. Seninle aşkımızı konuşalım yarı deyince ben çok umutlandım. Kalbim içime sığmaz oldu. Allah’ım sana ettiğim dualarım kabul oldu. İlknur beni seviyor. Kalp kalbe karşıymış. Sen büyüksün Allah’ım, sen büyüksün Allah’ım diye içimden dua edip besmele çekiyordum. İlknur yarın demişti, yarın da oldu çok şükür. Akşam saatleriydi. Fakülteden çıktık İlknur’la özel olarak görüşecektik. Beraber okulun arka çıkış kapısına doğru yürümeye başladık. Ben arka nizamiye kapısından neden çıktığımızı anlamıyordum. İlknur da hiçbir şey belli etmiyordu. Nizamiye kapısından çıkınca yaklaşık elli metre yürümeden arkamdan kafamın arkasına nasıl bir şiddetle yumruk darbesi aldım ki dönüp bakmaya fırsat bulamadım. Üç kişiydi. Peşimden koştular ,beni yakalasalar öyle bir dövecekler ki elin nişanlısına,garısına gızına yan gözle bakmanın ne olduğunu oracıkta öğreteceklerdi. Ben kaçıp canımı kurtardım. Ertesi gün fakültede İlknur’u bulup neden beni tuzağa düşürdün diye sordum. Biraz yüzü kızararak ben yaptırmadım. Onların kim olduğunu da bilmiyorum deyince beni neden dövmeye çalıştılar dedim. Bunun bir tuzak olduğuna inandım. İlknur’a olan sevgim giderek öfkeye dönüşüyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.