- 304 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TEORİDEN PRATİĞE BİR BAKIŞ
Günümüzde o denli çok sahada ve derinliğine sayılabilir kıvamda eğitim verilebiliyor ki, sanırsınız okullara yani örgün şekliyle okullara mahal yok. Peki, işin aslı gerçekten de öylemi, yoksa bu durum teferruatlı bir analizi, gözlemi, deneyimi mi gerektiriyor ? Öyle ya, coğrafyaya dair neredeyse tüm hedefleri onlara dair kazanımları; atlaslardan, kitaplardan, levhalardan, grafiklerden, resim ve videolarla işitsel teknolojinin alabildiğine çokça bulunabilen kaynaklardan bir güzel öğrenir, olurduk coğrafyacı, öyle mi? Bu anlamda okuyacağımız yeter sayıda ve derinlikte psikoloji kitapları da bizi uzman psikolog mu yapardı? Varın diğer sahalardaki farklı meslek ve beceri alanlarının durumunu siz düşünün.
Öğrenme dediğimiz ve ana karnından başlayarak ölüme değin uzanan ve bir deyimle “Sıfırdan sıfıra öğrenme” anlayışında kuşkusuz kitapların, onların sağladığı pahasız kavram ve anlatımların, örneklerin, görsel ve işitsel diğer multimedya araçlarının katkıları hem gerekli hem de bir o kadar nitelik ve katıcıdır. Ne var ki, bir uzman elden, dilden tecrübe olmaksızın bunların neredeyse tamamı ciddi bir eksiklik içinde kalır ve bu süreçten beslenen öğrenenlere de beklentileri karşılayacak bir pratik yeti sağlayamazlar.
Günümüzde web ortamından yararlanarak bilgi sahibi olunamayacak konu neredeyse yok gibidir. Ve fakat, türlü özverilerle ilgilenenlerin önüne serilen bu hazineler, başlı başına yüz yüze öğrenme süreçlerindeki pratik kaliteyi sağlamada yaya kalmaktadırlar. Bu konuda yapılan araştırmalara göre, uzaktan öğrenme ve veya erişim ile meydana gelen öğrenmelerin kalıcılık ve verimlilik yüzdesini %35-40 aralığında gösterirken, yüz yüze eğitim-öğretim sürecindeki oranın minimum % 75`lere ulaştığını görürüz. Bu anlamda teorik eğitim de yüz yüze dahi olsa, pratiğe yansıtılmaksızın eksik kalacak gibidir. Salt sözel dilden beslenerek veya izlemek yoluyla da olsa, birebir uygulama olmaksızın sahaya yansıyacak olan şeyin onlarca hatadan başka bir şey olmayacağı da gün gibi ortadadır.
En seçkininden daha alt ortalamalardaki akademik düzeylerde dahi şu “covit” bu sürecin içinde bize teori ve pratiğe dair ne de çok şeyi deneyimleme fırsatı vermiştir aslında. Ve bu deneyimin bir yılı aşkın sürenin sonundaki hayal kırıklıklarını da bizzat yaşamaktayız. Öğrencilerin her seviyede olmak üzere beceriye dönük yanları zayıf kaldığı gibi bu zorunlu süreçten çok yönden de zafiyetli çıkıldı maalesef. Hele ki mesleği icra noktasına gelen ve staj yapması gereken binlerce öğrenci ,bu deneyimi ya çok sınırlı yaşadı veya hiç tecrübe elde edemeden süreci teorik olarak tamamladı. Bu yıllara denk gelen mezuniyetler ise tam da bir trajedi oldu dersek abarmış olmayız sanırım. Yılların emeği ile gerek ortaöğretimde ve gerekse de bir üst seviyede sorumlulukları altındaki gençlere ileride icra edecekleri mesleğin inceliklerini bütünüyle veremeyen öğretim kadrosu da bu durumun acısını taşıyor şüphesiz. İşin kötü yanı, kitabi olmanın ötesindeki mesleki sahalarda hayati tecrübeyi elde edemeden ellerine mezuniyet belgeleri tutuşturulmuş binlerce değerimiz, bu eksiklikleri ancak büyük özverilerle ve belki de çok ciddi mesleki hataları istemeksizin bizzat yaşayarak öğrenecekler, ağır bir fatura da ödeyecekler. Pratiğin başat üstünlüğü bu konuda tartışılmaz bir gerçek olarak ortadadır.
Anlatmaya çalıştığımız hakikati bir anekdotla özetlemek de mümkün. 1995 yılı Eylülünde Elazığ ili Kovancılar ilçesinin bir köy okulunda öğretmen olarak göreve başladığımda, bu görevin sahadaki gerçekleri ile teorideki gerçekleri arasındaki farkı, öğrencilerle yüzleşmeye başladığımda anlamıştım. O yıl aynı ilçeye atanan kırkın üzerindeki öğretmen için de aynı şeyler geçerliydi kuşkusuz. En güzide kaynaklardan ve alanda en yetkin akademik kadrolardan beslenmemize rağmen, okul sürecinde elde edilen kazanımların sahada çok anlam ifade etmediklerini ve sadece duygu ve düşünce sahasındaki doyumu sağlayabildiklerini tecrübe etmiştik. Oysa bu yetkinlik mesleki icranın beklentilerini karşılamaktan çok uzak bir gerçeklikti. Sözün özü, staj sürecindeki merkezi okullardaki deneyimlerde öyle şeyler yaşandı ki sormayın. Halen bu deneyimlerin ne de pahasız şeyler olduğunu düşünmekten kendimi alamam. Yaklaşık otuz yılı aşkın deneyimiyle bir usta öğretici rolündeki sınıf öğretmeninin sınıftaki ; öğrenme yöntemlerini uygulayışı, öğrencilere yaklaşımı, anlık sorunlara kestirme yollardan çözüm getirişi, zamanı kullanmadaki ustalığı ve her farklı seviyedeki öğrenci gruplarına düzeylerine uygun materyallerle sunumu sözle anlatılır gibi değildi. Orada geçirdiğin sadece üç günlük deneyim benim için bu meslekteki eksiklerimi görebilmeyi, abartılı gördüğüm şeylerin korkusundan azat olmamı ve mesleki hazzı hissederek kendi okulumda da beklentileri de aşan bir icracıya dönüşebilmemi sağlamıştı. Başka ne istenebilir ki bir meslek insanından. Sırtımdan ne kadar da büyük bir yük gitmiş, ana ve geleceğe dair sisler de dağılmıştı kısacık sürede. Ve anladım ki değil dört yıl, on yıllık bir eğitim görsem de sahaya inmeden bu işi öğrenebilmek ve o alanın başarılı meslek insanı olabilmek mümkün değilmiş.
Kuaförlük eğitimi almakta olan bireyler görsel yollarla, dinletilerle, okuma yoluyla fikri olarak mesleğin gereklerine hazır olabilirler ve fakat pratik anlamda bu mesleğin icaplarından olan tarağı, makası, kesici, şekillendirici türlü cihaz ve ekipmanı yeteri sayıda uygulamazlar ise, süreç sonunda nitelikçe de vasat bireyler olarak kalırlar. Bunu tıp eğitiminde, diş hekimliğinde, enstürman becerileri de gerektiren sana zemininde de düşünürsek, işin ne derece ciddi yerlere varabildiğini anlarız sanırım.
Simüle edilmiş ortamlardan da geçerek devasa savaş uçaklarını, yolcu uçaklarını güvenle yerden kaldıran ve yine emniyet içinde uçuşu gerçekleştirerek yere de özenle indirebilen pilotlar, bu başarıyı paratikteki yeter sayıda ve hayati derecedeki beceri nitelikleriyle elde etmektedirler kuşkusuz. Bir yakınımızı kalp ile ilgili bir ameliyata hazırlıyor isek, seçme şansımızı bu konuda en deneyimli hekimlerden yana kullanırız değil mi? Onların bu seviyelere getiren en başat şey, girdikleri operasyonlardan elde ettikleri deneyimler yani pratikleridir elbette.
Rakipleri karşısında her yönden daha güçlü ve avantajlı bir sporcu olabilmek için bu sürecin gerektirdiği akademik verilere sahip olmak elbette gerekir. Bu birikimlerin sporun icra edileceği ve rakiplerle kıyasıya mücadelelerin verileceği zeminde de sizi başarıya götürebilmesinde antremanlar ve kondüsyon çalışmaları ve branşınıza göre birebir ve veya takım halinde yeterince müsabakanın da icra edilmesi tereddütsüz bir zorunluluktur. Üstelik müsabaka deneyimizin çokluğu, sizin veya takımınızın da başarısında doğrudan etkili bir durumdur. Çoğumuzun ilgi duyduğu şu futbol maçlarında, sahada en çok aksayan ve daha önceki kondüsyonundan çok uzak kalmış oyuncuların ya uzun süredir sakatlık yaşadıkları, bazı sağlık sorunlarıyla yüzleştikleri veya kişisel nedenlerden ötürü idmanlara, müsabakalara yeterince katılamadıkları ve bu nedenle de gerçek müsabakalarda bizleri hayal kırıklığına uğrattıkları bir gerçektir. Pratiğin gücü bir şekilde sahaya da yansımaktadır.
Yukarıdaki durumu matematikteki niteliğini artırmaya çalışan bir öğrenci için de düşünebiliriz. Konuları ne denli sindirerek çalışırsa çalışsın, oradan elde edilen bilgi yığınlarını pratikte problemleri çözmek adına uygulamaya koymadıkça, matematik performansında da belirgin bir artışı yakalaması mümkün değildir. Bunu öngörerek, konular üzerinde ağırlıklı zaman harcamak yerine, enerjisini problem çözme üzerinde odaklayan öğrencilerin daha açık arayla matematiğe hakim oldukları da bir gerçektir. Teoriler yolu tarif eder ve rehberdirler. Pratikle de her zaman örtüşmeyebilen teori, sonraki süreçte bir değişimi de yaşayabilir, kökten değişe de bilir. Buradaki dönüşümün verilerini sağlayan şey, sahadaki deneyimlerden başkası da değildir aslında.
Şu noktada her ne meslek veya iş sahasında olunursa olunsun, o icranın asgari performansı karşılayabilmesinin püf noktası, omurgası kesinlikle pratiktir. Pratiği anlaşılır kılan ve mantık silsilesinde ve duygu bağlamında onu zemine oturtan da teoridir kuşkusuz. Pratikler bizzat sahanın realitesi olup, kolay kolay değişmezler ve fakat teorilerde yanılgı payı daha yüksektir. Kısacası sahanın tozunu dumanını yutmadan, deneyimlemeden ve hele ki salt akademik anlamdaki teorilere bel bağlayarak başarılı olunacağını sanmak bir avuntu olur. Kürsüde meslek aşkıyla diş hekimliğini anlatan bir akademisyeni yıllar içinde sahadan uzak kalmanın zafiyetlerini kuşkusuz yaşayacaktır. Bu durumda mesleki icrada deneyimlere ağırlık verirken, güncel olabilmek adına da sahadaki yeni bilgi birikimlerini de gözden geçirmek çok daha donanımlı olabilmenin yolunu açabilecektir diyebiliriz. İşin özü, sahadaki gerçeklerden hareketle yazılan teorik bilgiler daha sağlıklı ve iyi bir rehber olabilir. Bu bile o işin, uğraşın gerektirdiği pratikliği sağlamada yeterli gelemez.
Gençlerimizi teriler içindeki mesleki eğitim sürecinden bir an önce pratiğe ağırlık veren, günün gerektirdiği donanıma sahip bireyler olarak yetiştirebilmek için son derece önemlidir. Ehliyet alabilmek içi elbette trafik kurak ve kaidelerini, levha ve işaretlerin anlamlarını, ışıkların ve trafiği denetleyen , yöneten kişi ve sistemlerin neler olduklarını, temel ilkyardım bilgilerini ve kullanılacak aracın önemli vasıflarını bilmek gerekir. Bunların her birinde mükemmel olsanız ve sınavlarda da en üst seviyedeki notları alsanız da bu sizi iyi bir sürücü kılmaya asla yetmeyecektir. Nitekim, yolda karşılaşabileceğiniz farklı durumların her birinin çözümünü kitaplarda bulamazsınız. Direksiyonun başına geçip ayaklarınızla pedalları ve diğer elinizle de vitesi yönetmeyi, göstergelerin dilini ve arabanın ne yapıp yapmayacağı konusundaki iradeyi ortaya koyduğunuzda, başardınız demektir.
Fırçayı elimize alıp, onun ahşap sapını, ucundaki boyanın akıcılığını kavrayıncaya değin onu ustalıkla zeminde buluşturmak olası değildir. Binlerce kez kungfu eğitim videosu veya filmi izleseniz de bu sizi başarılı bir kungfucu kılmaya yetmeyecektir. Minderde rakiplerinizle kapışınca, teorilerin pratiğe dönüşümünü kiminde canınız yanacak, kiminde de yenilgiyi tadarak öğreneceksiniz. Hayatın kitabını okumaya elbette karşı değiliz ve fakat onun; rüzgarını solumadan, taşına, toprağına dokunmadan, sıcağında, soğuğunda kalmadan öğrenilemeyeceğini de iyi biliyoruz değil mi?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.