Kayıp Cüzdan
Arkadaşları kendi evlerine gitmek üzere birer birer yanından ayrıldılar. Daha yarım saatlik yolu vardı. Geçen sene bitirdiği ilkokul, evlerine yakındı. Babası, önce ortaokul çok uzak olduğu için yollamak istememişti. Ama Ali’nin gözyaşlarına dayanamamış ortaokula yazdırmıştı.
Ali, böylece, iki sene önce kaybetiği annesinin dileği yolunda önemli bir adım attığı için sevinçli, bu uzun yolda yaz kış demeden, bazen diz boyu kara ve çamura da görmüşe, yılmadan usanmadan, azimle gider gelirdi, öyle ya, annesi onun. vatanına milletine hayırlı büyük bir adam olmasını ister, bunun için her zaman dua ederdi.
Evlerine yaklaşırken Ali’nin yüzündeki gülümseme silindi. Babası, hayatta tek kimsesi olan babası, geçirdiği iş kazası sonucu şimdi hastahanede yatıyordu. Karşıdan baktığı zaman ona sıcacık gelen evleri şimdi yabancı bir yer gibi duruyordu. "Canım babam" diye söylendi. "Ne olur çabuk iyi ol da, beni daha fazla yalnız bırakma."
O sırada yanından geçen otomobilin sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Şehrin bu kenar mahallesine otomobiller pek seyrek uğrardı. Lâstiklerin çamurlu yolda bıraktığı izlere bakarken biraz ileride yerde cüzdana benzer bir şey gördü. Eğilip aldı. Evet, bu bir para cüzdanı idi. Kim düşürmüş olabilir? diye etrafına bakındı, kimseleri göremedi. Ne yapacağını bilemedi. Cüzdanın kenarından bir banknotun ucu görünüyordu. Cüzdan epeyi şişkindi. Kim bilir içinde ne kadar çok para vardı..
Ne kadarda acıkmıştı... Aklından yıldırım gibi bir düşünce geçti. "Su cüzdandaki, paralarla yüztane, hayır binlerce pasta alınır, istediğim kadar yerim hatta bütün arkadaşlarıma bile ikram edebilirim.." Elinde cüzdan, uzun bir süre, orada dimdik kalıvermişti. Kalbi hızla çarpıyordu. Dört beş adım atsa evine girmiş olacaktı. Sanki ayaklarına kurşun bağlanmış gibi bir ağırlık hissediyor, yürüyemiyordu. Cüzdanı göğsüne bastırdı, yavaşça evlerine girdi...
Hava iyice kararmıştı, lâmbayı yaktı, yiyecek bir şeyler arandı. Ama bütün açlığı gitmiş, bâlâ elinde tuttuğu cüzdandan başka bir düşüncesi kalmamıştı. Elleri titreyerek cüzdanı açtı. Önce bir resim gözüne çarptı. Altındaki kartvizitte Doktor Ahhet Akan yazıyordu. Ufak harflerle yazılı olanlar da muayenehane ve ev adresleri idi her halde.
Ali, boş gözlerle baktı durdu. Hiç bir şey düşünemiyordu. Şimdi bütün vücudunu bir uyuşukluk sarmıştı. "Yatayım" dedi, pijamalarını giydi, cüzdanı yastığının altına koydu. Yatağına girince ders kitaplarına hiç el sürmediği aklına geldi. Yarın Türkçeden imtihan olacaklardı. Ama, hayır, şu anda aklı hiçbir şey alacak durumda değildi. İlk defa içini bir kızgınlık kapladı. "Uğursuz cüzdan" dedi, "Bütün programımı bozdun". Bir iki defa sağa sola öndü ve sıkıntılı bir uykuya daldı...
Uzun bir süre sonra kulaklarını tırmalayan çıngırak sesleri ile gözlerini açtı.
Merakla yatağından kalkalarak dışarıya baktı. Gördükleri karşısında büyük bir şaşkınlığa uğradı. Evlerinin hemen karşısındaki meydan pırıl pırıl ışıklarla donanmış, yüzlerce belki binlerce çocuk büyük bir neşe ile meydanda kurulmuş olan dönme dolaplar, atlı karıncalar etrafında oynuyorlardı. Burası bugüne kadar hiç görmediği muazzam bir bayram yeriydi.
Ali çabucak giyindi. Yastığının altındaki cüzdanı alarak, biraz evvel pencereden seyrettiği bayram yerindeki kalabalığa karıştı. Beyaz önlüklü satıcılar pastalar, elme şekerleri, şerbetler gezdiriyorlardı. Tertemiz elbiseler giyinmiş irili ufaklı bir çok çocuk oyunlar oynuyor, sırası gelenler dönme dolaba, atlı karıncaya biniyordu.
Ali’nin burnuna nefis bir pasta kokusu geldi. Yanı başında güler yüzlü bir satıcı duruyordu. Elindeki tepside çeşitli pastalar sıralanmış, "al beni", der gibi Ali’ye bakıyorlardı. Ali elleri titreyerek cüzdandan on lira çıkarıp satıcıya uzattı.
— Bir pasta verir misiniz lütfen.
— Tabiî oğlum, diyerek gülümseyen satıcı, Can Ali’nin elindeki parayı görünce sert bir sesle :
— O para burada geçmez, diyerek hızla uzaklaştı. Can Ali şaşkınlıkla elindeki paraya baktı. Daha dün Okulda, arkadaşı Osman, böyle bir on lira ile kantinden yiyecek bir şeyler almamış mıydı?...
Sıkıntıyla başını iki yana salladı. "Dönme dolaplara bineyim bari" diye içini çekti. Bilet almak için sıraya giren çocuklar arasına o da katıldı. Sıra ona gelince on liralığı uzattı. Parayı gören biletçi hiddetle :
— Be hey çocuk, burası güzel ve temiz ahlâklı çocuklar içindir, elindeki parada senin kötü huyların okunuyor, görmüyor musun? diye bağırdı.. Ali korku ile sıradan çıktı. "Bir an evvel buradan uzaklaşmalıyım, anlıyamadığım bir şeyler oluyor" diye düşündü. Biletçi amcanın sözleri aklına geldi elindeki paraya baktı. Paranın üzerinde "Bu para hak edilmeden kazanılmıştır, haramdır" yazısını görünce dehşet içinde kaldı.
Başını elleri arasına alarak:
— Aman Yarabbî nebüyük bir hata yaptım, bu parayı harcamağa elbete hakkım yok. Ah, eve gidebilseydim, diye koşmağa başladı.. Fakat girdiği kapıyı bir türlü bulamııyordu. Birden, bembeyaz çiçekler açmış büyük bir ağacın çevresinde halka olmuş çocuklara bir şeyder anlatan annesini gördü, bütün korkusu uçup gitti.
— Anneciğim. Anneciğim, diye koştu. Etrafını saran çocuklara tatlı tatlı gülümseyen kadın ona şöyle bir baktı ve başını çevirerek sanki onu duymamış, görmemiş gibi konuşmasına devam etti..
Ali şaşkınlıktan donup kalmıştı. Yanılmış mıydı yoksa.. Ama hayır, bu imkânsızdı.. Senelerce kucağından inmediği, boynuna sarılıp öpcüklere boğduğu, her gece rüyasında gördüğü, düşüncesiyle bile bütün sıkıntılarını unutturan annesini tanımaz mıydı?
İşte aynı tatlı ses, aynı masal.. Ama annesi onu niye tanımamıştı? Titrek bir sesle tekrarladı :
— Anneciğim, anneciğim canım anneciğim, tanımadın mı? Biricik oğlun Ali’yim ben.. Annesinin yine ona bakmadığını gören Ali bu sefer olanca sesiyle:
— Anneciğim., diye bağırdı. O kadar büyük bir üzüntüye kapılmıştı ki saatlerdir tuttuğu gözyaşları şimdi boşanmış, sel gibi akıyordu...
Ali gözlerini açtı. Yorgan üzerinden kaymış, yastığı gözyaşlarından ıslanmıştı. Kalbi yine delice çarpıyordu.
—Çok şükür, dedi. Demek hepsi bir rüyaymış. Elini korku ile yastığının altına soktu, bir yandan da "Cüzdan da rüya idi inşallah" diye dua ediyordu. Ama eline buz gibi bir şey deyince yüzü asıldı. Sıkıntı ile elini geri çekti. Ona sahip olma isteğinin ne kadar kötü bir şey olduğunu şimdi anlamıştı. Gördüğü kâbusu hiç unutmayacaktı...
Sabah ezanı dalga dalga yükselerek odayı dolduruyordu. "Bismillah" diyerek doğruldu. Ellerini açtı :
— TöVbe Yarabbim, bu hatam ilk ve son olsun.. Tam o sırada kapı tık tık vuruldu. Gelen bitişikteki komşu teyze idi. Elindeki tepside dumanları tüten bir tas çorba vardı. Şefkatle Ali’yi öptü.
— Ah, evlâdım seni arayıp soramadım, pek kabahatliyim, kimbilir ne yedin, ne içtin? Amcan üç gündür hasta idi. Onun telâşından sana bakamadım. Böyle komşuluk olmaz, biliyorum, kusuruma bakma.
Allah razı olsun doktor Ahmet Bey, üç gündür geliyor, verdiği ilâçlarla amcan bu gün iyileşti, ben de sana bakayım dedim. Haydi otur çorbanı iç, soğutma. Ben de ortalığı toparlıyayım. Sonra gelir çamaşırlarını yıkarım. Pazar günü babanı ziyarete beraber gideriz..
Can Ali yastığının altından cüzdanı aldı, içindeki resmi Ayşe Teyzeye gösterdi :
— Size gelen doktor, bu amca mı? Ayşe teyze hayrete resme baktı.
— Evet, ta kendisi, ama senin eline nasıl geçti? Ali cüzdanı nasıl bulduğunu anlattı ve :
— Bu gün götürüp kendisine teslim edeceğim, diye ilâve etti.. Ayşe teyze :
— Bak sen şu işe... diye başını salladı.
— Bu Ahmet Bey öyle iyi bir insandır ki, tarif edemem. Fakir babasıdır. Üç gündür bize gelir, amcanı muayene eder, hiçbir ücret almadığı gibi, dün evden çıkarken, ilâç almamız için para bırakmış. Demek o zaman cüzdanını düşürmüş. İstersen yorulma, evi bir hayli uzaktır, bu gece yine gelecek, cüzdanı o zaman verirsin. Ali :
— Olmaz, dedi. öğle tatilinde koşa koşa gider teslim ederim. İçinden de gülümsedi. "bu kadarcık olsun cezalandırayım seni
Ali..." Ayşe teyze odayı düzeltirken o da tepsinin başına geçti, mis gibi kokan çorbayı kaşıklamağa başladı. Oh, dünyanın en güzel pastasından da güzel ve tatlı idi bu çorba...
Tabelâda Doktor Ahmet Akan yazısını gören Ali bir an ne yapacağını bilemedi. Sabahtan beri koynunda taşıdığı cüzdanı eline aldı. Okulda en samimi arkadaşına bile bir şey söylememiş, sabırsızlıkla öğle tatili zilimn çalmasını beklemişti. Ceketini düzeltti, kapıya tık tık vurdu.
— Buyurun, sesini duyunca içeri girdi. Tam karşısındaki masanın yanında oturan doktora saygıyla selâm verdi.
— Rahatsız ettim efendim, özür dilerim, dedi ve titreyen bir sesle ilâve etti.
— Size ait olan bu cüzdanı dün akşam üzeri okul dönüşü evimizin yakınında buldum.. Ali’den cüzdanı alan Doktor :
— Evet, dün. diye mırıldandı. Gel, otur, şöyle, bu dürüst delikanlıyı tanımalıyım, diye karşısındaki sandalyeyi işaret etti.
Adından başlıyan sualleri diğerleri takip etti. Başlangıçta büyük bir sıkıntı ve heyecan duyan Ali yavaş yavaş rahatlamıştı. Ancak cüzdanı ilk gördüğü anda içinden geçen o "sahip olma" aklına gelince utançla başını önüne eğdi. Doktor amca bunu gözlerinden okuyuverecekmiş gibi, korktu.
Ama o kötülüğü yenmişti işte. Cüzdan şimdi hakiki sahibinde idi... Doktorun sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı.
— Akşamdan beri ne büyük bir eksiklik duymuş, üzülmüştüm. Yoo, sakın para için olduğunu sanma evlâdım. Para her zaman kazanılabilir. Ama bu cüzdan yok mu, işte onun için çok üzülmüştüm. Beni ne çok memnun ettin, bilemezsin. Bu cüzdan, seneler evvel kaybettiğim anneciğimin, okuldan mezun olup, doktor çıktığım gün, içine helâl kazancımı koymam dileği ile verdiği cüzdandır. Senelerdir bu cüzdanı o dileği yerine getirerek kullanırım.
Ali’nin gözleri yaşarmıştı.
— Demek sizin de anneniz yok, doktor Amca..
— Evet evlâdım.. Ama bende o kadar çok ve güzel emanetleri var ki.. Hayatım boyunca onun çizdiği hayırlı yolda yürüdüm, muvaffa koldum. Yaptığım her doğru işte onun, benimle beraber olduğunu hissederim, inan. Doktor Amca ile bu ortak yanlarını duyan Ali coşkunlukla kendi annesini anlatmaya başladı. İkisi arasında tatlı bir muhabbet doğmuştu, sanki seneler sonra bir araya gelmiş iki eski dosttular..
Ali onu kendisine o kadar yakın hissediyordu ki,. Ondan hiç bir şey saklamamalıydı.. Cüzdanı ilk gördüğü an içinden geçen o kötü duyguyu, hattâ dün gece gördüğü rüyayı bil aynen anlattı.. Gözlerinden akmasına mani olamadığı yaşlar yüzünü, hayır, bütün günahını yıkamıştı sanki..
Oh, dünya vardı.. Ne kadar rahatlamıştı. Ali’yi büyük bîr dikkatle dinleyen doktorun yüzü tatlı bir gülümseme ile aydınlandı. Ayağa kalkara başını okşadı.
— Ne kadar güzel ,erdem sahibibir annen varmış. Kısacık ömründe sana en güzeli, en doğruyu öğretmiş. Nur içinde yatsın. Ne mutlu sana.. Ah, bütün anneler, çocuklarına güzeli ve doğruyu öğretmekte biraz daha gayret gösterseler...
Ve senin gibi Ali’ler bu memlekette daha çok, daha çok olsaydı..
Ali hayatından öyle memnundu ki, okul saatinin geldiğini öğrenince zorlukla kalktı. Müsaade istedi. Sık sık görüşmek için birbirlerine söz verdiler. Bir kuş kadar hafif, okuluna doğru yola çıktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.