- 408 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UYGARLIK KULESİNİN SUSKUN MİMARLARI
Öteden beri Sokrat’la Farabi’nin, Hegel’le Hayyam’ın, Ali Kuşçu’yla Aynştayn’ın, Garsiya Lorka’yla Aliye Hanım’ın "duruş akrabası" olduklarını düşünürüm. Onların her biri, farklı diyarların veya coğrafyaların çocuğudur. Irkları, dinleri, dilleri ve ülkeleri de ayrıdır onların. Ancak birbirinden tamamen farklı ve farkındalıklı olan bütün bu şahsiyetleri aynı platformda buluşturan “bir” özellik vardır; o da, gözlerinden dökülen “derin bakışlar”dır.
Derinlik globaldir. Irkı, rengi ve milliyeti yoktur. İnsan, derinliği nispetinde değerlidir. Dahası bu derinlik, aynen altın gibi diplerden damıtılıp gelen bir kıymettir. Bundan böyle insanın ve toprağın derinliklerinde nice kıymetli duygular, düşünceler, madenler ve cevherler vardır. Nasıl Meksika’da çıkan altınla, Sudan’da, Kanada’da, Rusya’da veya Anadolu’da çıkan altın “aynı” ise, yeryüzünün farklı zaman ve mekânlarında yaşamış veya yaşayan nice derin bakışlı insan da aynı familyanın huduttanımaz şahsiyetleridir. Tabii sadece bakıştan ibaret değildir bu şahsiyetlerde derin veya derinlikli olan… Düşünceler, görüşler, bilgiler, duygular, sevgiler, sezgiler, hissedişler... Daha neler ve neler... Genelde kafaları karınca yuvası kadar aktif ve faal, niyetleri bir peygamber kadar rindane ve içtenlikli, gözbebekleri karadelikler kadar koyu, içkin, gizemli ve yutucudur onların. Bütün bunların yanında gönülleri daha temiz, sözleri daha çelişkisiz, zihinleri daha duru, fikirleri daha açık, gayeleri daha özgündür.
Bakmayın onların bir kenara çekilmiş, silik, kendi içine kapanık gibi göründüklerine. İçleri dipsiz kuyular kadar derin, gönülleri kelebekler kadar narin, düşünceleri yıldızlar kadar parlak ve ışıltılıdır onların. Hep derin durur, derin bakar onlar. Deyim yerinde ise, aynı gökyüzünün, değişik ülkelerden görünen yıldız serpintilerini anımsatırlar. Kimi bilim insanı, kimi dâhiyane bir düşünür, kimi hayatı kolaylaştırmak için didinen bir mucit, kimi büyük bir sanatkâr, kimi yazar ve şair, kimi entelektüel ve aktivisttir bu şahsiyetlerin. Dahası onlar, sıra dışılığın sırdaşıdırlar. Hiç kimsenin gitmediği yerlere gider, hiç kimsenin görmediği yerleri görür, hiç kimsenin duymadığı sesleri işitirler. Hatta sadece bu kadarlıkla kalmazlar. Nice bilinmezi bilir, nice düşünülmezi düşünür, nice çözülmezi çözer onlar.
Sessiz zamanların dışı suskun içi coşkun dostları olan bu mümtaz simaların her biri, aynı zamanda beklentisiz birer uygarlık mimarıdır. Dahası onlar, insanlığın en büyük birikimi olan “Medeniyet” kulesinin önde gelen inşaat ustalarıdır. Onların uykusu cahillerin ibadetinden, attıkları tokat aymazların ninnisinden daha üstündür. Hatta aykırılıkları bile, bir zalimin karşısında, kalbi kırıklardan yana olmak kadar asil ve mübarektir onların. Her daim mazlumların, zayıf ve ezilmişlerin yanındadır onlar. Bundan böyle akıntıya kapılan bir taka için, deli bir rüzgârın karşısına kürek çekerek dikilmek, onları hazza boğan tavırlar cümlesindendir. Onlar, Hakkın ve haklının dışında kimsenin adamı veya kadını değildirler. Daha çok kendilerine mahsus, saf ve yapayalnız bir dünyaları vardır onların. Nicelerinin gündemi düğün düğün gezmekken, onların gündemi ise, insanlığın veya varlığın düğüm düğüm olmuş sorunlarını çözmektir. Menfaat, asla binilmemesi gereken, düşürücü bir menfi attır onlar için. Bundan böyle insanların neredeyse hemen hepsi sadece kendini düşünürken, onların tek önceliği kendilerinden başka her şeyi ve herkesi düşünmektir. Dahası, insanların çoğu kendileri için başkalarının canlarını okurken, onlar ise sürekli başkaları için kendi çağlarını okumanın çabası içindedirler.
Hâsılı derin bakmak, aynı zamanda aydınlanmak ve aydınlatmaktır. Aydın olmak ise, biraz anlaşılmaz olmaktır. Bundan böyle varlığa ve eşyaya derin bakanlar, “Anlaşılmaz Aydınlar” olmaya talip olanlardır. Aynen tırnak içerisine alınan başlığın altından, bir bardak su misali akıp giden şu dizelerde olduğu gibi:
“Hayat bir anlık/ Ama yüzyıllardır birbiriyle kavgalı/ Işıkla karanlık./ Ve insanlar üç kısım/ Aydınlar, ayılanlar, bir de gözleri açık mışıl mışıl uyuyanlar…/ Her aydın bir oyunbozandır/ Sevilmez pek katranımsı gecelerde/ Çünkü aydınlatır; arar, bulur, araştırır/ Karanlığa alışkın gözlere/ Çoğu zaman dokunur, rahatsızlık verir, kamaştırır…/ O aydındır, aydınlıktır/ Çaredir, mumdur, çıradır/ Ağlayana mendil, mazlumlara dildir/ Çöllere Dicle, kuraklığa Fırat’tır/ Avrupa’ya Tuna, Afrika’ya Nil’dir/ Kâh Biruni kâh Sokrat’tır/ Almandır, Çinlidir, Arabi’dir/ Karanlık çağı kapatan/ Aristo’dur, Farabi’dir/ Yıldız odur, ışık odur, kandil odur/ O Dekart’tır, Kant’tır, Galilo’dur…/ Yitirilmeden bir değerin/ Kıymetini kim anlar/ Gündüz anlaşılmaz/ Zira karanlıkların/ Görünmeyen güneşidir aydınlar.”
Yazar, yayıncı ve eğitimci Muaz Ergü, işte bu yeryüzü coğrafyasının derin kişiliklerini, dahası “Anlaşılmaz Aydınlar”ını bir araya getiren değerli bir dost. Geçtiğimiz şubat ayında piyasaya çıkan, Post Yayınevi tarafından basılıp dağıtılan “Derin Portreler” adlı eseriyle o, bizi; Cemil Meriç’ten Cahar Dudayev’e, Fahrettin Paşa’dan Malik El Şahbaz’a, Münir Nurettin’den Ömer Muhtar’a, Frantz Fanon’dan Turgut Cansever’e, Mehmet Akif Ersoy’dan Bilge Kral Aliya’ya, Ayşe Şasa’dan Raçhel Corrie’e, Alaattin Diker’den Vehbi Başer’e, Hasan Boynukara’dan Mustafa Everdi’ye uzanan çok sayıda yerli ve yabancı derin kişilikle tanıştırıyor. Birkaç ismin dışında neredeyse hemen her portrenin kısa ve özgün nitelemeli bir başlıkla ele alındığı bu şahsiyetler, Muaz dostun iç coğrafyasından süzülüp gelen çok anlamlı takdir ve değerlendirmelerle harmanlanıyor; benzerine az rastlanan duru, dolu ve doyurucu bir üslupla okuyucuya sunuluyor.
Kitabın sayfalarına daldıkça, yükte hafif pahada ağır deyimi geliyor aklıma. Kırmızı beyaz tonların hâkim olduğu iki kapak arasına; nice önemli şahsiyetin gizlerini, kişilik ve yaşamlarını sığdırmış sevgili Muaz. Diğer bir deyişle, kitapta cismen hoş bir hafiflikle beraber, görülmeyen ama hissedilen derin bir ağırlığın olduğu hemen fark ediliyor. Yerli yabancı, kadın erkek, sağ olan veya olmayan 85 kişinin öykülerinin, izlerinin, eserlerinin, yaşam ve yaptıklarının anlatıldığı bu kitabı, klasik biyografilerden ayıran en önemli özellik, adı geçen kişiler hakkında hiçbir kuru bilgiye yer verilmemesi; kişisel malumatın yanı sıra, çok yönlü analiz, saptama ve kritiklerle bezenmiş olmasıdır.
Kendisini tamamen kelimenin, sözün, dilin ve edebiyatın odağına yerleştirmiş; dahası tüm meleke ve yetilerini tamamen derin duygu ve düşüncelerin tefekkür kürüne veya yazı yazlığına hasretmiş bir mektep insanın kaleminden böylesi titiz bir çalışmayı okumak, keyifli olduğu kadar düşündürücüydü. Dahası, sosyal medyada ilk gördüğümde, kapağını sade olduğu kadar çekici bulduğum bu kitap; elime alıp okumaya başladığımda bir kapı kadar heybetli, altın kadar yumuşak, köy fırınından yeni çıkmış bir ekmek kadar doğal, lezzetli ve sıcak gelmişti bana.
Çok şeyler öğrendim, yepyeni yıldızlar keşfettim, bilmediğim ne çok önemli bilgi varmış dedim bu kitabı okuduktan sonra. Teşekkürler Muaz dost. “Derin Portreler” adlı kitabınızın hayırlı uğurlu, çok okunan ve sık sık aranıp sorulan bir başyapıt olmasını diliyorum. Bu büyük emek mahsulü çalışmanın, edebiyat tarihimizin kıymetli eserleri arasında yerini alacağına inanıyorum.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.