DEŞTİĞİN / TAŞTİGİN’E AİT BAZI AĞIZ KELİMELER ve DEYİMLER
NOTLAR:
1- Burada 900’e yakın kelime ve deyim mevcuttur.
2- Bu çalışma tam detaylı bir çalışma olmadığı için yörede kullanılan tüm ağız kelimeler mevcut değildir. Anlamından tam emin olunamayan bazı kelimelere ver verilmemiştir.
3- Sesletimi yapılırken uzatılarak söylenilen harflerin üzerine şapka “^” işareti kullanıldı. Alfabemizde mevcut olmayan ağız açık, geniz kapalı olarak çıkartılan “n-g” karışımı ses için ise “ŋ” simgesi kullanıldı.
4- Kullanılan ağız kelimelere baktığımızda günlük dilde kullandığımız bazı “k” ile başlayan kelimelerin “g” ile, bazı “t” ile başlayan kelimelerin de “d” ile seslendirildiği dikkati çekmektedir. Bu tür kelimelerin tamamı olmasa da bazılarına aşağıda yer verilmiştir.
5- Bu çalışma kusursuz değildir; çalışmanın içindeki bazı kelimelerin anlamlarında ve sesletimlerinde hata yapılmış olma ihtimali vardır.
6- Yazının tamamını okuyamıyorsanız veya yazı düzgün görüntülenmiyorsa aşağıdaki site adresinden bu yazıya ve daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz:
tastigin.wordpress.com/
A
Aba: Abla.
Accık, Acıcık: Azıcık.
Acık: Az, biraz.
Adı batasıca: Kızgınlık anında söylenen bir beddua.
Afat: Afet.
Ağa: Ağabey.
Ağdırma: Aşağı inme, ağır gelme.
Ağı: Zehir.
Ağıl: Yerleşim yeri dışında, genellikle küçükbaş hayvan (davar) barınağı olarak kullanılan yer.
Ağır daban: Ağır tabanlı, tembel, yavaş hareket eden, ağırcanlı.
Ağız dadı: Ağız tadı.
Ağız: Doğum yapmış hayvanın ilk dönem sütü.
Ağzını ayırmak: Saf saf bakmak.
Ahır: Yerleşim yerindeki büyük ve küçükbaş hayvan barınağı.
Ahraz: Dilsiz; sağır ve dilsiz.
Alabele: Alacalı, karışık renk.
Alalusul: Gelişigüzel.
Alarma: Kızarma; meyve veya sebzenin olgunlaşmaya başlaması, alalanması.
Alasulu: Yeni olmaya başlamış meyve; tam pişmemiş.
Alav: Alev.
Albastı: Doğum sonrası kadınlarda görülen hastalık.
Alma: Elma.
Âmân takmak: Eksik, kusur, ayıp ithaf ederek isim takmak; lakap takmak.
Âmân: Kusur, eksik, ayıp.
Amanıŋ!: Amanın; korku, dehşet, hayret, üzüntü, sevinç bildiren ünlem.
Ana: Anne.
Anaç: Analaşmış; iyi cins damızlık; kartlaşmış, irileşmiş.
Analık: Üvey anne.
Andaval: Aptal, ahmak, bön, avanak.
Aŋ: Tarla sınırı.
Aŋız: Anız, bitkiler veya ağaçlar kesildikten sonra kalan kök kısım.
Apalama: Bebeğin elleri ve ayakları üzerinde yürüme aşaması, emekleme.
Arakçın: Eski düğünlerde duvak yapımında kullanılan ve gelinin başına takılan (dar kenarı ortada birleşmiş konik silindir şeklinde) yüksek başlık.
Arbılmak: Birinin üstüne abanmak.
Arı buğdey: İçinde yabancı buğday bulunmayan; iyi cins buğday.
Âsak: Aksak, hafifçe topallayan.
Asfinik: Naftalin.
Asır ev: Yer ev.
Aş: Bulgur pilavının yoğurt ve suyla karıştırılması; yemek.
Âşam: Akşam.
Aşlamak: Katmak, eklemek, karıştırmak, birleştirmek. (Sıvılar için)
Aşmak: Açmak; erkek hayvanın dişisi ile çiftleşmesi.
Aşna fişne: Sıcak, samimi dostluk; sıkı fıkı olmak; gizlice sevişen.
Atkı: Saman atmakta kullanılan büyük ahşap dirgen.
Avıtmak: Avutmak; oyalamak.
Avud, Avırt, Avurt: Ağız boşluğunun yanaklara gelen kısmı.
Avurdunu yırtmak: Ağzını yırtmak.
Avuş, Avuç: Elin iç kısmı.
Ayâ kesilmek: Gelmemek, uğramamak.
Ayağaltı: Ayakaltı, ortalık yer.
Ayaz vurma: Ürünün soğuktan donması.
Ayıpsamak: Ayıplamak, ayıp saymak.
Ayıtlamak: Ayıklamak.
Âzı cıvık: Boşboğaz, geveze, sulu.
Âzı pis, Âzı bozuk: Küfürlü konuşan.
Âzı: Ağzı.
Azınsımak: Az görmek.
B
Badılcan: Patlıcan.
Bahalı: Pahalı.
Baharın: Baharda.
Bakraç: Tencereden uzun, saplı, metal kap.
Barak: Karışık, karma karışık, birbirine girmiş, dağınık.
Barmag, Barnag: Parmak.
Basıra, Basra: Bitkilerde ve ağaçlarda hastalık meydana getiren küçük böcek.
Başı göğe ermek: Ulaşılmaz yerlere ulaşmak. (Örneğin olumsuz bir şey yapıldığında: “Başın göğe mi erdi?”)
Başına gakmak: Başına kakmak, yüzüne vurmak.
Başında ot bitmek: Türlü belaların gelmesi, başına gelmeyen kalmaması. (Örn.: “Başında ot bitsin!” bir ilenme.)
Batma: Büyük ve küçükbaş hayvanlara mahsus yemlik.
Belerme: Ortaya çıkma, belirme.
Belertme: Gözlerin akı daha çok çıkacak şekilde gözü açma, kızgınca bakma. (Örn.: Gözünü belertmek.)
Belkim: Belki.
Belleme: Öğrenme; bel ile toprağı alt üst etme.
Bellik goma: İşaret koyma.
Bellik: İşaret.
Beri: Yakına; yakında olan; (belirtilen olaydan, tarihten) buyana, itibaren.
Beribeter: Çok beter, çok fena.
Beride: Yakında.
Bêzirme: Hamurun kalın şekilde açılıp saçta pişirilmiş hali, bazlama.
Bıçgı: Testere.
Bi de: Bir de.
Bi dene: Bir tane; eşsiz.
Bi hoş: Bir hoş.
Bidâ: Bir daha.
Bidünya: Birçok.
Bilerzik: Bilezik.
Bişgin: Pişkin.
Bişi: Özel aylarda, bayramlarda, ölüm sonrasında hamurun yağda pişirilmesiyle yapılan ve dağıtılan yağlı ekmek.
Bişirgeç: Sac üzerindeki yufkayı çevirmekte kullanılan, kılıç şeklindeki düz, ince tahta araç.
Bişme: Pişme; biçme.
Bôça: Bohça; çeyiz.
Boduk: Tombul.
Boğasak tutmak: Boğa ile ineğin çiftleşme döneminde yaptıkları koşuşturmalar.
Boğasak: Büyükbaş hayvanın (ineğin) çiftleşme dönemine girmesi ve bu döneme yönelik bazı işaretler sergilemesi.
Boğcalamak: Birisine boğacak şekilde davranma, hırpalama, oynama.
Boranı: Ispanak ve yoğurtla yapılan bir yemek.
Boşanma: Ayrılma, kurtulma, bağı çözülme, hayvanın bağından kurtulması.
Boyunduruk: Çift sürerken öküzlerin birlikte hareket etmesi için boyunlarına bağlanan tahta bağ.
Böcü: Böcek.
Bö̂çe vurmak: Yeşil fasulyenin bütün olarak haşlanması.
Bö̂çe: Fasulye.
Bödek: Havuç.
Böğreg, Bö̂reg: Böbrek.
Böle: Böyle.
Bölemek: Bulamak, bulaştırmak.
Böleştirmek: Bulaştırmak.
Bön bön bakmak: Aptal aptal bakmak.
Börtme: Tam pişmeyip hafifçe kızarma, alasulu kalma; mecazi anlamda ellerin, yüzün veya bitkinin soğuktan yanması.
Börttürmek: Tam pişirmeyip ala sulu bırakmak.
Börtü böcek: Böcek, akrep, çıyan, örümcek vs.
Bö̂rüm: Böğrüm.
Böyemek: Suyun önüne bent yapıp toplanmasını sağlamak.
Böyenme: Su birikmesi.
Böyet: Su birikintisi, gölet.
Böyük: Büyük.
Böyün: Bugün.
Buba: Baba.
Buğdey: Buğday.
Bulamaç: Bir tür yemek; hayvanlara verilen sulu yem; mecazi anlamda karışık.
Bulamak: Karmak, karıştırmak; kaplamak; bulandırmak.
Buŋar: Pınar.
Burgmak: Ağrımak, sancımak. (Örn.: Karnım burgdu.); bürkmek.
Buymak: Donmak, üşümek.
Bücük: Buzağı.
Bükemeç: Büküm; dönemeç, viraj.
Bülüş: Piliç, civciv.
C
Cafcaflı: Gösterişli.
Cağıltı: Çağıltı, çağlama, gürültü, su gürültüsü.
Canavar: Kurt; hayali vahşi hayvan.
Cavır, Cavur: Gâvur.
Cay: Naz, eda.
Caylanma: Nazlanma.
Cıbıldak: Çıplak.
Cıdırık: Çok az, azıcık.
Cılga: İnce, dar yol.
Cılk, Cılık: Bozulmuş yumurta.
Cıngırak: Çıngırak; çıngırdak.
Cıngırdak: Çıngırtı çıkaran bebek oyuncağı.
Cıplak: Çıplak.
Cırmık: Tırmıklama, tırmık.
Cırmıklamak, Cırmalamak: Tırmalamak.
Cırtlak: Kulağa hoş gelmeyen ses.
Cıs: Çocukları ateşten korkutmak için söylenen kelime.
Cıscıbıldak: Çırılçıplak.
Cıvcık, Cıvık: Laubali, sulu.
Cıvdırma: Coşma; delirme; sevinçten delirecek gibi olma, havalara uçma; ağaçların hızla boy atması.
Cıvgın: Ağaçların verdikleri yeni sürgün, filiz.
Cıvımak: Laubalileşmek, sululaşmak; herhangi bir şeyin kendini salması, yumuşaması, cıvıklaşması.
Cıvlamak: Fırlayıp çıkmak; havada hızla geçen cismin çıkardığı ses.
Cıvma: Fışkırma, filiz atma.
Cızgı: Çizgi.
Cızı, Cizi: Çizi; karık.
Cızık, Cizik: Çizik.
Cızıyı geçmek: Karığı veya tarla sınırını geçmek.
Cızmak, Cizmek: Çizmek.
Cicavuk: Yenilebilir bir çeşit ot.
Cimciklemek, Cimcik atmak: Çimdiklemek.
Cinne: Kıvılcım.
Cizme: Çizme; dizme; bot.
Cozutmak: Yoldan çıkmak; delirmek, aklını oynatmak, dengesizleşmek, tozutmak.
Ç
Çabık: Çabuk.
Çakıldaklı: (Çakıllı) pis, kirli, dağınık.
Çalacak: Yoğurt mayası.
Çalgı: Çalıdan yapılmış, kaba, bahçe süpürgesi.
Çamır: Çamur.
Çapar: Çok aşırı sarışın ve renkli gözlü olan insan.
Çapıt: Eski bez parçası, çaput.
Çayan: Kırkayak, çıyan.
Çelebi: Gelinin kayın akrabalarından kendinden küçük erkeklere hitap kelimesi, kayınbirader.
Çelenk: Evin saçağı.
Çember: Başörtüsü, eşarp.
Çente, Çanta: Taşıma kabı.
Çentmek: Yamultmak; şiddetli dayak atmak, ağzını burnunu kırmak.
Çepel: Çör çöp, küçük çöp.
Çepelli: Çer çöp karışmış.
Çevirgeç: Sac üzerindeki yufkayı çevirmekte kullanılan, kılıç şeklindeki düz, ince tahta araç.
Çevre: Mendil.
Çezme: Çözme.
Çıbık, Çubuk: İnce dal parçası.
Çığırma: Çağırma.
Çığrı: Çağrı.
Çıkı: Küçük bohça, çıkın.
Çıkla: Katıksız, sade.
Çıtlak, Çitlek: Çekirdek, ayçekirdeği.
Çikin: Çirkin.
Çilane gibi: Tertemiz olma durumu.
Çinnemek: Çiğnemek.
Çintmek: Ovalamak, sürtmek, çitilemek.
Çitme: Hayvan tekmesi, çifte.
Çöğür: Ağaç fidanı.
Çömcüklemek: Kaşık gibi yapılmış yufka ile yemeği yemek.
Çullu guduz: Elbisesi yırtık pırtık gezen (kimse).
D
Daban: Taban.
Dabanca: Tabanca.
Dadanmak: Alışmak, alışkanlık haline getirmek.
Dağlama: Kızgın demirle yakma işlemi; mecazi anlamda yürek acısı.
Daklaşmak: Takışmak, inatlaşmak.
Dakma: Takma.
Dalamak: Isırmak. (Köpek, ısırgan, diken gibi şeyler için kullanılabilir.)
Dallamak: Bir şeyin ağırlığını anlamak veya alıp atmak için kaldırmak.
Damarı bozuk: Soysuz, kişiliksiz, ahlaksız.
Dandun konuşma: Kaba ve düşünmeden konuşma.
Dangırtı: Gürültü.
Dangurdungur: Kaba ve düşünmeden (konuşma); paldır küldür (düşme).
Dank etmek: Akla gelmek, anlamak.
Darak: Tarak.
Daralma: Sıkışma; maddi sıkıntıya düşme.
Daraşlık: Dar, sıkıntılı (yer).
Darıkmak: Nefesi kesilmek.
Darlanmak, daralmak: Bunalmak, canı sıkılmak; maddi olarak sıkışmak.
Darmadolaş: Karmakarışık; dağınık dolaşık.
Darpadak: Birden bire, hemen.
Dartı: Tartı.
Daş: Taş.
Daşımak: Taşımak.
Daşlık: Kanatlı hayvanların midesi, taşlık.
Daşmak: Taşmak.
Datlı: Tatlı.
Davar: Koyun veya keçi topluluğu.
Daybıldaybıl yürüme: Yürümeye yeni başlamış çocuğun acemi yürüme şekli.
Dê mi: Değil mi?
Deişme, Deyişme: Değişme.
Dek gelmek: Denk gelmek, rast gelmek; uygun gelmek.
Deklemek, denklemek: Denk getirmek; denkleştirmek, ayarlamak; nişan almak.
Dêl, Deil: Değil.
Dellâl çığırmak: Duyuru, anons.
Dêmen: Değirmen.
Demre: Bir deri hastalığı.
Dene: Tane.
Depe: Tepe.
Depek: Sapık. (Örn.: Deli misin, depek misin: Deli misin sapık mısın?)
Depeleme: Tepeleme, iyice doldurma.
Depemize çıktı: Çok şımardı.
Depinme: Tepinme.
Depişmek: Tepişmek.
Depme: Tekme.
Depmeleme: Tekmeleme.
Deşirmek: Devşirmek, toplamak.
Deyinme: Söylenme.
Dêze: Teyze.
Dıkaç: Tıkaç.
Dıkamak: Tıkamak.
Dıkınmak: Tıkınmak.
Dıkıştırmak: Tıkıştırmak; sokuşturmak.
Dıkma: Tıkma.
Dımdızlak: Hiçbir şeysiz.
Dıngıra: Telli sazlar.
Dıngırdatma: Tıngırdatma.
Dıngırtı: Saz sesi; gürültü.
Dırmık: Tırmık.
Dırnak: Tırnak.
Didek: Gaga.
Dideklemek: Gagalamak.
Didirme, Diydirme, Diğdirme: Sıvının hızla fışkırması; (küçük çocuk için) işeme.
Didmek: Dağıtmak, birbirinden lif lif ayırmak.
Diğrek: Dik; diri; dinç.
Diğrelmek: Doğrulmak.
Dilik: Yarık; dilinmiş.
Dilki: Tilki.
Dinelme: Dikilme.
Dinnetme: Dinletme.
Diŋelmek: Ayakta durmak, dik durmak, dikilmek.
Dipi: Kar fırtınası.
Diremek: Bir şeye destek olması için dayamak; inat ve ısrar etmek; karşı koymak.
Direşmek: Dayanmak, direnç göstermek; inatlaşmak.
Dirgen: Saman veya ot almak için kullanılan çoklu demir çatal.
Diydirmek: (Su ve diğer sıvılar için) ileriye doğru fışkırmak.
Doğuca: Hayvanlarda soğuk almaktan, terli ve yorgunken su içmekten ileri gelen hastalık.
Doğucaya garmak: Doğuca hastalığına yakalanmak.
Dokanmak: Dokunmak.
Dolama: Bir çeşit hayvan hastalığı.
Dolamaş: Dönemeç.
Domuşmak: Somurtmak.
Domuşuk: Asık suratlı.
Dôrû: Doğru.
Dorum: Fidan olmaktan çıkmış, fakat gelişmesini tam tamamlamamış genç çam ağacı.
Dömbelek: Darbuka.
Dönderme: Döndürme.
Dörtmek: Ekmeğe yoğurt, reçel, yağ gibi şeyler sürmek.
Döven: Çeşitli kabuklu bitkileri tanelerinden ayırmak için kullanılan, düz tahta şeklinde olan ve altında çok sayıda kesici taş olan tarım aleti.
Dövüşgen: Dövüşken, kavgacı.
Duluk: Yüzün ağız içinden şişirilebilen kısmı, yanak.
Dutamak: Tutamak; tutunacak, dayanacak kimse veya nesne.
Dutcak, Dutacak: Sıcak tava, tencere gibi şeyleri tutmakta kullanılan bez, tutamaç.
Dutma: Tutma.
Duz: Tuz.
Düğü: İnce bulgur.
Dünek: Tünek; kümes.
Dürge: Dürülmüş belli sayıdaki yufka ekmeği.
Düşleşme: Üzerine düşmek, ona ilgi alaka göstermek; elden ayaktan düşme.
E
Ebe: Anaanne veya babaanne; çocuğu doğurtan kişi.
Ebinme: Kendini taşıtmak için başkasının sırtına sarılma, binme.
Ebişme: Çocuğun sırta alınması veya sırtta taşınması; kendini taşıtmak için sırta sarılma, binme.
Edik: Patik.
Edirtmek: Çoğaltmak; türetmek; bir sözü çoğaltmak, uzatmak, tekrar etmek.
Eğirme: Kendi etrafında çevirme, burma. (Örn.: Yün eğirme, gibi.)
Eğirmeç: Yünü bükerek ip haline getirmekte kullanılan alet; kirmen.
Eğlemek: Durdurmak, frenlemek.
Ekiz: İkiz.
Elcek: Eldiven.
Êleşmek: Eğleşmek.
Ellemek: Dokunmak; mecazi anlamda cinsel ilişkide bulunmak.
Elleşmek: Ağır bir yükü (çuvalı) kaldırmak için birisi ile el ele tutuşmak.
Embel değneği: Baston.
Emcik: Emzik; meme.
Emeği yağlı olmak: Emeğin fazlasını alma temennisi. (Örn.: “Emeğin yağlı olsun”)
Emenmek: Çok fazla emek vermek, çalışmak; özenmek, imrenmek.
Emmi: Amca.
Emmioğlu: Amcaoğlu.
Emsiz: Çalışmayı sevmeyen (emeksiz), uyuşuk, tembel.
Ênel tutmak: Bir sıraya girip karşı hizasındaki yerde iş yapmak.
Ênel, Eğnel: Tarlada çalışan işçilerin düzenli bir sıraya girdikten sonra her bir işçinin karşı hizasındaki yer veya çizgi sırası.
Enik: Köpek yavrusu.
Enikleme: Yavrulama.
Êreti: Eğreti; bir işin gelişi güzel yapılması; geçici, emanet.
Êri: Eğri.
Eringen, Eringeç, Erincek: Üşengeç, tembel.
Esbab: Elbise.
Êsi: Yarı yanmış odun parçası.
Êsik etek: Eksik etek; kadınları yetersiz gören, küçümseyen, cinsiyetçi bir yaklaşım.
Êsik: Eksik.
Êsilme: Eksilme.
Eski: Bebek bezi.
Essah: Sahiden, hakikaten, gerçekten.
Êşi: Ekşi.
Ettoprak: Yumuşak, verimli toprak.
Evciman: Evcimen; evine bağlı; ev işlerinde becerikli (kadın).
Evermek: Evlendirmek.
Evmek: Acele etmek.
Evselemek: El yordamıyla yoklamak.
Evtikleme, Eftiklemek: Telaşlanmak, acele etmek; azıcık korkmak, heyecanlanmak, heyecandan kıvranmak, panikleme.
Evzinmek: Oyalanmak.
Eye kemiği: Kaburga kemiği.
Eyi: İyi.
Eyitme: Eğitme.
F
Farımak: Yaşlanmak, yıpranmak, güçten düşmek.
Fer: Güç, kuvvet, takat, enerji.
Fersiz: Güçsüz.
Fırkatlanma: Birden sıkıntı basması.
Fırtma: Herhangi bir şeyin yerinden oynaması, çıkması; kurtulma; kaçma.
Fışgı: Tezek, hayvan gübresi.
Fıymak: Kaçmak.
Fızlı: Hızlı.
Fink atmak: Boş gezme; etrafında dört dönmek, koşuşturmak.
Finnarı: Ulaşılması zor olan en uzak yer. (Finnarında: Çok uzakta. Finnarına git: Ulaşılmaz, en uzak yere git.)
Fiske: Üç parmak arasında tutulabilen miktar; tohumluk küçük soğan, arpacık soğanı; parmakla yapılan vuruş.
Fişeklemek: Dolduruşa getirmek, kışkırtmak.
Fişne: Vişne.
G
Gaba: Kaba.
Gabak: Kabak.
Gabarmak: Kabarmak; kasılmak.
Gabık, Gabuk: Kabuk.
Gabir: Kabir, mezar.
Gaçırmak: Kaçırmak.
Gadar: Kadar.
Gafa ütülemek: Boş, gereksiz konuşmalarla rahatsız etmek; baş ağrıtmak.
Gakalamak: Kakalamak.
Gakışmak: Kakışmak.
Gaklamak: Kurutmak için meyveyi çizmek, dilimlemek. (Örn.: Erik gaklamak, elma gaklamak gibi.)
Gakmak: Kakmak.
Gaksımak: Yemeğin (bulgur yemeğinin) bozulma hâli.
Galak: Şapka siperliği.
Galan: Kalan.
Galbur: Kalbur.
Gâle almak: Kâle almak, dikkate almak.
Galgımak: Hoplamak, zıplamak; oynamak.
Galın: Kalın.
Galkma: Kalkma.
Galmak: Kalmak.
Gamaşık: Kamaşık; sarışın olan ve güneş ışığından rahatsız olup gözünü kısan kişi.
Gamaşmak: Kamaşmak.
Gambur: Kambur.
Gamıt gibi: Somurtkan.
Gan: Kan.
Ganal, Ganel: Kanal.
Ganat: Kanat.
Gancık: Kancık; hayvanın dişisi; argo anlamda hileci, kalleş, kahpe.
Ganere gibi: Hızlı ve doymak bilmez bir şekilde yemek; hızlı ve iştahlı hareket etmek, çalışmak.
Gânı: Kağnı.
Ganırtmak: Kanırtmak.
Ganma: Kanma.
Ganmak: Kanmak.
Gap: Kap.
Gapak: Kapak.
Gar: Kar.
Gara çalmak: Kara çalmak, iftira etmek.
Garagavuk: Yenilebilen bir tür ot.
Garaltı: Karaltı.
Garanlık: Karanlık.
Garartı: Karartı.
Garatavuk: Bir kuş cinsi.
Garık: Yarık açılarak yapılmış, suyu ileri taşımakta kullanılan küçük su kanalı, oluk; tarlada, bahçede bitkileri sulamak için açılmış hendek, suyolu.
Garıklama: Bitkiler için suyolu açma, toprağa yarık açma işlemi; yarıklama.
Garımak: Yaşlanmak, ihtiyarlamak (kadın için).
Garışma: Karışma.
Gâri: Artık, daha, bundan böyle.
Garma: Karma; bir hastalığa yakalanma.
Garman çorman: Karmakarışık.
Gart: Kart.
Gartlama, Gartalma: Yaşlanma; yenme zamanı geçmiş, sertleşmiş, taze olmayan.
Gasalak: Kasılan, övünen, reklam yapan kişi.
Gasalmak, Gasalamak: Kasılmak; övünmek; reklamını yapmak.
Gasılmak: Kasılmak; böbürlenmek.
Gaşık: Kaşık.
Gaşma: Kaçma.
Gavak: Kavak.
Gâvâne: Kahvehane.
Gâve: Kahve.
Gavete: Domates.
Gavlamak: Kavlamak; tutuşmak; güneşten derinin yanması, soyulması.
Gavlatmak: Kavlatmak; tutuşturmak.
Gavlı: Yüksek ateşli.
Gavramak: Kavramak; tutmak; anlamak; sarmak; köpek saldırısı.
Gavşak: Başak; fasulye, termiye, buğday gibi bitkilerin başağı.
Gavurga: Ateşte kavrulmuş buğday.
Gavurma: Kavurma.
Gavut: Ezilmiş haşhaş.
Gaygısız: Kaygısız.
Gayık: Kayık.
Gayılma: Kayılma, yığılma.
Gayın: Kayın.
Gayınna, Gaynana: Kaynana, kayınvalide.
Gayırmak: Kayırmak.
Gayış: Kayış.
Gaykılmak: Kaykılmak.
Gaymak: Kaymak.
Gaynana/Gayınna dili: Yassı, dikenli, dile benzer bir kaktüs çeşidi.
Gaynata: Kayınata, kayınbaba.
Gaynatma: Kaynatma.
Gayrak taşı: Bileği taşı.
Gayrak: Yassı, düz, kaygan taş; bileği taşı; mecazi anlamda düzgün, kaygan, pürüzsüz.
Gazan: Kazan.
Gazel: Yere dökülmüş kuru ağaç yaprakları; kabuklu bitkilerin (örn. fasulye) içi alındıktan sonraki kalan kurumuş kısımları, kabukları.
Gazıma: Kazıma.
Gellaba: (Gelinaba) gelinabla, yenge.
Geme dişli: Ön dişleri büyük olan (kimse).
Gemirme: Kemirme.
Gemrik: Kemirilmiş, kemirilip bırakılan meyve vb. artık.
Gencelmek: Gençleşmek.
Gerneşmek: Gerinmek.
Get: Git.
Getme: Gitme.
Geycek: Giyecek.
Geymek: Giymek.
Geyrek: Kasık.
Gı: Kadınlar arasında konuşmalarda “gız” anlamında kullanılan bir seslenme, hitap.
Gıcırnak, Gıcırdak: Tahterevalli, oyun aracı.
Gıl ilan: (Kıl yılan) sinsi, hinlik peşinde koşan.
Gılibik: Kılıbık.
Gımıldamak: Kımıldamak,
Gımılgımıl: Kımıl kımıl, yavaş yavaş.
Gımranmak: Kıvranmak.
Gına: Kına.
Gınamak: Kınamak.
Gıpırdak: Eli, kolu, omzu veya vücudunun herhangi bir yeri sıklıkla oynayan; kıpırdak.
Gıpırdamak: Kıpırdamak.
Gıpranmak: Kıpranmak.
Gırâ: Kırağı.
Gıraç: Kıraç.
Gıran: Kıran, öldürücü salgın hastalık.
Gırbaş: Saçına kır düşmüş (kimse), kır başlı.
Gırçın: Kalın ve sert gövdeli bitkilerin (ekin gibi) sap tarafı.
Gırçma: Biçme, kırçma; dipten kesmeme.
Gırık: Kırık.
Gırıklı: Kırığı (gayri meşru ilişkisi) olan kadın.
Gırıntı: Çam ağaçlarının kurumuş, kırılmış dalları; yakacak için alınmış çam ağacının ince dalları; kurutulmuş yufka ekmeği; dökülmüş ekmek parçaları.
Gırışık: Kırışık.
Gırıştırmak: Kırıştırmak.
Gırklık: Koyun tüylerini veya keçi kıllarını kırkmaya yarayan bir çeşit makas.
Gırkma: Kırkma.
Gırlaşmak, Gırarmak: Kırlaşmak.
Gırma: Kırma; bir çeşit av tüfeği.
Gırmızı: Kırmızı.
Gırnata: Klarnet.
Gırpık: Kırpık.
Gırpmak: Kırkmak.
Gıs gıs: Kıs kıs (gülmek için); köpekleri saldırtma talimatı.
Gısdırgaç: Ataç vb. alet, kıstırgaç.
Gısgaç: Kıskaç.
Gısgıslamak: Köpekleri saldırtmak için “dut gıs gıs” talimatıyla seslenmek.
Gısır: Kısır.
Gısmak: Kısmak.
Gısmı: Kısmı. (Örn.: Gızgısmı…)
Gış: Kış.
Gıvıl gıvıl: Topluca hareket eden solucan, kurtçuk vb. canlı hareketleri.
Gıvıldama: Solucan, kurtçuk vb. canlının hareket etmesi.
Gıvrak: Kıvrak.
Gıvrandırmak: Kıvrandırmak.
Gıvraştı: Kıvrandı.
Gıvraştırmak: Kıvrandırmak.
Gıvratmak: (Kıvratmak) kıvrandırmak.
Gıvrışık: Kırışık.
Gıvrışma: (Kıvrışma) kırışma.
Gıvrıştırmak: (Kıvrıştırmak) kırıştırmak.
Gıymak: Kıymak.
Gıymık: Kıymık.
Gıynaşık bırakmak: Az açık, aralık bırakmak.
Gıynaştırmak: Kapı veya pencereyi az açmak, aralamak.
Gız: Kız.
Gızarma: Kızarma.
Gidişmek: Kaşınmak.
Gine: Yine.
Girişgin, Girişik: Girişken.
Gocunmak: Rahatsız olmak, alınmak.
Gokma: Kokma.
Golcak: Kolçak.
Gomşu: Komşu.
Gonugomşu: Konu komşu; komşular, etraftakiler.
Gor: Kor, köz; bırakır.
Gorkma: Korkma.
Goru, Goruluk: Kümeli şekilde olan çam ormanı.
Gosdakgosdak yürüme: Havalı yürüme şekli.
Gosgoca: Koskoca.
Goşma: Koşma.
Gova: Kova.
Govcu: Dedikoducu.
Govculuk: Dedikoduculuk.
Govuk: Kovuk.
Goyu: Koyu.
Goyulma: Koyulma.
Gozalak: Kozalak.
Göçürme, Aktarma: Sebze fidanını yerinden söküp başka bir yere dikme.
Gödek, Güdük: Kısa boylu.
Göğerçile: Küf.
Göğerme: Sebze ve meyvelerin yeşillenmesi, yeşermesi; vücudun bir yerinin morarması; ortalığın aydınlanması; küflenme.
Göğerti: Yeşillik, yeşerti.
Gök: Mavi; olgunlaşmamış, yeşil.
Gökgörmedik: Çok görgüsüz, sonradan görme; aç gözlü, obur.
Gökgözlü: Mavi veya yeşil gözlü.
Gölle: Kaynatılmış buğday.
Gömbe: Fırında yapılan yağlı, haşhaşlı kalın ekmek, kömbe.
Gömgök: Koyu mavi, masmavi; hiç olgunlaşmamış; capcanlı, yemyeşil.
Gönenmek: Bolluk, rahat, mutluluk ve huzur içinde yaşamak. (Örn.: “Gönenmesin, emi!” Bir beddua.)
Gönül gomak: Gönül koymak.
Gönüllemek: Gönlünü almak.
Gönünü almak: Gönlünü almak.
Göreslemek, Göresi gelmek: Göreceği gelmek, özlemek.
Görpe: Yeni doğmuş koyun veya keçi yavrusu; taze.
Görpeleme: Koyun veya keçinin yavrulaması.
Görükmek: Gözükmek. (Görüktü: Gözüktü.)
Göv: Gökyüzü.
Gövelek tutmak: Büyükbaş hayvanları rahatsız eden bir çeşit sineğin ısırması sonucu hayvanların sergiledikleri anormal hareketler, koşuşturmalar.
Gövelek: Kelebek.
Gövercin: Güvercin.
Gubarma: Herhangi bir şeyin kabarması, şişmesi; başarı, zenginlik, gurur gibi şeylerden dolayı kasılma; böbürlenme.
Guburlanmak: Kibirlenmek, kasılmak, böbürlenmek, büyüklenmek, havalanmak, hava atmak, çalım satmak.
Gubuz: Kibirli, inatçı, uyuz gibi anlamlar içeren bir kelime.
Guduz: Kuduz.
Gulp: Kulp.
Guluç, Gulunç: Kulunç.
Gumar: Kumar.
Gurdalamak: (Kurdalamak) kurcalamak.
Gurka yatmak: Kuluçkaya yatmak.
Gurna: Kurna.
Gursak: Kanatlı hayvan midesi.
Gurt: Kurt; solucan.
Guş: Kuş.
Guşanma: Kuşanma.
Guşluk: Kuşluk.
Gutni: Kutni, sarı, kırmızı, yeşil, mavi renkli çizgilerden oluşan ve eskiden giyilen kıyafetin ismi.
Guvvatlı, Guvvetli: Kuvvetli.
Guyruk: Kuyruk.
Guyu: Kuyu.
Guzugulağı: Yenilebilen, eksi bir bitki.
Güccük: Küçük.
Güdük: Kısa boylu.
Güldüredek: Duvar vb. şeylerin ansızın ani hareketi, yıkılmasını anlatır.
Güleşmek: Güreşmek.
Gümbüradak: Gümbürtüyle, aniden.
Gün ışıması: Güneşin etrafı aydınlatması.
Günaşık: Ayçekirdeği.
Gündüz gözü: Gündüz vakti, gündüz iken.
Güneyik: Yenilebilir bir çeşit ot.
Güpürdemek: Gürültü yapmak.
Güvê: Damat, güvei.
Güz: Sonbahar.
H
Habire: Ara vermeden, sürekli olarak, devamlı.
Hakırhakır: Kahkahayla gülmeyi anlatır.
Halberi: Nispeten, orta halli.
Hamur gatma: Hamur ilavesi yapma.
Hamur teknesi: Hamurun yoğrulduğu büyük kap.
Haney: Evlerde alt katta bulunan geniş alan.
Hapas: Avuç dolusu.
Harıl harıl: Bol bol; coşkun, coşkulu; harıltıyla.
Hê: Evet anlamında.
Hê ya: Evet, öyle.
Hêbê: Heybe.
Helke: Kova.
Herif: Koca, adam.
Hersiz: Çekemeyen, kıskanç, fesat, doymak bilmeyen.
Hımbıl: Uyuşuk, pısırık (kimse).
Honça: Oğlan evinden kız evine giden nişan hediyesi.
Hoppa: Ağırbaşlı olmayan, oynak.
Hora geçme: Makbule geçme.
Horata: Şaka, takılma.
Hönkürmek: Şiddetli bir şekilde burun temizleme.
Hulku daralma: Ruhu daralma, içine sıkıntı basma. (Örn.: Hulkum daraldı.)
I
Iğraşma: Kıpırdaşma, hareketlenme, kıprama.
Iğratmak: Hareket ettirmek.
Iğşalamak, Işalamak: Sallamak, silkmek.
Ikılama: Güç bir işi zorlanarak yaparken çıkan ses, ıhlama.
Imbık: İbrik.
Imık: Ilık.
Irbık: İbrik.
Irgat: İşçi.
İ
İbik: Tavukların, horozların başlarındaki yumuşak doku.
İcicik: Azıcık.
İcik: Az, biraz.
İçine dammak: Sezmek, hissetmek, aklına gelmek. (Örn.: İçime damdı.)
İlabada: Yemeği yapılan bir çeşit ot.
İlânâ: Lahana.
İleen: Leğen.
İlenç: Beddua.
İlenme: Beddua etme.
İleş: leş.
İlime: Yapılan bir şeyin içe sinmesi. (Örn.: İçime ilimedi: İçime sinmedi.)
İlişme: Musallat olma, bulaşma; sarkıntılık etme.
İmbiz: Hayvan kontrol etmekte kullanılan üvendirenin ucuna çakılan küçük çivi.
İmbizlemek: Dürtmek, kakmak.
İnne: İğne.
İŋez, İnez: Mızmızlanan, çıtkırıldım, mıymıntı, uyuz (kimse).
İpburnu: Kuşburnu.
İrezil: Rezil.
İrkme: Biriktirme; ürkme.
İtdirsê: Göz kapağı kenarında çıkan sivilce.
İzbandut: İriyarı, korkunç görünümlü.
K
Karşısına dikelmek: Karşısına dikilmek.
Kebit gibi: Sertleşmiş.
Kekeç: Kekeme.
Kelermek: Kelleşmek.
Keraat: Kerahet; aşağılık, pislik (insan).
Kertme: Yontma.
Kesek: Bel, kazma, pulluk vb. aletler tarafından toprak işlenirken çıkan sert ve iri toprak parçası.
Keseneye vermek: Pazarlığı toptan yapılan iş, götürü; belli bir bedel karşılığı anlaşıp götürü usulü iş verme, kiraya verme.
Keşik: Sıra.
Kışalamak: Kanatlı hayvanları “kişa!” diyerek kovalama.
Kihkih gülmek: Kıkırdayarak gülmek, kıs kıs gülmek.
Köken: Patates, fiğ gibi bitkilerin toprak üstündeki gövdesi, dalları, yaprakları.
Kör duman: Yoğun duman; yoğun sis.
Körlemek: Kötülemek, küçümsemek.
Körsük, Körsü: Köstebek.
Köstek kesmek: Yürümeye yeni başlayan çocuğun doğru yürümesi, düşüp kendine zarar vermemesi için iki ayağı arasına bağlanan ipin belli bir tören çerçevesinde kesilmesi âdeti. Köstek kesilmediğinde çocuğun düzgün yürüyemeyeceğine, düşüp kendine zarar vereceğine inanılmakta. Köstek kesmek, Orta Asya’dan gelen bir âdet ve inançtır.
Kösülmek: İki büklüm olmak. (Örn.: “Kösülüp de devrile gal!” Bir beddua.)
Küllük: Kül atılan yer; kül tablası.
Küsük: Kesek.
Kütüredek: “Küt” diye ses çıkararak.
L
Lakırtı: Boş söz, laf.
Lamburlumbur konuşmak: Patavatsızca konuşmak.
Langırtı: Anlamsız, can sıkıcı, boş söz.
Lapıç: Lapa olma durumu.
Lombadak, lömbadak: Ansızın, birden bire; patavatsızca.
Löngürdek: Kaba saba kimse.
M
Mâle: Mahalle.
Mayış: Maaş.
Mazarat: Zararlı, yaramaz.
Mêlid: Mevlit.
Menevşe: Menekşe.
Meresker: Mirasçı.
Met, Çelik çomak: Küçük boy kazık ve büyük sopa ile oynanan bir tür oyun.
Mezer, Mezar: Ölen kimsenin gömüldüğü yer.
Mıh: Çivi.
Mıharı: Baca.
Mırtmırt: Tam pişmemiş, diri.
Musmul, Mısmıl: Eti yenebilen, mundar olmayan.
Muti: Tutkun, bağlı.
Muzur: Kötü, aksi, huysuz.
Muzurluk: Kötülük; huysuzluk; kötü şaka.
N
Nêden: Ne edersin.
Nene: Yaşlı kadın.
Neni: Niye?
Nişlen: Ne yaparsın, ne işlersin. (Ne yaparsın, ne işlersin anlamında hal hatır sorma kalıbı: “Nêden, nişlen?”)
O
Ocak: Yemek pişirmek, ısınmak için kullanılan bacalı yapı; yarım dönümden çok daha küçük toprak parçası.
Oğcalama, Öğceleme: Ovma.
Oğmak: Ovmak.
Oklâ: Oklava.
Oku doğrusuna konuşma: Dik ve olduğu gibi konuşma.
Okuma: (Düğüne) sözlü davet, çağrı. (Örn.: Düğüne okuma: Düğüne davet etme.)
Okuntular: Düğüne davetliler.
Okuycu, Okuyucu: Düğüne davet eden kişi, çağrıcı.
Omaç aşı, oğmaç aşı: Ovalanarak küçük hamur parçalarından yapılmış un çorbası.
Oŋma: Rahata kavuşma; şifa bulma; yarama.
Oŋmasın!: Huzur bulmasın, şifa bulmasın, yaramasın anlamında bir ilenç.
Ōrun, Ûrun,: Uğrun, gizli, saklı.
Osanmak: Usanmak, bıkmak.
Oşamak, Oğşamak: Düğünün müzikli özel bir bölümü. (Örn.: Gelin oşamak, güvê oşamak)
Oturak: Sandalye.
Oturamak: Popo.
Oysam: Oysa, halbuki.
Ö
Ödü çatlamak, Ödü patlamak: Çok korkmak.
Öfelemek: Elle parçalamak, ufalamak; ufalar tarzda ezici masaj yapmak; ezici bir şiddetle dövmek.
Öğme: Övme.
ö̂ke: Öfke.
ö̂kelenmek: Öfkelenmek.
Ölet: Tavukların toplu ölümüne sebep olan bulaşıcı hastalık.
Önük: Önlük.
Öŋmek: Gözetlemek, pusuya düşürmeye çalışmak.
Ösemek: Özlemek.
Ösürme: Öksürme.
Ösürük: Öksürük.
Ösüz: Öksüz.
Öteberi: İkinci derece önemsiz malzeme.
Öteen, Ötên: Önceki gün.
Ötegeçe: Bulunulan noktanın karşısı, karşı taraf.
Övceleme, Ovcalama, Öveleme: Ovalama; ovalayarak masaj yapma.
Övendire: Çift hayvanlarını yürütmek için kullanılan ucu çivili uzun değnek.
Övey: Üvey.
Öyüt, Övüt: Öğüt.
Özeği ötmek: Gırtlağını yırtarcasına bağırma sonucunda yaşanan ses bozulması, ses değişimi.
Özek: Yemek borusu, gırtlak.
P
Palanlı: Eski, yırtık, pırtık, pis kıyafetli.
Palize: Yeni doğum yapmış kadınlara komşuları tarafından yapılıp ikram edilen şeker ve unla yapılan bir tatlı.
Pambık: Pamuk.
Pelit: Meşe ağacı; meşe tohumu, meyvesi.
Pepe: Kekeme.
Pıtırak: Elbise veya hayvan tüylerine yapışan dikenli bir bitki veya tohum.
Pıtıraklanmak: Elbise veya hayvan tüylerine dikenli bitkinin yapışması; arazide pıtrak bitkisinin artması.
Pıtlamak: Patlamak, açılmak.
Pıtmak, Pırtmak: Fırlamak gitmek.
Pörtlek, Pertlek: Patlak, dışarı doğru çıkık (göz için).
Pür: Çam ağacının ince, iğne yaprağı.
Pürlü budaklı olmak: Zengin, varlık olmak. (Örn. bir iyi niyet temennisi olarak: “Pürlü budaklı ol.”)
S
Saab: Sahip.
Saan: Sahan.
Sabı çocuk: Aklı ermeyen çocuk.
Sade yağ: Sütten elde edilen yemeklik yağ.
Sâdıç, Sağdıç: Düğünde damada refakat eden, ona yardımcı olan damadın arkadaşlarından evli ve bekâr kişi.
Sal: Üstü açık şekilde olan tabut.
Sallabaş: Konuşurken kafasını sürekli sallayan kimse.
Sallangaç: Salıncak.
Sançma: Ağrıma.
Sap atmak: Biçilmiş buğdayı öğütülmek üzere makineye atmak.
Sarsalamak: Sarsmak; pişirilen sebzeyi hafif pişirme.
Sâsı: Saksı.
Sası: Tatsız, tuzsuz, yavan (yiyecek için); sözünü bilmeyen, densiz.
Savmak: Göndermek; uğurlamak, yolcu etmek. (Örn.: Misafir savmak.)
Seki: Merdiven.
Selek: Paylaşımcı, eli bol, cömert; sepet.
Sêm: Hisse, pay.
Senit: Hamur açmakta kullanılan büyük, düz tahta.
Sepelemek: Çiselemek; serpmek.
Sepen: Sert rüzgârla savrulan yağmur.
Septirme: Ayakta işeme.
Sêrek: Seyrek.
Sêreklemek: Fide, fidan vb.ni aralıklı duruma getirmek, aralamak.
Sêrik: Kurtçuk.
Sêriklenme, Sêrik atma: Kurtlanma.
Sêrimek: Seğirmek.
Sesi ötmek: Erkek çocuklarda ergenliğe girmeyle birlikte yaşanan ses değişmesi, ses kalınlaşması.
Seyitmek: Koşmak.
Sıcmaş, Sıcmaç: Suda haşlanarak pişirilmiş yeşil (taze) fasulye.
Sıdırmak: Sıyırmak.
Sıkırdım: Baskı, sıkıştırma; ağır disiplin.
Sıktırnaç: Çamaşır mandalı.
Sıvaşlamak: Sıvazlamak; elini üzerinde gezdirmek; eliyle bulaştırmak, sürmek.
Sıvaşmak: Bulaşmak, yapışmak.
Siyme: Kedi ve köpeğin idrarını yapması.
Soğulcan: Solucan.
Sormak: Soğurmak, emmek.
Söbü: Yumurta gibi, oval; yassı.
Su sıyırtmak: Arktan geçen suyun düzgün akmasını sağlamak için engelleri gidermek.
Sumsuk: Yumruk.
Suyutkun: İyice su çekmiş, nemlenmiş ağaç ya da dal parçası.
Sümeyine konuşmak: Boş, bilgisiz konuşmak.
Sümsük: Aptal, mıymıntı, sünepe.
Süprüntü: Süpürgeyle toplanmış atık, pislik.
Sürgü: Tarlalarda düzleştirme ve kesekleri kırma için kullanılan “T” şeklindeki kalın kütük, tarım aleti; sürgü şeklindeki kapı kilidi.
Sürü: Geniş davar topluluğu.
Sürüşme: Karşılıklı uğraşma, çekişme, itişme.
Sürüşünü sürme: Kinini gütme, çekişmesini sürdürme.
Süzek, süzgeç: Süzme işinde kullanılan araç.
Ş
Şahbaz: Çalışkan.
Şaklamak: Bölmek, ikiye ayırmak.
Şaybıldak: Giydiği ayakkabı veya terlikle yürürken şapıdık şubuduk ses çıkararak yürüyen; konuşurken kendini bilmez ve gürültülü konuşan.
Şaybıldamak: Şapıdık şubuduk ses çıkararak yürümek, gürültü etmek.
Şebit ekmek: Yufka.
Şıpdüştü: Kapı mandalı.
Şinik: Tahıl ölçü kabı.
Şirnemek: Şımarmak, yaramazlık etmek.
Şişgin: Kasılan, kibirli (kişi).
Şişmek: Kabarmak; kasılmak.
T
Takazaya almak: Alaya almak, kafa yapmak.
Takka: Şapka.
Talba: Tef.
Târâ: Küçük odun vb. şeyleri kesmekte kullanılan, uç kısmı kanca biçiminde olan kesici alet.
Tat: Dilsiz.
Te’lemek: Korumak, sakınmak; hafifçe yapılan dikiş.
Teke sakalı: İnce uzun yapraklı yenilebilen bir çeşit ot.
Teke: Erkek keçi.
Tekin durmak: Uslu durmak.
Teneşire gelesin: “Ölesin” anlamında bir beddua.
Tengerlek: Yuvarlak.
Terezi: Terazi.
Terme: Termiye, acı bakla.
Ters: Dışkı.
Tetik: Çabuk,çevik, becerikli; silah mandalı. (Örn.: Tetik olmak: Çabuk davranmak, çevik olmak.)
Tezikmek: Koşmak.
Tıka vurmak: Fiske vurmak.
Tısıldamak: Tıslama sesi çıkarmak.
Tısırmak: Tıksırmak.
Tıstık: Burnu tıkalı konuşan.
Tızıkmak: Koşmak.
Timin timin: Yavaş yavaş. (Örn.: Timin timin yanmak. Timin timin harcamak.)
Tokuç: Elbiseyi vurarak yıkamakta kullanılan saplı kalın tahta.
Topak, Topalak: Yuvarlak, küre biçiminde.
Tor: Havlu.
Tosbâ: Kaplumbağa.
Tömüs: Tümsek.
Tuluk: Peynir koymaya yarayan deri, tulum; mecazi anlamda tombul, şişman.
Tülek, Toy: Gençliğinden dolayı tecrübesiz, acemi.
Tülermek: Tüylenme, kabuklaşma.
U
Uc cici barnâ: Çocukların uğur böceği için kullandığı isim.
Uçgur: Uçkur.
Uçun: İçin. (Örn.: Bunun uçun.)
Uğunma: Acıdan, ağrıdan sesin kesilmesi, kaskatı kalma durumu.
Ulama ot: Başka bir bitkiye, dala veya kendi türündeki bitkiye sarılan bir bitki.
Usugmak: Aklını başına almak, akıllanmak; sakinleşmek.
Uşak: Evlat, çocuk; ey millet, ey ahali anlamında bir nida. (Örn.: Bu ne be uşak!)
Utlu olmak: Yaptığı bir şeyden dolayı suçluluk duymak, utanmak, sıkılmak.
Uylaşmak: Anlaşmak, uzlaşmak.
Ü
Üfürtme: Balon.
Üğütme, Öyütme, Övütme: Öğütme.
Üleşmek: Paylaşmak, bölüşmek.
Üleştirmek: Bölüştürmek, paylaştırmak.
Ülüg: Boğaz. (Canlı ve nesne için kullanılabilir.)
Ümüg: Boğaz. (Canlı ve nesne için kullanılabilir.)
Ürmek: Havlamak.
Ütmek: Çarpmak, kandırmak, dolandırmak; kumarda kazanma; tüyleri yakma.
Üzerlik: Tepesi üçgen şeklinde olan ve üçgenin alt kısmında ise ipe geçirilmiş çok sayıda bitki tohumu, hayvan kabukları, boncuklar olan ve nazara, kötü şeylere karşı koruyacağına inanılan şey.
V
Vıcırığı çıkmak: Ezilmek.
Vızıkvızık etme: Korkma, panikleme.
Vili, Viliy: Üzüntü, şaşma bildiren bir ünlem.
Y
Yaba: Harman yapımında kullanılan, tahtadan yapılmış, çoklu çatal.
Yad: Yabancı.
Yağır gibi: Bu benzetme ile yağlı kir kastedilmektedir.
Yal: Köpekler için hazırlanmış un, kepek karışımı sulu yiyecek.
Yalabık: Cilalı, parlak, düzgün, güzel. (Kişi, hayvan veya nesne için kullanılabilir.)
Yalaz olmak: Evsafını kaybetmek, aşınmak.
Yampiri: Yan yan yürüyüş. ( Örn.: Yampiri yumpiri yürümek.)
Yansalamak: Birinin sözünü yineleyerek alay etmek, taklit etmek.
Yarma: İri yarılmış ağaç, odun.
Yavan: Katıksız, tatsız (yiyecek veya konuşma için).
Yavuklu: Nişanlı, sözlü, sevgili.
Yayınmak: Yaymak, sermek, sererek göstermek.
Yazgı: Alınyazısı, kader.
Yekten: Aniden.
Yel dikilmek: Vücudun bir yerine sancı girmek, saplanmak.
Yemeni: Ayakkabı.
Yeyici: Yiyici.
Yıldır yıldır: Işıl ışıl, pırıl pırıl.
Yırtık: Girişken, utanmayan (kişi).
Yiğen: Yeğen.
Yirik: İnce dilik, yarık.
Yirmek: Jilet gibi ince bir şekilde dilmek, yarmak.
Yitik: Kayıp.
Yoğurt çalmak: Sütü yoğurt yapmak için mayalamak.
Yokarı: Yukarı.
Yoklama: Arama, sorma; ağzını arama.
Yolak: Dar geçit, patika.
Yoz: İnsanlara karşı soğuk, yabanıl.
Yörüme: Yürüme.
Yuma: Yıkama
Yumru: Toparlak.
Yunma: Yıkanma.
Yuvak: Toprak damların üstündeki toprakları sıkıştırmakta kullanılan silindir şeklindeki taş.
Yuvalak: Bulgur ve kıyma ile yapılan, yuvarlak şekli olan, sulu köfte.
Yuvma: Yuvarlama.
Yüklü: Gebe.
Yüklük: Evlerde yorgan, yastık gibi eşyaların konulduğu yüksek yer.
Yüksünme: Alınma, gücenme.
Yüz görümlüğü: Gerdek gecesi, gelinin yüzündeki duvağı açmak için güveyin verdiği hediye.
Yüzleme: Yorgan, yastık, minder gibi şeylerin üzerine kap geçirme.
Yüzün düşmek: Küçük düşmek, mahcup olmak.
Z
Zangadak, Zangadan: Birdenbire.
Zâre: Tahıl.
Zebellâh: İriyarı.
Zebil: Çok fazla.
Zemeri: Zemheri.
Zınarmak: Karşı çıkmak.
Zini: Büyük yuvarlak tepsi, sini.
Zivziv gezme, zivzikzivzik gezme: Boş boş gezme.
KULLANILAN KAYNAKLAR:
1. T.D.K Derleme Sözlüğü I-XII, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1993.
2. Kâşgarlı Mahmûd, Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005.
3. Saim Sakaoğlu, Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar, Kömen Yayınları, Konya, 2012.
4. Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük 1-5, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2007.
5. İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük 1-3, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2005.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.