Kahveci Rüstem Efendi
Kahveci Rüstem köyde aşağı yukarı herkesin kesesini tanırdı. Kimin parası var, kimin cüzdanı dolgun, kim meteliğe kurşun srkıyor bir bir sayardı. Çünkü ocağın üst tarafında asılı duran kara tahta herkesin nabzını rakkamı rakkamına gösteriyordu. Kimin kaç çay borcu var, üzerine çizgi çekilmiş hep oradaydı.
Şimdiye kadar bu kara tahtayı kimseye göstermemişti. Çünkü çay borcu olanların başkaları tarafından bilinmesini istemiyordu. Kimsenin gururunun kırılmasını istemezdi. Rüstemin bu tutumu daha fazla devam edemedi. Sabırtaşı çatlamıştı. "Yeter artık, ağzımdan baklayı çıkartacağım" diyordu.
Sabah erken gelmiş, ocağını yakmış, alacaklarını hesaplıyordu. Kara tahta hiç te iç açıcı değildi. Parası ödenmeyen çay sayısı sekiz yüzü bulmuştu. Adamlar içip içip gidiyordu. "Benim borcum ne kadar oldu?" diyen bir vatandaş çıkmıyordu. Rüstem bu vurdum-duymazlığa kırılmıştı. Kendi kendine konuşuyor, başını sallıyor, el kol hareketleri yapıyordu.
Kahvede kimse yoktu. O bu şekilde berşeyden habersiz dalgın dalgın otururken köy hocasının birden karşısında belirdiğini gördü. Ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette oturduğu yerden kalkarak :
— Haa... Şey... Buyurun hocam, dedi, buyurun oturun .
— Yok, oturmayacağım, biraz sıcak su rica edecektim. Ne o dalgın görünüyorsun? — Muhterem hocam, ben dalgın görünmeyim de kim görünsün. Bak şu tahtaya. Tam sekiz yüz çay... Ama çıkaracağım ortaya Herkesin göreceği bir yere asacağım. Asayım da görsün millet kimin ne olduğunu.
— Bunlar veresiye İçilen çaylar mı?
— Evet... Tam sekiz yüz çay!.. Benim gibi bir fakiri ne yapar bu? Evimi başıma yıkmaz mı? İçip içip gidiyorlar. "Yahu kardeşim sen de buna paa veriyorsun, gör şu hesabımı" diyen yok!.. Nasıl olsa seslenmiyorum diye hiç seslerini çıkarmıyorlar. Ama asacağım kara tahtayı. Sabrın da bir haddi var. Lafa gelince kimsenin ağzını açtırmıyorlar. Çay parasına gelince ağızlarını bıçak açmıyor.
— Haklısın, hassasiyetine hak veriyorum. Fakat beni dinlersen sen o kara tahtayı yine de asma.
— Neden?
— Mahcup olmasınlar...
— Gözünü sevdiğim hocam, bu adamlar bu kadarcık şeylerden mahcup olabilecek düşünceye sahip olsalar ucu kırmızı sigara içeceklerine gelir borçlarını öderler. Bunların evlerine etin girmediği gün yok. Başları kaf dağında hepsinin. Dünyayı kendilerinin beslediğini zannediyorlar. Paraları olmasa hadi neyse, ama paralan var.
— Belki yoktur canım.
— Her şeye buluyorlar da yirmibeş kuruşluk çaya mı bulamıyorlar. Ama yok... Ben seslenmiyorum ya...
— Daha önce de söylediğim gibi sen yerden göğe kadar haklısın. Fakat alacağını daha uygun bir üslupla iste demek istiyorum. Biliyorsun "borçluyu sıkmak" doğru değildir.
— Parası var da ödemiyorsa?..
— O takdirde bile ulu orta, kırarcasına isteme. Çek bir kenara, kırmadan gücendirmeden münasip bir lisanla anlat. "Benim de gücüm sınırlıdır. Çay, şeker alacağım, param yok" de. "Ben de bir çok ihtiyaçları olan bir kimseyim, gücüm olsa sözünü bile etmem, ama bende de bir şey yok" de.
— Gerçekten de öyle. Söylemesi ayıp cebimde çay parası yok. Bakkal surat asmaya başladı. Adamın yüzüne bakamıyorum. Haklı tabi...
— Peki ben sana ihtiyacın kadar vereyim, sen çayını şekerini al. Bol bir zamanında ödersin. Ben de Cuma günü bu konuda bir konuşma yaparım. Umarım ki parası olanlar borçlarım gecikmeden öderler. Olmayanlara gelince yine ayni şeyi söyleyeceğim onları sıkıştırma. Sevaba girersin. Çünkü Peygamgerimiz borçluları sıkıştırmamamızı öğütlüyor, hatta imkânımız varsa bağışlamamızın daha hayırlı olacağını söylüyor.
Kahveci Rüstem artk sakinleşmişti. Hocadan aldığı parayla bakkala olan borcunu ödedi. Kalanıyla da çay ve şeker aldı. Hararetle Cuma gününü bekliyordu. Hoca konuşacak, borçlular borçlarını ödeyeceklerdi. Gerçekten de öyle oldu. Cuma vaazında hoca efendi dinimize göre alacaklının ve borçlunun durumunu ve her iki tarafın vazifelerini anlattı.
Borçlulara "ilk imkânda borçlarımızı ödemeliyiz" dedi .Alacaklılara ise borçluları sıkmamaları lâzım geldiğini, imkânsız kimselerin borçlarını bağışlamanın ne kadar hayırlı bir iş olduğunu izah etti.
O gün akşam bir iki kişi hariç herkes borcunu ödemişti. Kahveci Rüstem hocaya giderek durumu bildirdi ve teşekkür etti. Hoca borçlarını ödeyemeyenlerin malî durumlarını sordu. Birisi Bekçi Ramazan, öbürü ise Urfalı Şevko idi. Her ikisi de gerçekten muhtaç kimselerdi. Borçlarının adamıydılar. Fakat o günlerde iş bulamamışlar, borçlarını ödeyememişlerdi.
Bu yüzden son zamanlarda kahveye de uğrayamaz olmuşlardı. Bunu duyan hoca:
— Bunların borçları bende Rüstem efendi, dedi, bunların borçlarını ben ödeyeceğim.
Rüstem hocanın bu davranışından duygulandı :
— Neden hocam? dedi, neden sen ödeyesin? Senin de mayışın benden fazla değil ki... Ben hayli ferahladım. Bu alacakları bağışlasam da biraz hayır da ben kazansam ne olur?
— Allah hayrını kabul etsin. Rüstem hocanın yanından büyük bir huzurla ayrılmıştı. Giderken kendi kendine "ne iyi insan!" diye mırıldanıyordu.
TOZLU RAF adlı yazmaya yeni başladığım bir kitaptan alıntı.Bu kitapta kıyıda ,köşede unutulmuya yüz tutmuş,edebiyat kütüphanemizin raflarında üzeri toz bağlamış hikaye ve yazılara yer verilecektir.
Tevessül bizden,mukadderat Allahtan .
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.