- 261 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GEZİ NOTU /DOMANİÇ/
Ali Rıza NAVRUZ
Domaniç! Rüyâlarımın beldesi... İşte dağlarındaki dumanı ile, yeşilin bin bir tonuyla karşımda... “Kaldım duman içi dağlarda/ Sevgili yârim nerelerde” türküsü Allahüâlem bu beldeyi bilenlerce söylenmiştir. "Sivri Kalemler Derneği" üyelerinden oluşturulan bir grup dostla mihmandar eşliğinde giriyoruz bu ilçeye. Burası, duman (sis) içinde bir belde olduğu için bu ismi almış olduğu söylentisi var. Yani önceleri ’Dumaniçi’ iken değişime uğrayarak bu kelime ’Domaniç’ şeklini almış. Domaniç 1 Nisan 1960 senesinde 7033 Sayılı Kanunla Kütahya’nın 6. ilçesi olmuştur. Domaniç 900 metre rakımlı bir ova ve yayla yöresidir. Söğüt Aşireti Mayıs aylarında Söğüt’ten göç halinde buraya gelir sonbaharın sonlarına doğru tekrar dönerlermiş Söğüt’e...
Süleyman Şah’ın Fırat’ı geçerken boğulmasından sonra aşireti Ankara üzerinden Batı Anadolu’ya dirlik ve birlik içerisinde taşıyan Hayme Ana’mızın Türbesi buradadır (Çarşamba köyü) 13.yüzyıl ortalarında reisliği oğlu Ertuğrul’a devreden Hayme Ana (çadır büyüğü) bir yayla mevsiminin Eylül ayında Allah’ın rahmetine kavuşunca Çarşamba köyünün yaylayı gören kısmına defnedilmiştir. Hayme Ana’nın bir diğer ismi de “Devlet Ana”dır. Büyük bilgi ve tecrübeye sahip bu kadın oğul ve torunlarını tam bir edeple yetiştirmiştir. 2.Abdülhamit Han döneminde kabri bulunmuş ve üzerine bu günkü türbesi yapılmıştır.Türbenin mermer kitabesinde; “Kıldı bu rânâ türbe-i bünyad Han Abdülhamid” ibaresi yer almaktadır.
Türbeye girdiğimde türbenin duvarında asılı şu öğüdüyle karşılaşıyorum Kayme Ananın. Öğüt aynen şöyle: “Oğul, anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgârlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar, artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz’un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzansın. Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı gözü pek yiğitlerimizi korusun. Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile, kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü elâ gözlü kızlarımız Kutlu Kayı Boyumuza gürbüz evlâtlar versinler. Altın başlı otağlarımız Domaniç yaylalarını bürüsün. Kayı’nın ve diğer bütün boyların oğullarını Ertuğrul’umla bir tutarım. Onların hepsini soyumuz için Hakk’ın kutsal bir emaneti bilirim.” Buyurun bu sözleri bir kez daha okuyun demekten başka bir şey gelmiyor elden işte…
Köyün girişinde korunmaya alınmış bir çam ağacının resmini çekiyorum. Kitabesinde “Mızık Çamı” yazıyor. Bilgileri şöyle: Boyu 11 metre… Çapı: 1.55 metre… Çevresi 4.70 metre… Toplam yaşı 1200 yıl… Bu ağaç 1988 yılında yıkılınca Kültür Bakanlığı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü tarafından 5.7.1988/ 83 sayılı kararla koruma altına alınmıştır. Mızık sözcüğü mızıkçılıktan gelmiştir. Bu ağaca “Beşik Çamı”da deniyormuş. Hayme Ana sağlığında bu ağacın dallarına salıncak kurmuş ve torunu Osman ve onun oğlu Orhan’ı bu salıncakta ninniler söyleyerek avutmuştur. Bir tarafta “Devlet Ana”, diğer tarafta ana ve nine yüreği… Allah ondan râzı olsun temennimden sonra başlıyorum duaya: “Bârekallahülenâ velisâiril mü’miniyne velmü’minat, velmüslimiyne velmüslimât, elahyâü minhüm velemvât, birahmetike yâ erhamerrâhimîn...”
Sarıkız efsanesi mi? O efsaneyi burada anlatmadan geçmem elbette ki hiç olmaz. Efsane şöyle; bundan yıllar önce Domaniç’te sarı ve üstelik lepiska saçlı güzel mi güzel bir kız yaşarmış. Bu kız dinine çok bağlıymış üstelik. 3 tane de erkek kardeşi varmış kızın. Bir gün Sarıkız rüyasında aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar görür. Sonraki geceler herkesler uyuyunca Sarıkız bu aksakallı dervişle bir yerlere giderek zikir meclislerine katılır. Bu hâl günlerce sürer. Bir gün şafak vakti evine dönen Sarıkız’ı komşuları görür ve şüphelerini kızın ağabeylerine anlatırlar. Yine bir gün şafak vakti eve dönerken ağabeyleri kapıda karşılar Sarıkızı. Sarıkız meseleyi anlatıp Allah yolunda olduğunu söylese de inanmaz ağabeyleri. “Doğru söylemiyorsun” diyerek Sarıkızı döverler... Sarıkız ellerinden kurtulunca bu mevkie kadar kaçarak çalılar arasına gizlenir. Tan yeri ağarırken çalıların arasından çıkan Sarıkız elinde teknesiyle hamur götüren bir ihtiyar kadın görür. Ona yardım eder hamurunu yoğurur. Allah tarafından o anda onun ayak bastığı yerden sular fışkırır. Daha sonra Sarıkız aniden ortalıktan kaybolur ve bir daha dönmez. O gün bu gündür bu Sarıkız hikâyesi dilden dile dolaşır. Bu olaydan anlaşılıyor ki; onun hikâyesi bir ’ilahi aşk’ hikâyesidir ve Sarıkız ermiş bir kızdır.
Bu gezimi yetersiz buldum kendi kendime ve bir zaman sonra tekrar geleceğimi o duman içindeki vadiye haykırarak ayrıldım... Dilimde Kütahya’nın o güzel türküsü; "Elif dedim be dedim/ Gız ben sana ne dedim/ Guş kanadı kalem olsa/Yazılmaz benim derdim." Derdim çoktur demenin bundan güzel söyleme şekli olabilir mi sizce ha?
Güzel bir geziydi, güzel dostluklar oluşturan. Sivri Kalemler derneği başkanı Bahri Sabancı’ya (Hünkar Dağlı) teşekkürlerimi iletirken, derneğimizin bay ve bayan kıymetli üyelerini saygıyla anıyorum…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.