Muş Anısı–1
Muş Anısı–1
Bir pazar günü Muşlu arkadaşım, “gel seni Ermeni Mezarlığı’na götüreyim,” dedi. Öğlene doğru yola çıktık. Şehrin yukarısındaki Kale Mahallesi’ndeki Ermeni Kilisesi’ne yakın yerdeki köprüye kadar yürümeye üşendik, o zaman yeni açılmış ve safi toprak olan Bitlis Caddesi’nin bir yerinden Kurtik Deresi’nin kıyısına indik, paçalarımızı dizlerimize kadar sıvadık, ayakkabılarımızı, çoraplarımızı çıkarıp elimize alıp Kurtik’i boylayarak geçtik. Güzel, güneşli bir yaz günüydü, yavaş yavaş yürüyerek 15-20 dakika sonra Kurtik Dağı’nın dere tarafındaki yamacında olan Ermeni Mezarlığı’na ulaştık. Arkadaşım, yol boyunca Muş’un tarihi hakkında -bilebildiği kadarıyla- bilgiler verdi; O’na eski Muşluların anlattıklarına göre: Muş’un nüfusu 1915’ten önce 120 000 civarında ve şehrin asıl nüfusu Ermeni imiş ve kuyumculuk çok yaygınmış. O yıl, 1982’de, nüfusu 40 000(kırk bin) idi ve asıl nüfusu 1915’ten sonra Muş dışından getirilip özellikle ovadaki eski Ermeni köylerine yerleştirilen göçmenler oluşturuyordu. Bunların içinde Kafkasya’dan getirilen Teremekeler, Azeriler, Siirt civarından getirilen Suriye Arapları, Batman’ın ilçesi Sason(Ermenice: Sasun) civarından getirilen Kürtler vardı. Muş Ovası boyunca akan Murat Nehri’nin Muş tarafına Kürtler, öbür tarafındaki köylere de Azeriler yerleştirilmiş. Ovada Karadeniz civarından getirilen birkaç köy de vardı. Tümünün eski adları Türkçe olarak değiştirilmiş. Mezarlıktan bakıldığında, Murat Nehir boyunca her 4–5 Km’de aynı konum ve aynı büyüklükte küçük tepeler göze çarpıyordu. Bu tepeler Ermeni köylerinin birbirleriyle haberleşmek için yaptıkları yapay tepelermiş; yangın, köye saldırı, vb. herhangi bir felaket durumunda yardım istemek için bu tepelerde ateşler yakılıp, davul çalınırmış.
Anımsayabildiğim kadarıyla, mezarlığın hemen her yerinde büyük kuyular açılmış, mezar taşları, lahitler, kitabeler parçalanmış çoğu üst üste yığılmış durumdaydı. Şurada burada parçalanmadan kalmış, üzerinde levye, balyoz gibi sert aletlerin darbe izleri olan yekpare uzun ve kalın taş bloklar da vardı. Arkadaşımın söylediklerine göre, mezarlık define avcıları tarafından bu hale getirilmişti. Sonraki yıllarda gittiğim Efes, Hierapolis, Kyzikos, Patara, Perge, Asos, Miletos, Magnesia, vb Eski Yunan-Roma antik kentlerindeki büyük mermer lahitler, süslü kitabeler, mermer heykeller, mermer sütunların bulunduğu mezarlıklarla karşılaştırdığımda; Kurtik’teki Ermeni mezarları gerek kullanılan malzeme, gerek sanatsal ve gerekse süsleme bakımından çok sade (basit demeye dilim varmıyor) kaldığını gördüm.
Muş’un yerlisi ve en zengin ailesinin çocuğu olan arkadaşım, “şimdi de Ermeni bağlarını gezelim, “ diyerek mezarlığın sol tarafındaki Kurtik Dağı’nın gittikçe dikleşen yamaçlarına yöneldi. Gerçekten toprağı- o kadar ot bürümüş olmasına karşın- bağ-tarla olduğu ve bağlar arasındaki sınırlar–bütün deformasyona rağmen- hala belirgindi. Hemen her bağın altında bir kuyu vardı. Arkadaşım bir kuyuya indi, dibindeki deliği gösterdi ve “işte burası bir şarap üretme fabrikası,”dedi. Anlattığına göre, Ermeni çiftçiler bu bağlarda suyu bol, kabuğu ince, kırmızımsı-pembe renkte Marsilya üzümü yetiştirip, şarap üretimi yapar, şaraplarını da ihraç ederlermiş. Muş o zaman zengin bir kentmiş.(Oysa Muş 1982 yılında ne kadar yoksuldu; anlatmam mümkün değil). Bağlardaki kuyularda üretilen (fermantasyon ?) şaraplar, yer altında döşenen pişmiş kiremit borulardan (büz) oluşan bir kanal ağı ile Kurtik Dağı’nın dibindeki Mongok Köyü’ndeki havuza akıtılırmış. Kimin şarabı olmuş ise havuza akıtıp, havuzdan alırmış. Eğer, birden çok kişinin şarabı aynı gün olmuş ise, şarabın havuza akması için geçen süreyi de hesaba katarak (bazı bağlar dağın yüksek yamaçlarında olduğundan havuza daha uzaktalar) sıraya korlarmış. Dönüşümüzde bu kez Kurtik Deresini boylamadık, Kale Mahallesi’ndeki kilisenin hemen yanında, Kurtik’in üstündeki derme-çatma köprüyü geçerek şehre geldik.
Ermenı mezarlığına yaptığımız bu gezintiyi hafta içinde çalıştığım dairede anlattım, meğer memurlardan biri Mongokluymuş, ”önümüzdeki hafta sonu köye gideceğim, sen de gelir misin ?” dedi, hemen kabul ettim. Çünkü, şarapların aktıldığı havuzu çok merak ediyordum. Kürt olduğunu söyleyen bu arkadaşla yine bir pazar günü yola çıktık ve yine Kurtik Deresi’ni aynı şekilde boylayarak karşıya geçip köye giden patikaya düştük. Yaklaşık 25-30 dakika sonra köydeydik. Evine gittik, çok ihtiyar, Türkçe bilmeyen bir annesi vardı, başka kimseyi görmedim. Annesine Kürtçe bir şeyler söyledi; yemek yapmasını istemiş. Yaşlı kadın bir müddet sonra tarlalardan topladığını sandığım pancarla yapılmış bir çorba getirdi(ekmeği hatırlayamıyorum). Hayatımda bu kadar yoksul bir ev görmedim. Çok utandım, gittiğime, gideceğime pişman oldum. Eğer yemek yapmasını Türkçe söyleseydi, kesinlikle evi terk ederdim. Mecburen bir iki kaşık alıp bıraktım. Sonra köyü gezmeye başladık ve yukarıda sözünü ettiğim havuza gittik. İçinde çok gür suyu olan bir çeşme akıyordu, kadınlar tokaçlarla çamaşır yıkıyorlardı, bu nedenle yaklaşamadım. Ama hiçbir özelliği olmayan, sırdan ve büyücek bir havuzdu. Ermeni bağlarını gezdiren arkadaşımın anlattığı şarap üretme olayından söz ettim. "Yeraltından gelen kiremit borular (büz) acaba hala duruyorlar mı, sistem hala çalışıyor mu?" diye sordum. Parmağıyla köydeki evlerin damlarını gösterdi, “biz onarlı oluk yapmışız” dedi.
Muş’ta çok kişiden duyduğum: Güya, dedeleri, nineleri ya da onların ataları Kurtik Deresi’nin 1915 yılında haftalarca kan aktığını, yollarda günlerce bekledikleri için eşek leşi kadar büyük (şişmiş) cesetler (Ermeni ?) gördüklerini anlatırlarmış.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.