- 244 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yalnızlık
Akşamın ufuktaki o muhteşem kızıllığından sonra alaca karanlık ile başlıyan o örtü etrafı örtmeye başlayınca bazıları için hüzün saatleri başlıyor,bazıları içinse bambaşka diğer bir dünyanın kapısı aralanıyor.
O kapkaranlık gecenin altındaki mekanlar da ne acılar çekiliyor,ne sevinçler yaşanıyor,yeni hayatlar başlıyor veya yeni hayatlara başlamak için birileri ile birlikte yeni adımlar atılıyor.
Bir hastanenin acil servisinin kapısı önünde içeride yatan hastasından iyi bir haber alabilmek için günlerce,gecelerce bekliyen birinin o durumunu anlayabilirmiyiz ? Askerdeki oğlunun yemin merasimine yetişebilmek için gece yolculuk yaparken arabasının farlarının aydınlattığı asfaltan başka arkadaşı olmıyan yolcuların haleti ruhiyesini bilebilirmiyiz ? Gece nöbeti bekliyen askerlerin hiç duygularını bilirmiyiz ?
Bunlar acaba gecelerin o zifiri karanlıklarında neler düşünürler,düşlerinde nerelere giderler,kimleri ziyaret ederler veya kimlerin o an onlarla birlikte olmalarını isterler ? O anları yaşayanlardan başka en iyi o anları kim bilebilirki ?
Gecenin bir vakti nedendir,niçindir bilinmez uyanırım. Sırt üstü döner iki elimi kenetleyip başımın altına koyar ve yattığım yerden odamı sanki hiç görmemişim de yeni görüyormuşum gibi yarı uykulu gözlerle seyrederim.
Yatak odamdaki o loş gece lambasının ışığı altında tüm eşyaların sanki birbirleri ile kounuştuğunu duyarım.Bak şu şifonyer;
-Yine uyandı,şimdi kimbilir nasıl bir dünya içine daldı diye yanındaki dolapla konuşur!
Bu arada odamdaki kırmızı loş ışık veren gece lambası lafa karışır;
-Canım bunda ne varki ? Bakın nasıl bir keyifle bana bakıyor ? Ne yapsın adamcağız bu saatde kiminle konuşsun,yanında birimi varki onunla konuşsun ? Tabiki etrafa bakacak...
Kardolap ise kalın sesiyle yandan sert bir şekilde;
-Kesin sesinizi... bırakın adamcağız kendi dünyasında hiç olmazsa biraz yaşasın,hayale dalsın,gecenin o derin sessizliğini mutlu şekilde yaşasın,kesin sesinizi..
Odamdaki o loş gece lambasının ışığını sanki ilk defa görüyormuş gibi seyrederken açık olan kapımdan salondaki duvar saatinin tik takları gecenin o ssessizliğini delerek taaa bana kadar gelir. Sanki;
-Beni unutma ha bak...bende varım burda der gibi..
Dışarıdan nerededir bilinmez, bir baykuşun o hüzün veren sesini duyarım. İstifimi hiç bozmam.
Sadece nerede öttüğünü tahmin etmiye çalışırım.Bir kaç sokak öteden bir köpeğin havlaması,gecenin o zifiri karanlığında bana kadar ulaşır.
Yataktan kalkar penceremin perdesini açarım ve yatağımın kenarına oturarak,karanlıkta bahçemdeki ağaçları, gökyüzündeki ayı ve yıldızları seyrederim. Gecenin acımazıslığı içinde gözlerim sanki o karanlığı bir burgu gibi delmek istercesine dalarak, kiremitlerin altındaki çaresiz insanların çaresizliklerine çare bulup bulamadıklarını görmek ister.
İşte hep böyle caresiz kaldığımı zannettiğim anlarda aklıma Yunus Emre’den bir kaç mısra geliverir...
Aklıma takılan o mısraların o anlarla ilgisi varmıdır ? Bilinmez ama geliverir işte;
Bir garip ölmüş diyeler,
Üçgünden sonra duyalar,
Soğuksu ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.
Yakınlardan gelen sabah ezanının sesiyle o ortamdan uzaklaşır,kalkıp sabah namazı için aptest almaya giderim.Bu sırada yandaki komşunun kümesindeki horozun ötüşü de sabahın habercisidir.
Artık ortalık yavaş yavaş aydınlanmış,gün ağarmaya başlamıştır.
Kamil ERBİL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.