- 405 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZORLUK KADAR ,KOLAYLIK
ZORLUK KADAR, KOLAYLIK
Sevdiklerine bağlı ol ama kendini feda etme. Dünü unutma, saplanıp kalma da. Sabret ama katlanma. Eleştir ama suçlama. İste ama ısrar etme. Ve en önemlisi hiçbir kimseye biat etme. Birgün hepimizin öleceğini de asla unutma. Her şey dengeyi kurabilmekle alakalı aslında. İyi ayarla.
Ölüm bir son, bir yok oluş değildir. Ölüme üzüldüğünü, içerlediğini sanıyorsun. Ölümden korktuğunu sanıyorsun aynı zamanda. Ve bu senin kendine oynadığın en büyük oyundur. Çünkü korkularımız en büyük arzularımızdır. ‘’İnna lillahi inna ileyhi raciun’’ ayetine göre ondan geldik ona döneceğiz. Kimileri bir yok oluş gibi anlatırlar. Halbuki Mevlâna da derki; ‘’Ölüm bir vuslattır’’. Ölüm sadece bize meçhul, rabbimize malum olan bir gerçekliktir. Geçici olarak geldiğimiz bu dünya hayatından bir başka dünya hayatına göçün adıdır. Basitçe bulunduğun kasabadan, köyden, şehirden, ülkeden göç ettiğin gibi bedeninden göç etmendir ölüm denilen kavramın gerçeği.
Bu kavramla ilgili seni zorlayan göçün kendisi değil, nasıl göç ettiğindir. Öleceğin değil, nasıl öleceğindir. Seni heyecanlandıran. Göç bilinçli olsun isteriz. Gönüllü olsun. Hazır bulunalım ve kendimiz seçelim taşınırken ne götürüp ne götürmeyeceğimizi. Çıplaklık bu yüzden vardır bedenin göçünde. Oysa önemli olan göç esnasında zihninin ne kadar çıplak olup olmadığıdır. Biz ölümü hep bir bilinmezliğin eşiğinde, görünmez bir kapının önünde seyrediyoruz. Ta ki bize erişinceye kadar…
Hep ve daima aynı tecrübeyi yaşayıp duruyorken, unutkanlığımızın zırhına bürünüp hayatı ölüme yenilmeyecek bir kahraman gibi arşınlayıp duruyoruz. Ölümlü olanlar hep hayırlı ölüm dilenirler. Ama hayırlı ölüm nedir? Onu tam anlamıyla bilmezler. Hayırlı ölüm dilenmek “Farkındalığın olsun” duasıdır. Dağınık düşünce ve duygularda sıkışıp kalmaman, dosdoğru hedefe, geldiğin kaynağa yönelmenin adıdır. Kendi hikâyenin finalidir ölüm.
Basitçe ifade edecek olursak ölüm göç etme arzusudur. Tıpkı oturduğun evden sıkılıp bir başka eve taşınmayı istemek gibidir. Ölüm sadece’ ’ÖLÜM’’ diye bir kelimedir. Gerçekleştiğini sandığın şey ise sadece bir düşüncedir. Düşüncene yüklediğin anlamları değiştirmedikçe ne gidenleri anlayacaksın ne de gönderenleri. Çoğu zaman ateş düştüğü yeri yakıyor. Bir şehit haberinde tabuta sarılmış ay yıldızlı bayrağımızdan teselli buluyorken, kimi zaman komşumuza, dostlarımıza, belki haberlerde adı geçen, bilinen bir kişinin göçüne uzaktan bakıyoruz.
Ayrılığa sayıyoruz ölümün varlığını. Bir özlem tahayyülü kuruyoruz ne vakit adı geçse. Kaldığımızda, gidenin kederine tahammülünü düşünüyor, gittiğimizde ardımızda kalanların sabrını hesap ediyoruz. Biz sonsuzluğun eşiğinde, bir yol ayrımı olan ölümü aslında pek öyle can-ı gönülden ne bekliyor ne de seviyoruz. Elbette ölümün yüzü soğuk. ’Eğer ölümden sonra karşılaştığınız şeyleri bilseydiniz asla iştahla yemek yemez iştahla su içmezdiniz’’ Ayeti bize korkulu bir duş etkisi yapıyor.
Hazırlığın varsa, birikimin varsa Mevlana’nın dediği gibi kavuşma anı ‘’Şebi Aruz’’ dur. Ölüm bazılarının dediği gibi bir hiçlik değil, fena değil, sönmek değil, firakı ebedi değil tesadüf hiç değil. Ancak mutlak hakimiyet tarafından bir terhistir. Belki de tebdil etmek ve huzura kavuşmaktır.
Bir makalemde gidenler mi şanslı, yoksa kalanlar mı şanslı diye yazmıştım. Gerçekte kim şanslı. Bir kulunu affetmeyi bağışlamayı dilemişse Allah: Ona bizim anladığımız dilden değilde kendi indindeki fiillerden biriyle karşı karşıya koyarak Şehitlik mertebesini ulaştırır da biz onun şehitliğine ah vah ederiz hâlbuki ki çokların istediği makam ile şebi aruza ulaşmıştır. Ne vakit savaşlarda, işgallerde, afetlerde, büyük kazalarda çoklu ölümlerle yüzleşsek, kedere, acıya evriliyor. Ve ülkemizin damarlarına yayılıyor o acının tahammülleri zorlayan yası.
Ya aşikâr yahut gizli gizli ağlıyoruz. Biz bu aleme sınav için geldik. Sınavını tamamlayan göçüp gidiyor. Gidenin sınavı mı zor, yoksa kalanların sınavları mı zor. Kalanların sınavı zor olsa gerek. Zira bütün acıları kalanlar yaşıyor. Bütün hüzünleri kalanlar yudumluyor. Kalanın sınavı daha çetin geçiyor. İnsanın ruhuna işleyince keder, içinden geçenler kalemine KADER oluyor, KEDER Oluyor.
Makaleye başlayıp yazarken, ritmik bir şekilde amentüyü zikrediyorum. Tam “Hayrihî ve şerrihî mine’llâhi teâlâ ve’l-ba’sü ba’de’l-mevt” ifadesi dökülürken dudaklarımdan hikmete râm olursam, tüm kederlerimi atıyor ve rahatlıyorum. acıya gark olanlara sabır, yardıma koşanlara şükür düştüğünü, Rabbimizin sabredeni de şükredeni de “müstesna” eylediğini biliyorum ya o da bana yetiyor
Varsın, derdi, kederi, acıyı, elemi ikram eden Rabbimiz olsun, adına “afet” diyelim. Çünkü “zorluk” kadar “kolaylık” vereceğine dair vaadini de biliyorum. Ve rabbime güveniyorum.
==========================AR===============================
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.