- 247 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ATIN ÖLÜMÜ ARPADAN İNSANIN ÖLÜMÜ HARASEDEN
“Şu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var, benimse bir tek koyunum var. Böyleyken: "Onu da bana ver" dedi ve konuşmada bana üstün geldi. “Sad/23
“Dedi ki: "Andolsun, o senin koyununu kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Gerçekten (varlıklarını) birbirine karıştıran ortakların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Sadece iman edip salih ameller işleyenler müstesna. Ama onlar da ne kadar azdır!" Davud kendisini imtihan ettiğimizi sandı da Rabbinden bağışlanma diledi. Rükû ederek yere kapandı ve gönülden (bize) yöneldi.” Sad/24
Bu ayetlerde vurgulanan hakikat hepimizin imtihanı olduğundan kuşkunuz olmasın…Söylenen her sözün niçin neden durup dururken bize sorulduğunu idrak etmeden hemen dalıyoruz üstün bilgi yüklü, (!) şeytanın hipodrom olarak kullanmayı çok istediği, o dağarcığımızdan konuşmaya…Ondan dolayıdır ki toplumsal yaşamımızın her katmanında herkes her şeyi bilen, mutlak danışılması gereken kanaat önderi gibi kendisini görüyor. İnsan olduğumuzu fark etsek te her an imtihan olabileceğimizi düşünsek, acaba bu kadar boşlukta mütekebbirlik edasıyla yaşar mıyız?
İnsan çok garip bir varlık, nasıl olduğuna neden yaşadığına nereye gideceğine, sonuçta ne olacağını düşünmeden hesapsızca yaşamayı kendisine hedef edinmiş olarak yaşamını sürdürür, âmâ bir aksilikle karşılaştığında da hemen gideceği yer aklına gelir ve onun en fanatik dillendireni olup çıkar.” Allah ölümü ve hayatı hanginizin daha iyi amel işlediğini görmek için yarattığı halde bizler kötü amelleri yapmada yarış halindeyiz. Böylesi bir ortamda bizler kendi hayatlarımız hakkında nereden nereye geldiği ve nereye gittiğini sorgulamazsak son nokta konulduğu zaman nasıl defterimizin kapandığının da hesabını yapamadan el aleme rüsvay olabiliriz; çünkü defterimiz umuma ait bir defter olacağı için herkesin okuma şansı olabilir. Yani açık defteri herkes okuyabilir bir sakıncası olmaz. Şimdi soruyorum, kendimizi ve zaaflarımızı korumak ve alenen ortaya dökmemek için bu kadar hassas davranan, insan denen bu varlığın kendi hesabıyla ilgili hiçbir hesap yapmadan sınır tanımayan bir ihtiras ve hırsla yaşamasını anlayabiliyor muyuz?
Çöldeki develerin harase dikenini yedikçe ağzı kanıyor kanadıkça hoşuna gidiyor ve daha fazla yemeye başlıyor, en sonunda kendi kanını içerek kan kaybından öleceğini bilmediği için kendi sonunu hazırladığı gibi biz insanlarda hırsımızın kurbanı olarak yaşarken aslında sona doğru kendi kanımızı tükettiğimizin farkında değiliz. Ondan olsa gerek bu hırs insanlığımızı elimizden aldı bizleri bir deve dikeni gibi görenin uzaklaştığı bir nesneye dönüştürdü. Son yıllara baktığımızda kendi toplumsal yaşam ortamımızda bunları açık seçik görebiliyoruz. Corona denen kimyasal ve biyolojik virüsle amaçlanan da kendi hırslarını doyuramayanların başkalarının yaşamlarına son vererek onların faydalanacağı imkanları onlardan almaktan başka bir anlam taşımıyordu. Büyük oranda da bu alanda amaçlarına ulaşmış görünüyorlar; yani bütün bir insanlık başlarına gelen olumsuzlukların doğal yaşamın bir sonucu olduğuna ikna olmuş durumda. Bu zorunlu ve çaresiz kabullenmişlik, bu oyunu kuranların hırslarını da zirveye taşıdığı biliniyor. Oysa Hırslarının kurbanı olan bu Küresel mikroplar kendi kanlarıyla beslendiklerini ve bir gün o kanlarının biteceğini bilseler belki şartlar değişir, âmâ nafile çünkü onlar kendi kanlarını içerek yok olacaklar…Bu hırs sadece onlarda yok, herkes kendi çapı oranında hırsla yaşamını sürdürüyor. Bu hırsların hepsi insanlığın başının belası olduğu bilinmelidir.
Kendi yaşam alanımız her geçen gün biraz daha yaşanmaz duruma geliyor. Bu yaşanmaz ortamı oluşturan belli eller değil sadece, toplumsal yaşamın içinde rolü olan her fert bu yaşanmazlık ortamının oluşmasına kendi çapında katkıda bulunuyor. Yani herkesin doğaya karbon gazı vermesi gibi, her fert bir hırsıyla bu yaşama damga vurmaktadır. Neden her varlık kendini kanıtlama ve kendi edinimlerinin doğru olduğunu ve herkesin onun etrafında toplanması gerektiğini savunur. Bu hırstan başka bir şey değildir. Hatta herhangi bir konuda cevap verilmesi gerekiyorsa, düşünmeden araştırma yapmadan bir an evvel karar verelim gibi çırpınışların arkasındaki güçte bir hırs göstergesidir. Ondan dolayıdır ki hırs kâinatın düzenini bozan en sinsi virüstür. Bu virüsü ıslah edemezsek bütün bir kâinat bu virüsün kuşatmasıyla infilak edecektir. Şu kardeşim kendisinin 99 koyunu olmasına rağmen benim bir koyunum var onu da ver diyor dendiği anda Davut (as) biraz düşünmeden olayı sorgulamadan altını üstünü araştırmadan hemen bunu yapmakla zulmetmiş olmaktadır diyor. Oysa biraz düşündükten sonra imtihan olabileceğini, diğerini dinlemeden bu diyaloğun arkasındaki sır perdesini aralamadan karar verdiğinden dolayı secdeye kapanarak af dilemeye başlıyor. Bu ani karar bir hırstan başka bir şey değildir. İnsan hırslı yaratılmış ve aceleden bir gen barındırmaktadır içinde. Bu acelecilik hemen bizi karanlığa taşıyabiliyor. Bu karanlıkları aydınlığa çevirmenin ve geçen günlerimize de elde ettiğimiz ve edeceğimiz aydınlıkların yansıması için bir imtihanda olduğumuzu idrak ederek hırstan arınarak kendimize gelmek zorundayız. Bu arayış ve ayıklama sürecine giremezsek açıkça deklare ediyorum ki kendi kanını içtikçe çok tatlı gelen deve gibi kendi kendimizi yiyerek tüketeceğiz.
Hayatın ve ölümün var olma gerekçesinin, hangimizin daha güzel ve iyi amel yaptığımızın görülmesi için yaratıldığını bilenlerden başka kimse, hırsın esiri olmadan hakikati idrak edecek duruma gelemez. Bu idrak sahipleri de o kadar az ki, onlar sadece Salih bir yolda sahih bir inançla dosdoğru yaşayanlardır. Yaşadığımız evrenimiz o kadar karardı ki, böyle bir inançla halis bir kalple dosdoğru bir duruşla istikamet üzere yürüyenlere hasret çekmeye başladık. Onun için o kadar çok keşmekeşlik var ki, bu hırslar herkesin gözünü bürümüş ve hakikati idrakten yoksun olduğu halde hakikatin temsilcisiymiş gibi davranmaktan da kurtulamıyor insan…
İnsanım diyen ve herkese insanlık dersi verecek kadar kendisini değerli bulan öyle varlıkların yaşamlarına şahit oluyoruz ki, insan kavramı içinde bunlarla birlikte anılıyor olmaktan utanmaya başlıyor insan. İnsan olmak için öncelikle derinlikli bir araştırma analiz ve ayıklama gerekir. Bu süreci dikkate almayanların vereceği karar ve ağzından çıkan her söz yaşamını kâbus gibi kuşatan bir imtihanın habercisi olur. İmtihanlar önemlidir arınmak için, her musibet asıl cevherin ortaya çıkması için cevherin üzerindeki posaların biraz daha temizlenmesidir. Ancak insanın yaşadığı karşılaştığı ve kendisine iletilen uyaranların etkisinde kalarak hemen harekete geçmesi imtihanı fark etmeden hırsın kurbanı olduğunun göstergesidir. Hırsın kurbanı olup imtihan olduğunu idrak edemeyenler, hakikat cevherinin ve hikmetin ortaya çıkmasını engelleyen posaların daha fazla kalınlaşmasını sağlarlar. İşte, yaşadığımız ortam hakikatin sürekli poslarla kalınlaşarak ortaya çıkacak bir aralık bulmakta çaresiz kaldığı çağ olarak yaşamımıza damga vuruyor. Bu karanlık yaşam dehlizlerinin damgalı bir merkebi olmaktan çıkıp hakikate karşı kulaklarını kalplerini ve gözlerini kapamadan yaşamak ve yabani aslanlardan ürküp kaçan merkeplerin durumuna düşmemek için, hırslarımızın esaretinden kurtulmak zorundayız. Yoksa o hırs bizi bitirecek zaten her gün kan kaybettiğimiz halde bunun bile farkında değiliz. Bu kayıp küresel ölçekte bir kayıptır…Dolayısıyla evrenimizin karanlıklara gömülmemesi ve gök kubbedeki ışıkların sönmemesi için bu çılgınlıkların tahakkümünden çıkmamız gerekir.
Ülke olarak büyük bir acıyla imtihan olurken bu acıları dikkate almadan hemen günlük yaşamlarını en acımasızca eğlenceye dönüştüren varlıklar insanlık geni taşıyıp taşımadığına bir baksın…Ölenle ölünmüyor derdi büyüklerimiz, doğrudur ölenle ölünmüyor, ancak onların geride bıraktığı acıları ve bulutları dağıtacak kadar insan olduğumuzu da ortaya koymak zorundayız. Bu çaresizliklerden çıkar devşirmeye çalışan ve onu kendi emelleri için kullanan varlıklar sahiden insanlık kitabının hangi sayfasında yer alabilirler. Bu acıların geride bıraktığı imkansızlıkları imkanlı kılma gücümüz kuvvetimiz yoktur, ancak o acıların üzerine daha fazla acı yüklemeyecek kadar gücümüzün kuvvetimizin olduğuna inanıyorum…Ne yazık ki ülkemiz gündemine baktığımda birilerinin attığı bir yalan, doğru da olabilir, bunu yaygınlaştırarak insanların huzurunu bozmak ve onlara daha büyük acı ve sıkıntılar yaşatarak kötülüklerin ve olumsuzlukların yayılmasına ve tek gündem haline gelmesinde insanı bu alana motive eden sahiden görev ve sorumluluk bilinci mi, yoksa içini kaplayan hırsların kuşatmışlığı mı? Herkes bunun ne olduğunu çok iyi bilir.
Hiçbir insan acıları yaygınlaştırarak acıların hafiflemesine ve unutulmasına katkı sunamaz. Acıları hafifletmenin en güzel yolu ortak insanlık geninde uyumlu hale gelmektir. Bir olumlu süreç varsa hayatta benim elimle olmasının gerekmediği, önemli olan o sürecin devamlılık kazanmasına nasıl katkı sunacağım olmalı ilkem…Ancak yaşadığımız karanlık ortamlara baktığımızda böylesi bir algı ve anlayışı bulmanın görmenin ne kadar zor olduğunun farkındayız. Aslında söylenecek o kadar çok mesajım var ki, içim dolu ama patlamak istemiyorum, hırsların kurbanı olarak can vermeyi değil, insan olarak imtihan olduğumun farkında olup akıl ve idrakle yaşayarak hakikate şahitlik yapmayı yeğliyorum…
Bu kısa hatırlatmalarımdan sonra, insanım diyen ve öyle kalmak isteyenlere diyorum ki, herkes 99 koyunu olan kardeşin bir koyununu acaba alacak mı almayacak mı öyle bir şey olabilir mi, bunlar beni sınıyor olabilirler mi, vereceğim karar beni yakabilir mi diye en hassas noktalara kadar dikkat edilerek Davut (as) gibi yanlış yapmış olabileceğimizi düşünerek, kendimizi hesaba çekerek yaşadığımız bir hayatımız olsun…O gün geldiğinde bir daha dönüş olmadığı için buradaki hırslarımız bize yarın ki hesabımızı unutturarak karanlığa bizi gömmesin…
El insaf limanından kalkan, Vicdan kaptanının öncülüğünde merhamet okyanusuna açılan Nuh’un gemisindeki yerimizi alalım…Titanik daha gösterişli herkes onu tercih ediyor orada daha güvendeyiz diye kendi elinizle kendinizi ateşe atmayın….Size söylediğimi bir gün anlayacaksınız ama o gün aramıza sel suları girmişse kimse bizi o sulardan kurtaramaz…Kenan gibi dağlara sığınırım ağaçlara dayanırım çırpınışlarımız boğulmamıza engel olmayacaktır…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır,o günde çok yakındır…”Harase dikenini yemekten vazgeçelim ağzımızdan dilimizden boğazımızdan kan geliyor kendi kanımızı içiyoruz hala uyanmayacak mıyız, oysa uyanmamak için uyku saatimizin yaklaşıyor olduğunu görelim diyorum ve herkese bu günlerin bir idrak kapsı olmasını rabbimden niyaz ediyorum…Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimi iletiyorum…
Erol KEKEÇ/27.03.2023/13.40/Namazgah-İST
Harese dikeni de denilen çöl dikeni bitkisini develer bir kez yediği zaman, ağzı kanayıp tuzlu kanın tadı hoşuna gittikçe daha çok yemesine ve sonunda da kan kaybından ölmesine yol açar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.