- 474 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜDÜR!!
Dört mezhepten birisinin görüşlerine uygun amel eden, amelinde makbul derecede sıhhat ve istikameti yakalamış demektir.
Aksi takdirde amelini mezheplerden birisine dayandırmayan, amelinde bid’at ve dalâlet içindedir.
Aradan bunca asırlar geçtikten sonra bu gün, mezhepleri inkâr edip yeniden İslâmiyet’i keşfetmeye, yeniden ibadet şartlarını araştırmaya kalkışmak, yeni bir dalâlet ve bid’at mezhebi ortaya koymak demektir.
Binaenaleyh dört mezhepten biriyle amel etmeyen, dini eksik ve yetersiz olarak yaşamaya mahkûmdur...
“Hiç şüphe yoktur ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in ashâbının yolunda dâim olanlar, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır.
Allah Teâlâ onların gayret ve çalışmalarını makbul eylesin. İşte fırka-i nâciye bunlardır.
Mektûbâti İmâm-ı Rabbânî, 1, 80.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in amelde dört büyük (Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî) mezhebi, Müslümanlar hakkında bir ilâhî rahmettir.
Bunlar edille-i erbaadan (Edillei Seriyye)
(1-Kitap, 2- Sünnet, 3- İcmâ ve 4- Kıyâs-ı Fukahâ’dan) dînî hükümleri çıkarmış, Müslümanlara takip edecekleri yolu açıkça göstermişlerdir.
Bu mezheplerden birine uyan bir Müslüman, Peygamberimizin (s.a.v.) yolunda bulunmuş olur.
Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dînî meselelerin esasında müttefiktirler. Aralarında bir ayrılık yoktur.
Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım meselelerde ihtilâf etmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu da zâhirî bir ihtilaftan başka bir şey değildir.
Çünkü bu meselelerin birçoğunda bu mübarek zâtlardan biri bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat ve müsaade yolunu tercih etmiş, bu sûretle Ümmet-i Muhammed’in önünde geniş bir rahmet sahası açık bulunmuştur.
İşte “Ümmetimin (müctehidlerinin dînî hükümlerde) ihtilâfı bir rahmettir” hadîs-i şerîfi ile buna işâret buyurulmuştur.
Müslümanlıkta ibâdetlere, muâmelelere ve sâireye ait çok meseleler vardır. Bunların hükümlerini, âyet-i kerîmelerden, hadîs-i şerîflerden ve ümmetin icmâından bulup meydana çıkarmak öyle her Müslüman için kolay bir şey değildir.
Bu pek büyük bir ihtisas işidir. İşte bu yüksek müçtehitler, bu vazîfeyi sırf Hak Teâlâ’nın rızâsı için yapmış, Müslümanlara lâzım olan bütün meseleleri açıkça bildirmiş, her asırda milyonlarca müslümana rehber olmuşlardır.
Artık bu muhterem zatların Müslümanlar için ne büyük hizmetlerde bulunmuş olduğuna, bunların her türlü şükrana lâyık bulunduğuna şüphe edilemez.
Bu kıymetli âlimler, büyük bir metânet ve seciye ile ve pek güzel bir niyet ile içtihat sahasında çalıştıkları içindir ki, isâbet ettikleri meselelerden dolayı iki kat, isâbet edemedikleri meselelerden dolayı da bir kat sevâba nâil olmuşlardır.
Bu dört büyük müçtehide ait dört mezhepten her birinin mensupları, kendi mezheplerinin daha doğru, daha isâbetli, sünnete, maslahata daha muvâfık ve daha elverişli olduğuna inanır.
Fakat bundan dolayı diğer mezheplerin kadrini azaltmak akıllarından geçmez, bu dört mezhebin dördüne de hürmet ederler. Bu hürmet, Ehl-i Sünnet’in şiârı (alâmeti)dir.
Dînî hükümleri tâyin ve beyan etmek salâhiyeti, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in amelde dört büyük (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî) mezhebinin müctehid imamlarına, bu kudretli fukahâya âittir.
Mübârek dört büyük imamdan, muhterem müçtehitlerden her birine tâbi olan zatlar arasında öyle büyük âlimler vardır ki, her biri ilim ve irfan hârikası iken içtihada cür’et göstermemiş, bu dört imamdan birine uymayı kendisi için bir şeref bilmiştir.
Artık müslümanlar, dînî meselelerin, hâdiselerin hükümlerini öteden beri herkesin kabûlüne mazhar olmuş olan o büyük müçtehitlerden öğrenmek mecburiyetindedir.
İçtihad iktidârını hâiz olmayan kimselerin dînî meseleler hakkında -müçtehitlerin mezheplerine münâfî (zıt) olarak- kendi anlayışlarına göre hükmetmeleri, kendi fikirlerine göre cevap vermeleri Allah katında pek büyük mes’ûliyete sebep olacaktır.
Böylece bir kimse, vereceği cevapta isâbet etse bile, bilmeksizin cevap vermiş olacağı cihetle, yine mes’ûliyetten kurtulamaz.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte: “Sizin ateşe atılmaya en cüretkârınız, fetvâya, yâni şer’î meselelere dâir cevap vermeğe en ziyâde cür’et göstereninizdir” buyurulmuştur.
Bu dört müctehidin büyüklüğünde, dört mezhebin hak olduğunda bütün müslümanların ittifakı vardır. Bu dört mezhepten başkasına uyulmaması hakkında da yine müslümanların âdeta bir ittifâkı olmuştur.
Artık bu sâyede müslümanların arasında fazla ihtilaf kapısı kapanmış, tam salâhiyet sâhibi olmayanların içtihâda kalkışmalarına meydan kalmamıştır.
Meselâ: Bir kimse tıbba, matematiğe veya hey’et (ilm-i felek ve astronomi) ilmine dâir bilgisi olmadığı hâlde bunlara âit söz söylemeye, yazı yazmaya cesaret edemezken bu ilimlerden daha geniş ve ehemmiyeti, mes’ûliyeti daha büyük olan dînî ilimlere dâir, kâfî derecede mâlûmatı olmayan kimselerin söz söylemeye, cevap vermeye cür’et göstermeleri asla doğru görülemez.
O hâlde Allâh’ın kanunu olan dînin yüksek hükümleri hakkında lâyıkı ile bilgileri bulunmayan kimseler söz söylemeğe ve cevap vermeye kalkışmamalıdırlar. İnsan bunun manevî mes’ûliyetini düşünerek titremelidir.
İşte bunun içindir ki, İslâm milleti, dört büyük müçtehitten birine tâbi olmuş, onu rehber kabul etmiştir. Bu sâyede mânevî mes’ûliyetten kurtulmak çâresini elde etmişlerdir.
1.Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli)
2.19/20.Ocak.2018 (Hayat Rehberi Fazilet Takvimi)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.