- 949 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ANTİK CAM ESERLERİN BOZULMA NEDENLERİ VE ONARIMI
TC.
BATMAN ÜNİVERSİTESİ
FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ
KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA VE ONARIM BÖLÜMÜ
Dr.Hüseyin AKILLI
ESKİ CAM ESERLERİN BOZULMA NEDENLERİ VE ONARIMI
İÇİNDEKİLER
1. CAM
1.1.BOZULMA:
1.1.1.Yapısal özelliğinden dolayı:
1.1.2.İklim:
1.1.3.Depo:
1.1.4. Müze:
1.2.ONARIM:
1.2.1 Teşhis:
1.2.2. Temizleme:
1.2.3. Sağlamlaştırma:
1.2.4. Yapıştırma:
1.2.5. Eksik kısımların doldurulması:
2. MİNE:
SONUÇ:
KAYNAKLAR:
ESKİ CAM ESERLERİN BOZULMA NEDENLERİ VE ONARIMI
GİRİŞ :
Eski uygarlıkların gün ışığına çıkaran bilim adamları, kazı buluntusu olarak çok az sayıda cam eser ortaya çıkarabilmektedirler. Çünkü cam, diğer kemik, maden, kil ve taş malzemeden yapılmış eserlere nazaran daha çok kırılma ve dağılma bilme özelliğine sahiptir. bu nedenle geçen zaman süreci içinde toprak altında doğal etkenler sonucunda bozulmuş, aşınmış ve yıpranmış olan cam, yeterli imkanlarda yoksun kazı çalışmaları sırasında daha önce tespit etme olanağı olmaması nedeniyle, klasik kazılarda ancak tesadüfen sağlam, çatlağı ve eksiği olmadan dağılmamış bir durumda ortaya çıkarılabilmektedir. Fakat bu oran, tespit edilmesinden sonra daha dikkatli çalışmaları yapılan ve camı bazı dış etkenlerde koruyan eski mezar buluntularında artmaktadır. Müzelerde teşhir edilen camların büyük bir çoğunluğu ise bunlar teşhir edilmektedir.
Benzer özelliklerine sahip olmasına rağmen, cam ve mine’nin bozulma nedenlerini ve onarımlarını farklı olması nedeniyle incelemeleri ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
1. CAM
Çeşitli saydam silikatlardan oluşan, normal sıcaklık derecesinde sert olmakta ve donma noktası altında kristalleşmeyen sıvı özelliklere sahip yarı saydam sun’i bir malzemedir. Nasıl icat edildiği kesin olarak bilinmemektedir. Fakat M.Ö.4 binden kalma mısır dönemlerine ait cam sırı ile kaplanmış boncuklar zamanımıza dek koruna gelmiştir. M.Ö. 1500 dolaylarında cam kap hazırlama ve cam sıvı yapım evleri bu sırı çeşitli yerlerinde ortaya çıkarılmıştır. Plinius’un (XXXVI.26) ortaya attığı gibi camı bulanların Fenikeliler olduğu savını gerçekle ilgisi azdır. Çünkü M.Ö 5. yydan önce tarihlenen cam yapı evleri ve cam eserlere Fenike’de şimdiye dek hiçbir yerde rastlanmamıştır(Richter.1974,s.384).
Cam asit ve baz oksitlerin eritilmesiyle yapılır. Kullanılan bazı maddeler ise soda, potas, silisyum oksit, aliminyum oksit, kurşun oksit ve magnezyum oksittir. Yüksek ısıda eritilmediği zaman berrak bir sıvı elde edilir. Bu sıvı soğuyunca amorf bir katı madde haline gelir (Plenderieith 1956, s.332-333).
Renklendirme maddesi olarak bakır oksit, kobalt oksit (Bakırer, 1985,s67) ve manganez (Lucas, 1962.s.49) gibi maddeler kullanılmıştır. Eski cam yapımcılarının kimya bilgilerinin yetersiz olduğu bilinmektedir.
Basit olarak cam, kum, kireç, soda kullanılarak yapılır; fakat kullanılan kum saf veya temiz olmazsa meydana gelen cam renkli olur(Baykurt-Önal,1968,s.171). İlk olarak camın nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Fakat 17. yüzyıla kadar hemen hemen her cam silisyum, kireç, soda veya potastan yapılıyordu. Cam yapımcıların ise camın sadece iki malzemeden yapılabileceğini düşünürlerdi. Neri, camı “tuz ve kum veya taştan yapılan bir madde” olarak tanımlar(Plenderleith. 1956. s.334).
Eğer ilk cam yapımcıların saf malzeme kullanmış olsalardı yaptıkları camın içindeki potasyum ve sodyum silikat suda çözülecekti. Bu ise su camı olarak bilinir. Diğer malzemeler dayanıklı cam yapmak için esastır. Camı üretmek için bir araya getirilmiş silikatlardan, sodyum silikat suda çözülebilir ve fazla ısıda çok çabuk erir. Kalsiyum silikat ise kolaylıkla çözülmeyen ve erimeyen bir özelliğe sahiptir. Bu iki silikatın karışımı doğru dengelenirse suda çözülmeyen ve orta derecedeki bir ısıda eriyen bir can türü elde edilir.
Camın yapım özellikleri içindeki silikatlara göre değişebilir. Örneğin potas-kireç camının tası kalın, daire şeklinde ve erime noktası yüksektir. Potas-kum camı ise daha yumuşak ve kolay kesilebilir. Bunun ötesinde kırılma indeksi yüksek ve bazen kristal olarak kabul edilir.
Eski cam yapımcıları cam hamurunu pisliklerden tam olarak arındıramadıklarından, her zaman içinde ham maddeden veya erimeyen kumlardan kaynaklanan artıklar bulunmaktadır. Ayrıca camın erilmesinden dolayı meydana gelen opak bir görünüm arz eden hava kabarcıkları bulunmaktadır.
Eski çağlarda cam yapımcıları, kilden yapılmış kalıbın içine cam parçacıklarının yerleştirilmesi veya sıvı camın akıtılması şeklinde “Kalıp tekniği”ni, lok halinde dökülmüş camların kesilmesiyle “kesme tekniği” ni ve kalıp olarak kullanılan bez kum torbalarının kap içindeki sıvı cama batırıldıktan sonra mermer masa üzerinde şekillendirilmesi ile “kum kalıp tekniği”ni kullanmışlardır. Uzun müddet kullanılan bu tekniklerin M.Ö.1. yüzyılın sonlarında cam üfleme çubuğunun keşfedilmesiyle ortaya çıkan “üfleme”, “büzme”, “vurma” ve "çimdikleme” teknikleri yüzünden kullanılmaları azalmıştır. Bu konuda Schaefer yontu tekniği ile bir Roma cam kalıbının nasıl yapıldığı (Schaefer, s.13-16) hakkında bize bilgi vermektedir.
1.1.BOZULMA:
Yüksek oranda alkali ihtiva eden camların hastalığa yakalanma tehlikesi vardır(Daıfuku, 1963, s.122). Cam normal koşullarda dayanıklı bir malzemedir. Bununla beraber zaman aşımı, dış etkenler yapısından kaynaklanan sorunlar, hatalı depolama ve olumsuz müze teşhirinden dolayı camda iç çürüme ile yüzeyinde veya iç dokusunda kötüye giden değişmeler görülür. Bu duruma ise cam hastalığı adı verilir.
1.1.1.Yapısal özelliğinden dolayı:
Çok sayıda antik cam, formülündeki kireç fazlalığından, içindeki maddelerin ideal şekilde bir araya getirilmemiş olmasından dolayı ve yapılışı sırasında uygun şekilde ısıtılmamasından dolayı zaman içinde doğa koşullarından çok etkilenip yok olmuştur(Plenderleith, 1957, s.336). Mısır gibi toprak ve iklimdeki bozucu etkenlerin çok az olduğu bir ülkede bu değişimler sadece mikroskobik olarak gözlenebilir(Honey, 1946, s. 18).
Camın üzerinde her bir tarafa yayılan sayısız miktarda küçük çatlaklar camın parçalanıp dağılmasına neden olur. Aslında bu cam yapılırken çok çabuk ısıtılmasından veya soğutulmasından meydana gelen gevreklikten ileri gelir(Kisa, 1908, s. 260), Eğer cam yavaş yavaş soğutulmasa, kabın dış kısmı iç kısmından daha çabuk büzülür. Böylece eşit olmayan büzülmeler, gerilmelerde meydana gelen farklılık, zamanla çatlamalara sebep olur.
1.1.2.İklim:
Toprak altında bulunan eski cam, ilk ve uzun bir bozulma sürecinden sonra yaşadığı ortam ile cam arasında bir denge kurulmaktadır. Kazı sırasında eser açığa çıkarıldığında veya açıkta bulunduğu yerden alınıp başka bir yere aktarıldığında, yine şartlarda mecbur olduğu zaman bu denge bozulacağından daha hızlı bir bozulma sürecine girer. Bazen bu durum toprak altından çıkarılan camın parçalanarak dağılmasına neden olabilir.
Cam saydamlığını çabuk kaybeder ve buğulu bir görünüm alır. Bu durum camın genel yapısal özelliğiyle açıklanabilir. Camın yapısında negatif yüklü polisilikat iyonlardan oluşan üç boyutlu düzensiz bir ağ vardır. Bu ay içinde dağılmış vaziyette bulunan ve polisilikat ağın negatif yükünü nötralize eden pozitif yüklü sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve aliminyum iyonları bulunmaktadır. Eğer kalsiyum, magnezyum ve alüminyum iyonları belli bir sınırın altına düşerse sodyum ve potasyumun hareket yeteneği öylesine artar ki, bu durumda olan cam atmosferdeki neme karşı çok hassas ve zayıf olur. Böylece, bu tür bir cam üzerinde oluşan nem tabakası sonucu serbest potasyum ve sodyum iyonları sudaki hidrojen iyonları ile yer değiştirmeye eğilim gösterirler. Sonuç olarak da camın yüzeyinde, hemen atmosferdeki karbondioksit ile reaksiyona giren ve sonuçta sodyum ve potasyum karbonatları oluşturan bir sodyum ve potasyum hidroksit tabakası oluşur(Plender lrith-Werner, 1971, s.345). Bu tabaka fazla nem çekicidir ve havadan hızla daha fazla nem çekmeye başlar. Bu durumdaki cama ağlayan veya terleyen cam denir. Bu cam hastalığının ilk safhasıdır. Eğer tedavi edilmeden kendi haline bırakılırsa bu safhayı gizli bir dağılma süreci izler; sonuçta opak beyaz çizgiler meydana gelir. Bunlar başlangıçta yalnız küçük beyaz leke veya çizgiler olarak görülür. Fakat daha ilerlemiş safhada siyah kahverengi lekelere dönüşürler. Camın yüzeyini etkileyen bu lekeler yüzeyin pul pul dökülmesine ve oyuklara neden olurlar.
1.1.3.Depo:
Uygun olamayan depolama yüzünden cam eserler bozularak tahrip olmaktadırlar. Tuz oranın kum oranından fazla olduğu ince cam eserler, kapalı ve nemli yerlerde saklanmaları halinde, tuz ve kum bileşimleri bozulduğundan parçalanıp yok olmaktadırlar.
Rutubet, bazen daha az şeffaflık ve maddenin donuklaşması şeklinde beliren bir cam hastalığı da meydana getirirler. Kimyacılar o zaman rutubetli depoda saklanmakta olan cam eserlerde fiziksel dengenin bozulduğunu ve camın çamlığını kaybettiğini kütlesinde ise sayısız çatlakların oluştuğunu(Coremans, 1963, s.62) tespit edebilirler.
1.1.4. Müze:
Müzeleri ziyaret eden insanların vücutlarının yaymış olduğu ısı ve soğuk almaları nedeniyle müzelerin ısı ve nem oranı sürekli değişiklik göstermektedir. Bundan dolayı teşhirde bulunan cam eserler zarar görmektedir.
Uygun olmayan müze koşulları içinde eski camların teşhir edilmesi, onların zaman içinde yavaş yavaş belli olmayacak şekilde bozulmalarına ve sonunda parçalanmalarına neden olmaktadır. Böyle ilginç bir örnek British Museum’da görülmüştür. Mısır’daki 18. sülaleye ait mavi opak camdan yapılmış kutsal sayılan bir böcek, yaklaşık 3000 yıl hiç bozulmadan kalarak bir nesil boyunca müzede teşhir edilmekteydi. Sergilendiği müddetçe hiçbir anormallik göstermeyen bu cam böceğin üzerinde bir gün çatlaklar oluşur ve kısa bir süre sonra parçalanır. İncelendiğinde, iç kısmında meydana gelen bozulmanın dış yüzeyde gözle görülmeyecek kadar küçük çatlaklar oluştuğu ve buradan nem çekerek parçalandığı anlaşılmıştır(Planderleith, 1956, s.337). Böyle durumlarda teşhirde olan camlar bakım görmeli, kontrol altında tutulmalı ve nem geçirmez kasalara konmalıdır. Böylece silisin nem emerek zarar vermesi önlenmiş olur.
1.2.ONARIM:
Cam normal zaman süreci içinde çok az fiziksel değişime uğrayabilen bir malzemedir. Bu nedenle uygulanacak onarım çalışmalarına karşı tepkisini önceden kestirmek çok güç olduğundan çok dikkatli hareket etmek gerekir.
1.2.1 Teşhis:
Matson’a göre eski camların özelliklerini araştıran bir kişinin tüm analizleri araştırırken sadece kesin olmayan bir tahmin yapabileceğini söylemektedir. (Plenderleith, 1956, s. 334). Buna sebep ise silisyum oranının fazlalığı nedeniyle camın çalışılması güç bir malzeme haline gelmesindendir. Fakat önemli olan şudur ki analiz camın dayanıklılığını, saydamlığı azaltan kirecin oranını ve camı suyun etkisine karşı hassaslaştıran soda oranını belirler. Analiz yalnız belli malzemelerin varlığını değil, bunların oranlarını da ortaya çıkarır.
1.2.2. Temizleme:
Bazen eski camlar topraklara karışmış, tamamen cürufu çıkmış malzemenin gerçek izi ile kaplı olabilir. Bunlar ise çirkin bir görünüm arz ederler. Bunların temizlenmesi kazıyıcı madeni aletler, zımpara veya spiral dişçi aletinin kullanılmasıyla mekanik yöntemlerle olabilir. Kısmen veya özellikle çıkmayan kısımlar sulandırılmış hidroklorik asit ile temizlenebilir (Andre, 1976, s. 116). Fakat Hedval temizleme işleminde hidroklorik asitin cama zarar vereceğini ve kullanılmaması gerektiğini belirtmektedir (Hedval, 1962, s. 178).
Cam üzerine koruyucu bir tabaka sürülmeden önce üst yüzey organik ve inorganik kirlerden arındırılmalıdır.
1.2.2.1. Organik Kirlerden Temizleme:
Cama insanların dokunmasıyla meydana gelir. Isıtma durumunda dışarı atılmadan yarıklar vasıtasıyla cam üst yüzeyinde renk değişikliklerine yol açarlar. Bu renk değişimli lekeler çok zor temizlenebilirler. Bu yüzden camı ısıtmadan önce insan elinin yapmış olduğu yağlı lekeler tetraklor ile temizlenmelidir.
1.2.2.2 İnorganik kirlerin temizlemesi:
Camın tahrip olmuş üst yüzey tabakasında hidroksitler, karbonatlar ve bunların alkali çözeltileri inorganik kirlenmeyi meydana getirirler. Bu kimyasal oluşumlar bozulmuş camın genellikle içinde bulunurlar. Camı inorganik kirlerden temizlemek için nesne inceltilmiş %5’ lik nitrik asit içine konur. İki saat karıştırıldıktan sonra çıkarılır. Tazyikli suyla bir süre yıkanır. Sonra belli bir süre arındırılmış su içinde tutulur ve böylece işlem tamamlanmış olur. Temizleme işleminde hidroklorik asit ve kükürt asiti kullanılmalıdır (Hedvall, 1962,s.177-180). Suyla uzun temasında ise camın bir kısmı, camsı maddeden kurtulacağından (Coremans, 1963,s.62) yıkama işleminde dikkatli hareket etmek gerekir.
1.2.3. Sağlamlaştırma:
Ağlayan camın acil tedavisi şu şekilde gerçekleştirilir. Cam akar musluk suyunda iyice yıkandıktan sonra, kısa bir süre arındırılmış suyun içine daldırılır. Sonra iki alkol banyosundan geçirilir ve çabuk kuruyacak bir ortama bırakılır. Bu tedavi dağılmayı önler. Hatta camın üzerindeki yapışkan yüzeye yapışıp kalmış tozlar da temizlendiği için camın görünüşü de düzelir. Fakat eserler tekrar nemli ortamda bırakıldıklarında yeniden terlemeye veya ağlamaya başlarlar. Bazı onarımcılar cam yüzeyinde sentetik reçine veya organik vernikler ile koruyucu bir tabaka oluştururlar. Hedvall, cam objeye vakum aleti altında vernik aplike edilmesi ile ilgili bir teknik tanıtmıştır (Hedvall, 1962,s.177-183). Karl ise, vakum yerinde 400 ısıtmış olduğu cam kabı, durol sıvı bulunan cam küvet içine batırmak sureti ile sağlamlaştırma işlemini gerçekleştirmiştir (Karl, 1970,s17-19). Kendisinin basınç altında da içermeler yaptığı fakat bunun avantaj sağlamadığını söylemektedir.
Yukarıda belirtilen yöntemlerle sağlamlaştırma, daha sonra tekrar başlayacak olan bozulmayı erteleyebilir. Bununla birlikte organik verniklerin nem buharlarını geçirmemesi ve etkisiz hale getirmesi tamamen mümkün olmadığından, nemin verniğin içine sızması ve camın bozulmasına sebep olması tehlikesi daima vardır. Bu nedenle kalıcı bir tedavi yöntemi olarak organik vernik içirtme yöntemini şüphe ile karşılamak gerekir.
Ağlayan camların korunmasında en emin yol onları kuru ortamda muhafaza etmektir. Teşhir edildiği yerlerde veya depo dolaplarında ne oranı %42’ nin altında olmalıdır. Bu %42 değeri potasyum karbonatın nemi emerek terlemeye başladığı kritik noktayı gösterir. British Museum’ da kullanılan özel depo dolaplarının yapılışı şöyledir. Dolaplar içinde kurutucu olarak silicajel kullanılmakta ve ortamdaki nisbi nem korunmaktadır. Ayrıca dolabın üstünde uygun hava sirkülasyonunu sağlamak için küçük bir vantilatör konur. Teşhirlik özel cam malzeme söz konusu olduğunda da teşhir dolapları içine silicajel konur. Eğer dolap kısmen hava geçirmez ise ve uygun miktarda silicajel konulmamış ise sadece her altı ayda bir silicajeli değiştirmek yetelidir (Plenderleith-Werner, 1971,s.346).
Cama uygulanacak herhangi bir sağlamlaştırma yöntemine karşı tepkisini önceden kestirmek çok zordur. Bu uygulamalardan biri tedavi sırasında uygulanan yöntemle ilgili olan ısının camdaki etkisidir. Örneğin, bir cama ısı tedricen uygulanıyorsa, çok yüksek ısıya dayanıklı olduğu gözükebilir. Buna karşın çok sağlam bir durumda görülen bir başka cam ise çok kontrollü koşullarda bile olsa ısıtıldığı zaman feci bir tepki gösterebilir. Birkaç yıl önce British
Museum’un araştırma laboratuvarındaki camın yüzeyinde su geçirmez bir tabaka oluşturmak için tavsiye edilen silikon maddesinin yararı kontrol edilmiştir. Bunun için camın ısıtılması gerekmiştir. Denenen cam 17. yüzyıla ait olup, bir kasenin kapağına aittir. Çıplak bir gözle bakıldığında sağlam bir durumda görünen kapak, silikon maddesiyle kaplandıktan sonra sıcak hava fırınına konarak 8 saatten fazla bir süre 900 de çok yavaş ısıtılmıştır. Hafif ısının etkisi kötü olmuş ve saydamlığını kaybederek, yüzeyi berbat bir görünüm almıştır. Kopmuş olan kasenin topuzu kontrol için ısıtılmamış, alıkonulmuştur. Topuzun görünümünden, kabın ısıtılmadan önceki mükemmel saydam görünüşü belli olmaktadır. Bu beklenmedik sonucun açıklanması, topuz mikroskop altında incelendikten sonra yapılabilmiştir. Mikroskopla incelendiğinde topuzda kıl inceliğinde sayısız çatlaklar görülmüştür. Her ne kadar cama çıplak bir gözle bakıldığında çok iyi bir durumda görünüyorsa da camdaki bozulmanın çok önceden başlamış olduğu anlaşılmıştır. Aynı bozulmanın mutlaka kapağın kendisinde de başladığı ve mikro çatlakların çıplak gözle görülmemesinden dolayı sağlam görünmesine karşın dayanıksız olduğu anlaşılmıştır (Bimson, 1964,s.148). Müzelerdeki cam eserleri ısıtmanın tehlikesi bilinmekle beraber, Schroder ve Kaufman hava etkisi ile bozulmuş cam eserlerin üzerine inorganik bir koruyucu kullanmada yeni bir metod tanıtırken, bu metod için eserin 250 0 kadar ısıtılması gerektiğini vurgularlar (Plenderleith-Werner, 1971, s-348). Genellikle x ışını flouresan tekniği ile analizi yapılan camlarda oluşan renkli noktacıkların orta derecede ısıtılınca kayboldukları görülür. Bununla ilgili olarak, renkli camların korunması ile ilgili bir metottan bahsedilir. Burada camın sentetik reçine ile sağlamlaştırılması için 225-350 kadar ısıtılması gerekmektedir. Onarımcılar, bazı camların bu ısıya dayanamayacağının farkında olduklarından, camda onu ısıya karşı dayanıksız kılan bir kristallenmenin başlayıp başlamadığını anlamak için x ışını flouresan yöntemi ile analizi yapılmalıdır. Bu testin güvenilirliği oldukça şüphelidir. Eğer bir cam x ışını şekilleri kristaller içererek verirse, o zaman camın dayanıksız olduğu kabul edilir. Fakat gerçek sorun x ışınının yokluğu durumunda camın ısıya karşı dayanıklı olduğunu göstermeyeceğidir. Kristallenmenin başladığını gösteren bir yöntem henüz yoktur. Camda mikro çatlakların varlığını ve camın ısıya dayanıklı olup olmadığını belirler. Camın ısı tedavisinin hassaslığının belirlenmesi için güvenilir bir test yapılıncaya kadar ısı içeren herhangi bir yöntemden kaçınılmalıdır (Bimson, 1964,s.149-150).
1.2.4. Yapıştırma:
Kırık cam çok güç yapıştırılan vetümleneneski eserlerdendir. Saydamlığını kaybetmiş camların onarımında çok mecbur olmadıkça ısıtılma metodu kullanılarak yapıştırma yapılmamalıdır. Çünkü hemen hemen kesin olarak dağılır.
Eski çağlardan kalma parçalı cam kapların yapıştırılması epoksid reçinelerinin ortaya çıkışına kadar bir sorundu. Böyle yapıştırılmış bir cam, yapışma yerinden çok başka bir yerden kırılacak kadar sağlamlığa erişmiştir. Almanya’da bunun için en sık kullanılan, biraz kalınlaştırılmış bir aralidit tipi olan uhu-plu’tur (Wihr, 1968, s.l). Bu malzeme ile yapıştırma etkisi birkaç saat sonra oluştuğu için, yapıştırma işlemi o kadar kolay olmaz. Bunun için yardımcı malzeme olarak, cam kırıklarını malzemenin sertleşmesine kadar bir arada tutan banta ihtiyaç vardır. Yapışkan kuruduktan sonra bant çıkartılır. Kırıkların uhu-plus ile yapıştırılması sırasında cam üşt yüzeyinin yapışkan ile kirlenmesi önlenememektedir. Yüksek yapışkanlarından dolayı hava kabarcıkları olmadan yapışkanın eklenmesi çok zordur. Fakat bu hava kabarcıkları yapışma sağlamlığını oldukça düşürür. Bu engelleri önlemek için cam yapıştırmaları şu şekilde yapılmalıdır. Cam kırıkları su veya trikloretilen veya aseton ile temizlenir. Kurutulduktan sonra bant tabakası ile birleştirme yapılır. Fakat bu ilk önce yapışkansızdır. Bu şekilde en ince camlar bile yapıştırılabilir ve yanlış oturan kırıklar düzeltilebilir. Bant tabakası yapıştırmasından sonra bir sparan kırıklar düzeltilebilir. Bant tabakası yapıştırmasından sonra bir spatula veya enjeksiyon iğnesiyle kırık yerlere % 20 lik HY 956 sertleştiricisiyle karıştırılmış araldit AY 103 konur (Staude, kırık 1972,s.21). Yapışkan maddesi, kayganlığından dolayı camın kırık kısımlarını aralıklarında içeri girer ve görülmeyecek dolayı kırıkları doldurur. Artıklar yumuşak durumdayken camdan uzaklaştırılır. Kırık cam ondan sonra bir ısıtma dolabında 30-400 tutularak birkaç saat içinde sertleştirilir ve böylece emin bir yapıştırma oluşmuş olur. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta, cam ısıtılırken 400 üstüne çıkmamak gerekir. Çünkü üst Yüzeyde fazla ısıdan dolayı çatlaklar oluşabilir. Bant tabakasını çok az veya tutmayan camlar da vardır. Böyle durumlarda cam tabakası konacak yerlere İnce bir şekilde çizgi halinde yapıştırıcı sürülür. Sonra tesa tabakası İle tutturulur. Yapıştırma işlemi bittikten sonra bu tutturma yapıştırıcısı trikloretilen ile uzaklaştırıla bilinir. Yapıştırmada epoksid reçineleri sertleştiklerinde çözülmez olduklarından ve çözücü maddelere karşı dayanıklı olduklarından güvenilirdirler.
Camların yapıştırılmasında kullanılan araldit AY 103 ve sertleştiricisi HY 956 bir süre sonra kullanıldıkları yerlerde sararmaktadırlar. Fakat XW 396 reçinesi ve XW 397 sertleştiricisi araldite göre dayanaklı olup, daha az sararma gösterir (Heinrich, 1983,s.lll). Yapılan bütün deneylerde yeni reçinenin cam yapıştırılmalarında daha başarılı olduğu görülmüştür.
Cam yapıştırılmasında kullanılan epoksid reçineleri, kalıcı ve sağlam bir bağlantı oluştururlar. Fakat bu yapıştırıcı çözücü etkenlere cevapsız kaldığından, yanlış bir yapıştırma söz konusu olduğunda ancak camın kırılması veya yapıştırıcısının ısıtılarak yumuşatılması gerekmektedir. O nedenle sınırlı olarak modern camlarda kullanılmalıdır. Eski camın ısıtılmasında meydana gelebilecek tehlikelerden daha önce bahsedilmiştir.
Cam eserlerin yapıştırılmasında epoksid reçinelerin kullanmaması durumunda meydana gelebilecek tehlikelere karşı dikkatli hareket edilmelidir. Çünkü yapıştırıcıyı yumuşatmak için yapılacak 1500 C bir ısıtma camın bozulmasına, saydamlığının yok olmasına ve yüzeyin kırışmasına neden olur.
1.2.5. Eksik kısımların doldurulması:
Sigara kağıdı kadar ince bir cam kabın kaybolmuş bir parçasının yenilenmesi çok zordur. Bu Yüzden böyle bir eser için değişik uygulamalar yapılabilir.
Parçalar yapıştırıldıktan sonra onarıcı, şablon ile cam kalıbın tam profilini alır ve bunu bir tahtaya uygular. Daha sonra cam kalınlığında ve esnek bir malzemeden yapılmış bir levha tabakası (pıexiglas) ısıtılıp yumuşatıldıktan sonra hazırlanmış tahta etrafına sarılır ve soğumaya bırakılır. Ondan sonra cam eserin eksik kısmının taslağı plexigıas üzerine uygulanır ince bir testereyle bu taslak kesilir. Cam kabın eksik kısmına yapıştırılır (Andre, 1976, s.112).
Onarıcı, doldurulacak eksik kısmı arka taraftan kapatarak, dolgu malzemesine dayanak sağlayan bir destek oluşturur. Dolgu malzemesi olarak kullandığı polyester ile doldurulur. Burada en iyi şekli meydana getirmek için bir oyma işi yapılabileceğinden polyesterin çok eklenmesi gerekir. Polyester dolgusu ilk önce spiral dişçi aletiyle yontulur. Daha sonra ince işçilik için zımpara kağıdı veya sünger taşı kullanılır. İşlemler yapılırken cam eseri çizmemek için çok dikkatli hareket etmek gerekmektedir. Onarım, doldurulan kısma vernik sürülmesiyle tamamlanır. Bu yöntem eski camlar için zorunlu olmadıkça kullanılmamalıdır. Çünkü orjinal cam yapısını bozar.
İçten çalışma olanağı zor olan cam eserlerin tümlenmesinde balon Yöntemi kullanılır. Cam kabın içinde bir balon şişirilir ve eksik kısma polyester eklenir. Polyester doldurma işlemi bittikten ve sertleşmeye başladıktan sonra balonun havası boşaltılır ve çıkarılır. Doldurulan kısım spiral dişçi aletiyle rötüşlenir. Bu eksik kısımların doldurulmasında daha önceleri alçı kullanıldığı ve üzerinin boyandığım görmekteyiz (Borag, 1964,s.9-II).
Son senelerde cam eserlerin tümlenmesinde aşağıda belirtilen Yöntem kullanılmaktadır. Bir silikon-kauçuk Yüzeyine, balmumu ve parafin karışımından oluşmuş ince bir tabaka dökülür. Bu tabakadan, tamamlanması gereken eksik kısmın büyüklüğünden biraz daha büyük iki parça kesilir. Bu kesilen ve bükülebilen levhacıklardan biri içten diğeri dıştan eksik kısmın profiline uygun camın sağlam bir yerine bastırılarak şekillendirilir. Balmumu levhacıklarının üzerine plastogenin balmumu ile temas etmemesi için ayırıcı vernik F 86 veya aynı işlevi gören başka bir malzeme sürülür. Çünkü plastogen balmumu ile temas ettiği taktirde Süt beyazına dönüşür ki bu da hoş olmamaktadır. Ayrıca vernik kuruduktan sonra levhacıklardan biri, istenilen kısma oturtulur ve bunun üzerine en açık dökümleri sağlayan iner çinko kağıdı yerleştirilir. Ondan sonra ikinci levha eksik kısmın diğer tarafına yerleştirilir. Dolgu maddesi plastogen bir huni vasıtası ile yukarıdan içeriye dökülür (Staude, 1972,s.21). Suni reçinenin sertleşmesinden sonra balmumu uzaklaştırılır. Tamamlama, spiral dişçi aleti ve zımpara kağıdı ile rotüş yapıldıktan sonra macun hamuruyla cilalanarak çalışmalar bitirilir.
2. MİNE:
Metal üzerine fırınlama sonucu kaplanan cam esaslı tabaka olarak adlandırılır. Renklendirilmek veya opak yapmak için biraz metal oksitin ilave edilmesiyle kurşun cam. mühür mumu renginde kırmızı opak cam ise genellikle bakır mine olarak geçer. Bronz Çağında metal süslemeciliğinde çok yaygın olarak kullanılmıştır. Genellikle okside olarak bir renge dönüştüğü gözlenmiştir. (Plenderlciın, 19563.3381.
Mine yapılırken cam metal üzerinde eridiği zaman, soğuma sırasında cam ile metal arasındaki büzüşme derecesi çok farklı olmakta ve bazen ikisi arasında bir gerileme durumu ortaya çıkmaktadır. ikisinin gerilimini eşitlemek için bazen mine metalin ön yüzüne olduğu gibi arka yüzüne de aplike edilir. Metal olarak genellikle altın ve gümüş ince bir tabaka halinde aplike edilir.
Metal ve cam soğurken eşil Olmaması sonucu meydana gelebilecek durum hakkında 18.yüzyılla ait bir parça iyi bilgi verir. Bu enfiye kutusu aniden parçalanmış ve hemen hemen toz haline gelmiştir. Cam tozları British Museum laboraturında incelendiği zaman parçalarının hepsinin aynı şeklide oldukları, kıymık şeklinde olmayıp, yuvarlak damlalar şeklinde oldukları anlaşılmıştır. Yüzyıllardan beri duran bu damlalar, su içine eritilmiş cam dökülerek yapılmış armut şeklinde cam damlalarıydı. Kalın olan diplerine bir çekiç darbesiyle vurulduğunda kırılmayacak kadar sağlam ve dirençli görülmelerine rağmen bir iç gerilim altında bulunmaktaydılar. Bu nedenle armuttun sapını oluşturan ince cam lifler, çok düşük bir parçanın bile kopması durumunda tamamen dağılırlar. Ufak bir şişe formu yapıldığı zaman, camın içine giren ufak bir kum taneciği zamanla camı ikiye ayırmaya yeterlidir. Muhtemelen mineninde bu hale gelmesine neden olan etken, bu tip basit bir olaydır. Bazen gerilim minenin kırılmasına ve metalin yüzeyden ayrılmasına neden olur. Bu durum meydana geldiği zaman yapılacak tek şey ayrılan yere epoksid reçinesinden yapılmış bir yapışkan akıtmaktır. Yapışkan kırık yerlerden içeri sızar. İşlem tamamlandığı zaman yapıştırıcının fazlası alınmalıdır. Daha kaba tipte olan mine eserler, bazen renklendirilmiş selüloz boyalarla veya uygun şekilde boya katılmış yapışkanlar kullanarak tamir etmek mümkündür.
Ara sıra görülen başka bir etki de, yarı saydam ve koyu kırmızı özel bir renk görünümünde olan, gözle görülecek kadar büyük bir şişliktir. Daha yakından incelenince, besleyici maddenin jelatin olduğu ortaya çıkmıştır. Jelatin mineli camların zayıf bölgelerini kuvvetlendirmek ve boya maddesi ile yapılan rötüşlerde kullanılmıştır. Bu durumda jelatini sıcak suyla çıkartmak ve bölgeyi % 2’lik saıitobrite ile sterilize etmek gerekir (Plenderleith, 1956, s.338). Bu kısım kuruduktan sonra gerektiği gibi renklendirilmiş yapışkan kullanarak sağlamlaştırması yapılır.
Bronz Çağında metal süslemeciliğinde kullanılan bakır mineler, genellikle okside olarak yeşil bir renge dönüşürler. Yeşil tabaka belli bir kalınlıkta olup, gözenekli bir durum gösterir. Tabakayı çıkarmanın tek çaresi kazıyarak atmaktır. Bu tedavi yöntemi ise her zaman uygulanabilecek bir yöntem değildir. Cam metalle birleşmemiş olduğu zaman veya temizlemek için kalkmanın kaldırılabildiği yerlerde suyla seyreltilmiş hidroklorik asit karışımıyla tabakanın çözülmesine çalışılabilir. Bununla birlikte önlem de gereklidir. Hidroklorik asite daldırma kısa aralıklarla yapılmalıdır. Eser sık aralıklarla akan suyun altında yıkanıp kontrol edilmeli ve asit uygulaması tüm yeşil tabaka kaybolmadan önce durdurulmalıdır. Hidroklorik asit ile yıkama sırasında bir plastik kap kullanılmalıdır. Ayrıca elleri korumak için lastik eldivenler giyilmelidir. Özellikle tırnakların altı bu asite çok duyarlıdır
SONUÇ:
Cam eserlerin koruma ve onarımlarının yapılması, eski eserler içinde en zor olanıdır. Onarıcının yetenekli ve bu konuda tecrübeli olması gerekir. Ancak o zaman olumlu sonuçlar alınarak, önceden fark edilmeyen fakat bir süre sonra camın tahrip ve yok olmasına neden olabilecek uygulamalar yapılmamış olur.
KAYNAKLAR:
ANDRE, J.M., The Restorer’s Handbook of Ceramics and Glass, New York 1976, Van Nostrand Reinhold Company.
BAKIRER,O., ”Cam Buluntuların Değerlenmesine Arkeometrik Araştırmaların Önemi”, Arkeometri Sonuçlar Toplantısı, 20-24 Mayıs 1985, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara 1986 s.61-68.
BAYKURT, F. –ÖNAL N Genel Kimya, İstanbul 1968.
BORAG, D., “A Note on a Mesopotamian Bottle”, Journal of Glass Studies VI, New York, The Corning Museum of Glass s.9-11.
BIMSON, M.- WERNER, A.E., Journal of Glass Studies vı, New York The Corning Museum of Glass, s.148-150.
COREMANS, P., “Laboratuvar ve Görevleri” Müzelirin Teşkilatlanması, Pratik Öğütler, Ankara 1963.
DAIFUKU,H., “Müze ve Ziyaretçi”, Müzelerin Teşkilatlanması, Pratik Öğütler, Ankara ICOM Türkiye Milli Komitesi Yayınları Sayı.2, Müzeler ve Anıtlar-IX, s.9-106.
HEDVAL, J.A., Chemie im Dierst der Arhcaeologie, Bautechnik denkmalpfelege, Göteberg, 1962.
HEINRICH, P., “Ein neues Epoxidharz ohne Vergilbung”, Arbeitsblaetter for Restauratoren 1, Mainz Verlag des Römisch-Germanischen Zenralmuseums 1983, s.111-112.
HONEY, W.B., Victoria and Albert Museum Glass, London, 1946.
KARL,F.W., “Behandlung Korrodierter geschliffener Glaseser”, Arbeitsbaetter for Restauratoren 2, Mainz, Verlag des Römisch-Germanischen Zenralmuseums 1970 s.17-19.
KISA, A., Das Glas im Alternum, Leipzig. 1908.
LUCAS, A., Ancient Egyption Materials and Industries, London. 1962.
PLENDERLEITH, H.J.-WERNER, A.E.A., The Conservation of Antipuites and Work of Art, London 1971.
RICHTER. G., Greek Art, London, 1974.
SCHAEFER, F.W., “Wiederherstellung Eines Diatretglass in Römisch Schlifftechink”, Arbeitsblaetter for Restauratoren 1, Manz, Verlag des Römisch-Germanischen Zenralmuseums 1970 s.13-16.
STAUDE, H., “Die Technik des Zusammensetzens und Ergaenzens ankiker Glaeser”, Arbeitsblaetter for Restauratoren 1, Manz, Verlag des Römisch-Germanischen Zenralmuseums 1972 s.20-28.
TUĞRUL, B.-SUNGUR, F.-ATİK Ş., ”İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Bazı Opak Cam Eserlerin X-Işını Radyografi Tekniği ile incelenmesi”, Arkeometri Toplantısı, 26-30 Mayıs 1986. T.C. Kültür Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müze Genel Müdürlüğü, Ankara 1687 s.81-90.
WIHR,R., “Moglichkeiten der Restaurierung und Nachbildung Antiker Glaeser Mittels Giessbarer Kuntstoffe”, Arbeitsblaetter for Restauratoren, Manz, Verlag des Römisch-Germanischen Zenralmuseums 1968 s.1-12.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.