- 397 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
BRİKETLERİN ARASINDAKİ KÜÇÜK PRENSES
…
BRİKETLERİN ARASINDAKİ KÜÇÜK PRENSES
Annesinin yere göğe koyamadığı prenses al yanaklı henüz üç ya da dört yaşında. Öyle albenili çarşıda o dükkanda, incik boncuk gözlüm “onu da bunu da alayım” diye elinde evire çevire bakıyor; aslında ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Nerede allı pullu varsa ona bakıyor. Annesi “kızım o yenmez ağzına sokma, deterjan bunlar” diyene kadar o ağzına koymuştu bile... Annesi bağıra çağıra koştu yanına, hemen elinden alıp kenara bıraktı. Sonra su şişesini açıp ağzını burnunu iyice yıkadı. “Yuttun mu?” diye sora sora baktı küçük kızına. Küçük prenses ne olup bitiyor hiç anlamadı. Şaşkın gözlerle annesinin gözlerinden anlamaya çalışıyor, ağlamakla gülmek arasında anlam karmaşası yaşıyordu.
Nice sonra annesi kucağına alıp dükkandan çıktılar. İki dükkan ötesi kucağından indirip manavdan domates, salatalık, biber aldı. Küçük kız “mamma mamma” diye sayıklarken, manav bir mandalina verdi eline. Küçük prenses kabuğu ile ısırmaya çalıştı. Annesi “kızım o öyle yenmez” deyip aldı elinden. İtina ile kabuğu soyarken manava “bir kilo da mandalina, elma, portakal alayım” dedi.
Parasını ödedi. Poşetleri ve kızının elini tutup çıktı. Eve yaklaşmışlardı. “Ekme” dedi unuttum. Bakkala girip bir de ekmek aldı. Bizim prenses durur mu? Janjanlı paketlerin birini indiriyor birini kaldırıyor.
Annesi, “kızım kızım!” diyene kadar o rüyalar aleminde dolaşıyordu.
Bakkala seslendi annesi, “bunları da alalım kızım hallaç pamuğu gibi parçalamış” dedi.
“Olsun kızım olsun, bunlar onun kısmetleriymiş bakkal dedesinin ikramı olsun.” Poşetleri toparlayıp, “bir de pilav için pirinç de alayım” dedi.
Bakkal amca “kaç kilo olsun?” dedi.
“İki kilo olsun, bir de bir paket tereyağı olsun.”
Bakkal amca hazırlamıştı. Poşetleri uzatırken kadın “borcumuz ne kadar?” dedi. Bakkal amca söyledi. Ödedikten sonra poşetleri oflaya puflaya ellerine sığdırdı. Bir taraftan da kızını elinin ucuyla tuttu. Neyse ki ev yakındı. Komşu çocuklar doluştu etrafına, kızını seviyorlardı. Apartmana girdiler. Zor bela kapıya anahtarı takıp çevirdi. Poşetleri kapının önüne indirip ayakkabıları çıkartıp girdiler.
“Anne, anne!” diye bıcır bıcır annesinin etrafında döndü küçük prenses.
Annesi, “ah yaramaz prensesim uykun mu geldi? Uyku sütümüzü ısıtalım sonra misler gibi uyu prensesim. Tatlı prenses annesinin bacaklarına sarılmış süt bekliyor.”
Annesi sütü bileğinde ısı kontrolü yapıp verdi kızına. Küçük prenses yastığında, gözleri uyku diyarında, allı pullu tepelerde kuzuların peşinde, masal gibi... Annesi öyle baktı kızına. Sonra kalkıp “akşam yemeğini hazırlamam gerekiyor” diye başladı. Dolaptaki tavuğu ocağa koydu. Pirinçleri ayıklarken telefonu çaldı. “Alo” dedi. Annesi arıyordu.
“Kızım nasılsın” dedi.
“İyiyim annem, canım benim. Sen nasılsın”
“Ben de iyiyim. Güzel torunum nasıl?”
“Ooo neler yaptı bugün bir bilsen, çarşıya çıktık. Bir kaç şey alacaktım. Her yeri karıştırdı. Öyle korktum ki deterjancı Ahmet’in dükkanına gidip çamaşır suyu ve deterjan alayım dedim. Aman aman bütün deterjanları ağzına doldurmuş.”
“Aman ha ! Küçük prensesim mi aman aman iyi mi şimdi?”
“Korkma annem korkma bir şey olmadı. Çok şükür erken farkettim de yutmadı. Bol suyla yıkadım. Ama bununla da bitmedi, manavda da mandalinaları kabuğuyla ağzına koydu. Neyse ki manav amca bir tane hediye etti. Ben de hem mandalina hem portakal hem de elma aldım. Sonra oradan çıktık, bakkaldan ekmek alalım dedim, demez olaydım. Orada da çikolataları keklere, kekleri şekerlere bulamış. Oradan da bir sürü şeker, çikolata, kek aldık. Bakkal amca hediyem olsun deyince ben de pirinç, tereyağı aldım. Olaylı bir gün geçirdik. Sonrası ne olur bilmiyorum ama öğreneceğiz. Anne ben de böyle miydim?”
Annesi çok hoş bir kahkaha attı.
“Ne sen sor ne ben anlatayım, hayat bu yaşadıkça göreceksin.”
“Anne yemeği pişiriyorum da ben pişirdikten sonra arayayım mı?”
“Olur, güzel kızım olur... Kolay gelsin, canıma çok seviyorum seni güzel gözlüm.”
“Annem canımın içi, o güzel yüzünü öperim.”
“Tavuk pişti. Suyundan pilav da yaptım. Cacık mı salata mı?” diye düşünürken telefon çaldı. “Aşkım...” diye düşündü. Sonra heyecanla açtı. “Hayatım” dedi telefonun ucundan eşi.
“Canım neler yapıyorsun?”
“İyiyiz, yemek yapıyorum.”
“Ne pişiriyorsun canım?”
“Tavuk, pilav... Yanına ayran mı, salata mı, yoksa cacık mı, hoşaf mı, hangisi?
“O güzel ellerinden olsun da hangisi olursa olsun canım benim.”
“Hımmm... Peki, sürpriz olsun o zaman.”
“Kızım nasıl? Sesi çıkmadığına göre uyuyor.”
“Evet, canım uyuyor. Biraz alış veriş yapalım dedim neler yaptı neler?
“Olacak o kadar endişe etme. Tuzu biberi helva yapsana, helva yapsana…”
“Deli divane, dalganı geç akşama gelince görürsün.”
“Şimdi biraz işim var. Akşam olsun da geleyim. Kızımı çok özledim bile.”
“Sadece kızını mı?”
“Ah ah benim prensesimin annesi, seni çok seviyorum.” Deyip kapattı telefonu.
“En iyisi hoşaf yapayım” dedi kendi kendine... Biraz kayısı kurusu, biraz üzüm kurusu çıkarıp yıkadı. Tencereye koyup altını yaktı. Sonra kek çırpıp onu da fırına koydu.
Masayı hazırlayıp kızına baktı. Misler gibi kokuyor, öyle güzel de uyuyor ki... Odadan sessizce çıktı.
Fırını kontrol etti. Daha pişmesine vardı. “Çay mı kahve mi yapsam” dedi.
Bir iki düşündü, sonra “çayı akşam yemeğinden sonra yaparım” deyip kahve makinesine kahve koydu. Sonra içeri geçip bir kitap seçti. Fiskosun üzerine bıraktı, kapalı balkonda. Kahve makinesi ötünce dönüp fincana boşaltı, bir elinde kahve bir elinde sigara tablası fiskosun üzerine bıraktı. Bir sigarayı çakmakla yaktıktan sonra fincanı dudaklarına götürdü ki kapı çaldı. Elinde ki fincanı masaya bırakıp kapıya koştu. Gelen üst komşusuydu. Buyur etti. Elindeki dolu tabağı fiskosa bıraktı.
“Canım komşum kurabiye pişirdim. Bir kaç taneyi de beraber yeriz diye getirdim.” “Aşkolsun ablam, her gelişinde eli kolu dolu geliyorsun. Mahcup oluyorum. Ben de kahve içiyordum sana da yapayım beraber içelim.”
“Olur tabii.”
Hemen makineye kahve koyup bir de keke baktı. Pişmişti. Çıkarıp dilimledi. İçinden iki dilim de misafirine kesti. Kahveyle beraber konuğuna ikram etti. “Ohhh ohh, mis gibi kokuyor” dedi. Konuk abla, “sıcacık” dedi. “Yeni çıkardım fırından” dedi bizim kız. Sonra kızıyla beraber geçirdiği günü anlattı. Konuk da “ahhh ahh” dedi.
“Bir bilsen benim çocuklar neler neler yaptı? Olası şeyler, her gün yeni bir huy, yeni bir durum, yeni bir olay. Hayat mı şaşırtıyor yoksa biz mi şaşkın bilemedim.”
Sohbet sohbeti açarken kahvenin ardından çay da demlenip içilirken. kızı uyanmış yanına gelmişti bile.
“Komşu teyzesi mi gelmiş” diye seslendi.
“Küçük prenses çok güzel olmuş, görmeyeli... Büyümüşte maşallah, sübhanallah.”
“Sorma teyzesi, o ne fındık kıran.”
Kapı tıkırtısına koştu kapıya, “kim o?” diye seslendi.
“Benim ben” dedi küçük bir çocuk. Kapıyı araladı evin hanımı, komşusunun oğlu gelmişti.
“Annem burda mı?” Dedi küçük oğlan çocuğu.
“Evet, burada çağırayım.” İçeri geçti.
“Komşum, oğlun çağırıyor” dedi.
Komşum kalktı. “Ahh ahhh geç olmuş komşum. Biz muhabbet ederken vakti geçirmişiz akşam olmuş ayol” dedi.
“Bir dakika, bir dakika...” dedi ev sahibesi. Mutfağa koşup tabağı doldurdu. “Kek, çikolata, çocuklar sever” dedi, verdi.
“Teşekkür ederim komşum ne gerek vardı?”
“Olur mu komşum? Pişti, koktu, vermeyim de kahır mı edeyim. Komşuda pişer bize de düşer, değil mi can ablam?”
“Gönül işte, gönlünden kopmuş, ne diyeyim? Biz azalttık, Allah arttırsın. Hadi iyi akşamlar. Sen de buyur gel bana bu küçük prenses ile.”
“Olur tabi tabi, iyi akşamlar yine beklerim.”
Kapıyı kapattı. Balkonda ki fiskosun üzerini topladı. Kızını kucağına alıp sevdi. Sonra saate bakıp “nerdeyse gelir” dedi. Yemeklerin altını açıp sofrayı tamamladı. Kapı çaldı. Koşup açtı. Gelen eşiydi, eli kolu dolu gelmişti. Onları istif etti.
Eşi de kızıyla oynuyordu. Bizim prenses de oyunlar yapıyor, kahkahalar atıyordu.
Yemekleri sofraya koydu.
“Hayatım, artık masada devam etseniz. Çorbalar soğuyacak.”
“Tamam, hayatım geldik. Kıskanç sevgilim.”
Neşeyle çorbalar içildi.
“Hımmm aşkım, bunu aşkla mı pişirdin? Bu ne güzel olmuş.”
Gülümsedi güzel karısı.
“Sırada ne var acaba?
“Pirinç pilavı ve tavuk” dedi güzel karısı.
“Gelsin bakalım” dedi.
Çarçabuk tabakları ellerinden masaya bıraktı. Dumanları çıkıyor, kokusu burnunda tütüyordu.
“Yine benim güzel karım harika lezzetlerin ellerinden tutmuş, öpmeden olur mu?” deyip şap diye ellerinden öptü karısının.
Derken yemekler yendi çay faslına geçildi. Kek, kurabiye de yoldaşlık yaptı.
Kızçeleri de yoruldu. Annesinin kollarında uyuklamaya başladı. Annesi babası onu öperek, hayalin yatağına yatırdılar. Sonra sessizliğin sesini saklaya saklaya koltuklarına geçtiler. Çay bardakları, tabakları mutfağa taşıdı gelin kız. Meyve tabaklarını hazırlayıp geldi. “Bunları kızım seçti” diye başlayıp dışarda geçirdikleri vakti anlatmaya başladı karısı. Yumurcağın yaptıklarını duydukça şaşıran babası. “Aman aman çok dikkat et hayatım çok tehlikeli, ya bir şey olsaydı ne yapardık biz?” “Korkma sevgilim. Allah dağına göre kar veriyor, korkma sen.”
Sonra evde yaptıklarından, gelen komşu teyzeden sohbet etti. Ne kadar çok konuşmuşlarsa artık geç olmuştu.
“Hanım artık yatalım geç oldu” dedi evin beyi.
“Aaa, saat kaç olmuş? Tamam, hayatım sen odaya geç ben burayı toplayayım gelirim.”
Adam “önce banyoya gireceğim” dedi gitti.
Evin hanımı tabak ve bardakları toplayıp mutfağa girdi. Orası burası derken yarım saati geçmişti. Sonra dişini yıkadı. Pijamalarını giyip yatağına geçmeden önce beşik deki kızına baktı, peri kızı gibi uyuyordu. Öpüp koklayıp üzerini örttü. Yatağına uzandı. Eşi çoktan uyumuştu. Onu da bir süre izledi, sonra gözlerine hakim olamadı uykunun kollarına bıraktı kendini.
Sonra ne vakit vakitti, ne gün gündü.
Bir sesle uyandılar. Kızları ağlıyor, insanlar bağırıyor, yer gök bağırıyor, çağırıyor. Kimse ne olduğunu anlamıyor, korkunç bir sallantı, yer gök birbirine karışmış. Durmadan, duraksamadan taşlar düşüyor kafalarına, vücutlarına...
Sadece bağırıyorlar. Gelin kız, ağlayan kızını kucağına sarıyor. Damat babada hem karısına, hem kızına sarılıyor. Kaçayım ama nereye? Her yer taş duvar, gardırop üzerlerine düşeni tutuyor, komodinin arasında kalmışlar ama daha ne kadar dayanırlar bilmiyorlar.
“Seslerin içinde kayboluyorum” dedi karısı, “korkuyorum bu ne ki? Sadece bizim başımıza mı geldi?” dedi.
Kocası, “yok canım, deprem oluyor. Biz böyle kaldıysak altında, diğerlerini düşünemiyorum. Bizim ev yeni yapım, çok paralar verdik. Daha boş daireleri var. O kadar yeni, ama nasıl oluyor da altında kaldık. Çıkamıyoruz da. Offf offf, hayrolsun sonumuz.”
Gelin kız artık konuşmuyordu. Kocası “hayatım iyi misin?” dedi. Cevap yok. Telaşla yeniden sordu. Bir kere, bir kere daha sarsmaya başladı. Ses yok! Kalbini dinledi, ses yok.
“Aman Tanrım, aman yarabbim olamaz, olamaz. Sensiz bu yürek nasıl atar?”
Kızı aklına geldi.
“Ahhh bebeğim, ahhh bahtı karam neredesin?
Karısının kucağında bir kol oynayışı görünce elini attı kızı oradaydı. Aldı kucağına...
Sonra karısını bir daha yokladı, ses yok... Hayat belirtisi yok... “Öldüm öldüm yar!” diye sayıklamaya başladı. Kızçesi ılık bir nefesi boynuna üflüyordu. Büyük ihtimalle tekrar uykuya dalmıştı.
“Nasıl çıkarım buradan” dedi ama yerinden oynayamıyordu. Gürültü kesildi.
“Etraf karanlık nasıl olacak?” dedi. Biri gelir diye iç geçirdi. “Muhakkak kurtaracaklar, kurtarmalılar, bizi böyle yerin dibinde bırakmazlar” diye sayıklamaya başladı.
Ne kadar zaman geçti, ne oldu ne olmadı, bilmiyordu.
“Canlı canlı mezara gider mi insan? Üstelikte kendi kendine mezar alır mı insan?” dedi. Aslında söylediklerini kimse duymuyordu. Kimse de duymayacaktı. Nasıl kurtulacaktı, ne yapmalıydı? Ne çok soru, ne çok artçı? Bitmiyor, bitmiyordu…
Ara ara karısına sesleniyor, olmadı dokunuyordu. “Buz gibi havadan” diyor, “ya kızım da üşüyorsa...” Kızına daha çok sarılıyor, elleri ile yorganı yokluyordu. Yer yarılmış altına atmışlardı sanki. Ne yorgan, ne yatak, ne yastık, hiç bir şey yoktu. Bir ara düşündü, acaba bütün bunlar hayal mi, rüya mı, neydi? Böylesi düşüncelerle gözleri kapanıyordu. Kızına iyice sarıldı ve gözlerini kapattı.
“Zaten her yer zifiri karanlık, en iyisi kapatmakta fayda var.”
Sonra kaç artçı, kaç deprem olmuş yürümüş, bilmiyordu.
Nice sonra bir yardım eli uzandı. Kimse var mı? Kimse var mı? seslerini duydu.
“Nasıl haber vereceğim?” dedi.
Elini sağa sola oynattı, bir taş eline değdi. Aldı onu ve sağa sola vurdu. Duydular sesini! Çok uğraştılar ulaşmak için, nihayetinde ulaştılar. Çıkarmaları da zaman aldı. Ancak çok mutluydu. Bir başka nefes duymak, gün ışığını görmek... “Hayat devam ediyor demekte varmış” dedi. Sonra kızı, daha sonra da karısı geldi aklına. Önce onu ve kızını kurtardılar. Sonra da karısını ancak, karısı ölmüştü; üstelikte veda bile edemeden. Kahroldu, suskunun elinden tuttu, kızını kucağında sardı, sardı, damlayan göz yaşı kızının ruhsarında acı bir damla, can suyu oldu…
Sibel Karagöz
#sibelkaragözşiirleri
#sibel_karagoz
#öykü
#deprem
#herkes
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.