- 502 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
BİR FOTOĞRAFIN ÖYKÜSÜ ve FAYTONCU DEMİR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tek atlı fayton içinde dört kişiyiz. Yağmur hızlı yağıyor. Rüzgârın etkisiyle de ara sıra yüzümüze soğuk yağmur damlaları çarpıyor. Faytoncu ile birlikte beşimizi, bir de koskoca faytonu çeken at burnundan buhar çıkararak kan ter içinde koşuyor.
***
Çocukluğumuzun kentlerinde şimdiki taksiler yerine faytonlar vardı. Zamanın hızına uygun olarak yerlerini taksilere bıraktı. “Faytonların tüm mü ortadan kalktı?” derseniz, “Hayır, kalkmadı, diğer adaları bilmem; ama Büyükada’da onlar taksi yerine geçiyorlardı.” derim.
Bundan on dört yıl önce turla iki günlüğüne İstanbul gezisine katılmıştık. 2009 yılının Eylül ayında, bir Ramazan Bayramı sabahı İstiklal Caddesi’ndeyiz. Cadde, birkaç kendinden geçip duvarlara yaslanmış tinerciden başka bomboş. Bilirsiniz turların belli bir programı vardır. Otobüs bizi sabahın altısında oraya kahvaltı için indirmişti.
İki gün boyunca nereleri gezdiğimizi, pek çok güzelliği mahvettiğimiz gibi belki dünyanın en güzel şehirlerinden olan İstanbul’u da nasıl yaşanılmaz duruma getirdiğimizi anlatacak değilim. O gezide beni çok etkileyen bir faytoncu ile yaşadıklarıumızı sözde kalıp uçup gitmesin diye anlatmak istedim.
***
Tek atlı fayton inişli yokuşlu yolda hızlı giderken hepimizin gözlerinde bir korku var. Yolun bir yanı hem de epey yakın yerde denize doğru uçurum. “Ya at bu dar, yılan gibi kıvrılan yoldan çıkarsa, faytonla birlikte aşağıya uçarsak...” korkusu ile karşılıklı oturuyoruz faytonun içinde. Endişemiz duruşumuzdan belli.
Faytoncu “Daaah! Dah!” sesleriyle basıyor kırbacı. Büyükada’nın yemyeşil güzelliğini, denizin maviliğini seyretmek çok güzel; ama yine de içimden “Şu fayton turu bir bitse!” diyorum.
Düz bir alana gelince yağmurluğunda sular akan faytoncu “Düübrrs, dur bakalım!” diyerek durdurdu faytonu. Anladık ki at yorulmuş, bu dinlenme alanında durdurmuş faytonu bu kara yağız adam.
İndik faytondan. Üstünde yağmurluk da olsa yüzünden sular sızan, sıcağın değil de soğuğun yaktığı yüzünde hayatın bütün çilekeşliği okunan bu dal gibi adamın yanına yaklaştım:
-Burası atların dinlenme yeri olmalı.
-Evet beyim. Hayvan dinlenmezse bu yükle, bu koşmayla bir yerde çatlar ölür.
-Fayton senin herhalde.
-Benim, benim de işte ekmek parası. Yoksa çekilir dert değil.
-Bak, konuşuyoruz da adını bile bilmiyorum.
-Adım Demir beyim.
-Neden “Çekilir dert değil.” dedin Demir?
-Bu işe koştuğumuz at fazla dayanamaz beyim. Bu yük, bu koşuşturma onları çabuk götürür. Bir de yemi, suyu bakımı. Görüyorsun işte yağmur altında koşuşturuyoruz iki çocuğun karnını doyurmak için.
-Evde eşin yok mu Demir?
-Vardı, vardı da iki çocuğumu, beni bırakıp gitti. Gidiş o gidiş. Nerelerdedir bilmem. Beni mi beğenmedi, bu zorluklarla yürüttüğümüz hayatımıza mı dayanamadı bilmem. Gitti işte.
-Üzüldüm Demir. İznin olursa bir fotoğrafını çekip sana göndermek istiyorum.
-Çek, çek beyim de böyle fotoğrafımı çeken çok oldu; ama gönderen hiç olmadı.
-Sen bana bir adres söyle Demir.
-Öyle uzun uzun adres yazamana gerek yok beyim. “ Demir, 84 nolu fayton, Büyükada- İstanbul” dersen gelir. Sen yeter ki gönder.
Bindik faytona, yağmur da kesilmişti. “Haydi kızım daah!” sesiyle yürüttü faytonu Demir. Büyükada’nın o yeşillikleri, lüks villaları arasında tamamladık turu.
Ankara’ya dönünce ilk işim Demir’in, o ekmek parası için yağmur çamur; soğuk sıcak demeden uğraşan bu kara yağız adamın fotoğrafını tab ettirmek oldu. Yüzünde yokluğun, yoksulluğun, terkedilmişliğin çizgileri fotoğrafına da yansımıştı Demir’in. Bir zarfa koydum fotoğrafı. Demir’in söylediği adresi de yazdım üstüne. Umarım o zamanlar ulaşmıştır o fotoğraf yerine. Demir de arkadaşlarına “Bakın arkadaşlar, fotoğrafımızı çok çeken oldu; ama ilk defa bir amca göndermiş benim fotoğrafımı.” demiştir.
O yıl Demir’in fotoğrafını bir paylaşımıma koyunca İstanbul’dan bir hemşehrim şöyle yazmıştı fotoğrafın altına. "Büyükada’ya gittiğimde Demir’i, 84 nolu faytonu bulup fotoğrafın ulaşıp ulaşmadığını soracağım."
Bir ses çıkmadığına göre ya gitmedi ya da gidince aradıklarını
bulamadı.
***
Fotoğrafın arka yüzüne de şu dizeleri yazmıştım:
"Bir fotoğrafını çekeceğim Demir
Ankara’ya varınca hemen gönderirim sana"
Baktı yüzüme acı bir gülümsemeyle
"Ohoo beyim," dedi, "çok çeken oldu da daha hiçbiri ulaşmadı bana"
Dedim ki:
"İşte Demir, bak çektim, koydum zarfa, gönderiyorum 84 nolu faytona"
***
Şimdi kaldırıldı o faytonlar Büyükada’da. Atların çektiği acılar düşünüldü. Bence doğru da yaptılar. 84 nolu fayton yok, ama Demir nerelerde bilmem.
....
Numan Kurt
28 Şubat 2023
YORUMLAR
Çocukluğum Kaçkar Dağlarının eteklerinde babamın beyaz ve kestane ben daha çok parlak kiremit rengi diyorum Doru Atlarla birlikte geçti.
Atlarımızın gözleri o kadar güzel bakardı ki, adeta bizimle konuşuyor hissini verirlerdi.
İri bakan gözlerine ve dik duruşlarına aldırmadan babamın her sözünü yerine getirerek dinlemelerine çok şaşırıyordum.
İki dost, sırdaş, bağlarımızda, bahçelerimizde her zorluğu babamla birlikte göğüsleyen evimizin adete iş yükünü hafifletendiler.
En büyük ablam kırçıllı beyaz atının üstünde sivri taşlıklı, patika yollarda gördüğüm zaman hayran hayran sürüşüne bakardım. Büyüdüğümde Emine Ablama benzeyerek Atımı ablam gibi havalı süreceğimi hayal ederdim…
Çok küçük yaşlarda ucundan öğrendiğim için ablamın Atın üstünde durma meziyetlerine asla ulaşamadım.
Babamın erkek çocukları okuyup şehir hayatı seçtikleri için babamdan sonra Atlarımız olmadı.
Adalarda, insanlar Atları sayesinde kazandıklarını daha çok kendilerine ve ailelerine harcadıkları için Atlar bakımsız hastalanarak bitap düştüler.
Atlar geniş ovalarda özgürlük ister. Atlar seslerinin yükselişinin ihtişamlığını ve boğuşurken tüm şiirleri sever gibi ter dökmek ister yorulunca da saf güzellikte su içmek ister.
Belli saatlerde Adalar Belediyesinin isteyenlere Atlarla turlamak geleneğini devam etmesini çok isterdim. Atların bakımlarını bizzat Belediyenin kendisinin yapmasını da
Kahvemle birlikte yazınızı okumak ve anılarıma yolculuk yapmak keyfiydi
Saygılarımla.
Numan Kurt
Ben, ilk atanma yerim olan Muş-Bulanık- Karaağıl Ortaokulu'nda çalıştığım yıl (1972) orada yaşayan Çerkezler aracılığıyla ata bindim. O yıllarda at, o yöreler için çok önemliydi.
Sağlıklı, mutlu günler.