Çocuk kalbi. Dünyanın pili bitmek üzere…
Kaybolmuş bir oyuncak aranıyor. Belki bir ağacın yaprakları ve hatta bataklık suyu bunu açıklayabilir. Bizden önce yürüyenler vardı. Bizden önce dans edenler veyahut ölenler… Ölüm kocaman ağzını açtı. Bataklıktan büyüktü ve çamurluydu ölümün ağzı. Çok sonra fark ettim toprağın bulutlarla kesiştiğini. Öyle ya, suya doymak için bulutlarla arkadaş kalmalıydı toprak. Kaybolmuş bir oyuncak ve belki de çocuk kalbiydi dönemeçte üzerime yağan ışık karması. Suyun mucizesini kabul etmeliydi bataklık. Ve zaten öyle de oldu. Çocuk kalbiyle sınanan bu kadar insan varken oyuncağın peşine düşmedi kimse. Gel gör ki sır oyuncakta idi. Raf ömrü bitmiş bir oyuncaktan bahsediyorum. Yeşil gözlü, kırmızı saçlı pelerinli porselen bir bebek düşünün. Düşünün ki dünyanın pili bitmek üzere…
Bir yerden dönüyoruz. Kan pıhtısı ile... Döndük ve alçaktan uçan kuşlara dahi yetişemedik. Uçmayı istemek -alçakça bir katliamın ortasında- en büyük alçaklıktı. Gözlerimiz mavi bulvarların izinde. Oysa bulvarlar vicdanlılar için. Mavi kör ve aşk körkütük bir içleniş... Sarhoşluk çıkar yol gibi gözüküyor. Biz sarhoş olana kadar dünyanın şişkin enini turladık. Gözlerimiz ağlamak üzereyken leylak rengi bir hüzünle savaştık penceremizde. Savaş iki kişilikti. Savaş cepheler olduğunda elbette adil idi.
Beni oyuncağa götürün. Ya da biz gidelim karanlığa ayak basmadan. Karanlık ainler bizi baskılamadan. İki kişilik bir dünyayı düşlerken kim fırlattı kalbimi şu kalabalığa. Sevmek ötede imkânsızca öten bir kuş… Sevgi şuursuzca yazılmış metinlerin zavallı kelimesi. Sevmek kadar saymak da elzem… Dilimin ucunda. Dilimin ucunda taşların ağrısı… Hani demiştim ya, imkânsızın eşiğinde boyayalım sararmış zihinleri ve duvarları. Bunu yapalım. O halde izin verin. Yeniden doğmaya… Başka dilde doğmaya izin verin. Zira sınırları fazlasıyla zorladık. Nihayet sınırlarımızı ortadan kaldırdık. Porselen bir bebeğin yeşil gözleri yüzünden kadere terk ettik çocuk kalbini.
Oturup günü bekliyorum. Ayaz vurmuş geceye çığlık çığlığa bağırıyor sokak lambaları. Buraya hiç yağmur inmiyor. Kalbin hüznü yetiyor nü tabloyu anlamaya. Biz kardeşiz. Ağlarsak beraber ağlarız. Ölmüşsek beraber ölmüşüzdür.
Mutluluğun resmi yalancı çıktı. Sonsuza kadar kayboldu oyuncak. Ve o sonsuzlukta soğuk bir taşın üzerinde kaldırımların şiirini zikrettik. Sesli ama iniltiler halinde çoğaltıyor zamanı kunduzların sesi. Sanıyorum aynayı kırdılar ve ruhumu dindirecek bir eşikte değilim. Tam o sırada oval bir taş yuvarlanır. Ağızda unutulan yalancı bir hülyadır yaşamak. Ertesi gün sararmış zihinlerle birlikte bataklık suyuna gideriz. Saatler yediyi gösterdiğinde uykuyu kanla böler mutsuzluğa yazılmış bir öykü. Bilir misiniz? Ninnilerini boş bir beşikle beleyip dilsiz kesildi anne yüreği. Anne yüreği kimin? Her kadın bir anne mi? Asla.!
Burada mutsuzluğa yazılan öyküyü anlatacağım size. Dinleyin olur mu?
Ilık bir yaz günü yeni doğan bebeğin ismini Aygül koydular. Fakat Aygül gözleri âmâ doğdu. Aygül için batan güneşlere nazır toprağa uyanan bir çiçekçinin içinde yaşattığı hayat kadar bir hayat değildi büyüyen. Aygül binlerce anlam içerisinden birbirine kenetli olanlarını seçti. Nefesini tutup seslerin ve suskunluğun dünyasına koşturdu sarsılmaz bir ümitle. Aygül’ün kalbi yontulmuş bir taş gibi şekil aldığında henüz on beş yaşındaydı. Ona göre yağmur yağacaksa gözyaşı dökmek anlamsız ve boşunaydı.
Sonra… Karanlığın resminde kan güllerinin ihtişamını çok iyi bildi Aygül. Ve her seferinde karanlıkla konuşturdu kalbini. Yine de Aygül büyüdükçe kalbi de büyüdü. Renkleri merak etmesi Aygül’ün kısacık ömrüne sığamadı. Akıntıya kapılmış gibi her gün beyaz bir sayfa açtı ışıktan soğuk sözleriyle. Beyaz ne demek bilmeden beyaz olsun istedi yağmur çiçekleri. Ve sonra aşık oldu beyaza. Renklerini ve yönlerini bildiği bir dünyayı düşledi Aygül. Annesinin saçlarını düşledi. Ve karanlıktaki gözleri daima beyaz çiçekleri saydı.
Şimdi yirmi dokuz yaşında olan Aygül, yirmi dokuz yıl önce kundakta bir melekti. Çiçekleri kokusundan tanıdı. Rüzgârın, dağların eteğinde başak tarlalarıyla oynaşan yaramaz bir çocuk olduğunu söylemişti annesi. Ve bu gerçekti. Gözlerimin karanlığı adına o çocukla arkadaş olurdum dedi Aygül. Gözlerimin karanlığı için yer yerinden oynardı o zaman. Ve ben o vakit tanırdım aşkı şiir sokağından. Dedi ve erteledi güneşe nazır düşlerin cinnetini. İklimler değişti. Kavakların orada bir kaşık suda boğuldu esmer tenli çocuk. Aygül kalbini paramparça hissetti. Bir dahaki sefere kavakların yanına yaklaşmadı.
Rüzgâr sırtlamıştı hüznü Aygül için. Rüzgârda dağılıyordu Aygül’ün uzun kıvırcık saçları. Ve Aygül 1985 yılı mart ayında henüz otuz yaşındayken uykuda hayata gözlerini yumdu. Gerçek karanlığın ipleri; ipeksi beyaz çiçekleri sarkıttı yaşamın yarı açık penceresinden.
…
Hayat ki bilinmeyenleriyle doldurdu ceplerimizi. Hayat ki hiç başıboş var olmadı. Çabucak dağıldı ışık karması ve ben kaybolmuş oyuncağın izini sürerken Aygül’ün kalbine rastladım. Ne kadar yabancısı olduğumu anladım gerçek karanlığın.
Hiç kimse koparmasın beyaz çiçekleri. Kimsenin kalbi yorulmasın yarı açık pencereden seyrederken dünyayı. Işık karmasında yalnızca kötülükler kaybolsun.
Dizlerim uçsuz bucaksız bir vadiyi koşarken yoruldu. Kalbim hiç yorulmadı. Gençliğin üstüne kapanmış ne boğumlar gördüm. Tükenir sandım ahmaklık. Bozuldu yaşamın algoritması. Zincirli kapıdan geçirdim kendimi. Gül masalında dokuz doğurdum. Korkmak ve ümit etmek cennet erkanının kalplerinin inanış şekliydi. Bozgun var. Büyük yıkım var şu dar âlemde dediler. Oysa bozgun yiyen sadece evlerimizdi. Tevekkül sarayından çıkmıştı şafağı süzen cennet erkanı. Güller şafakla beraber yetiştirildi yüzlerce yıl. Şimdi bana olanları söyleyin. Koşmak mı daha inanılası yoksa kavakların orada şarkı söylemek mi? Kaybolanlar için konuşamamak kocaman bir ayıp. Ayıplayın gözlerin içine sıkışmış notaları. Belki o zaman sahiden gülebiliriz bir şarkının içinde.
...
Hakimiyet...
Bize barınaklar verin kâfi,
Varsın anlamasınlar mücadelemizi
Ve çoğalmasın keder, çoğalmasın mesafeler
Kırılınca kış göğü
Duvarlarını örenler ve çizgililer hükümsüzdür
Yaşamak, türkülerle ve keşke çok kolay olsaydı.
22.2.23
Mahvash / Munise Senem UÇAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.