SİZ GERÇEKTEN HASTALIK HASTASI OLMUŞSUNUZ, TEYZOŞ!
Sıcak bir eylül günüydü. İlo (İlhan) yine şapır şapır terliyordu. Aracını kapının önündeki cebe park etti. Havaya yayılan mis gibi kuru ot kokusu genzine okşarken; aklı bir an çocukluğuna gitti...
Kapıyı teyzesi Mele (Melek) açtı. İlo, evde teyzesini gördüğüne çok sevindi. "Ooo, Teyzoş! Valla çok sevindim. Zaten size bi haberim var!” dedi. Annesi Ele (Elif) de Mele gibi heyecanla İlo’nun önünde dikildiler. Ama İlo önce bi nefes almak istiyordu:
- Sabredin. Bi duş alayım. Anlatacam, teyzoş!
Bacılar mutfakta sofra telaşına girdiler. Haberin ne olduğuna dair spekülasyonlarda bulundular. Acaba, aşık mı oldu? "Ayyy! İşallah, kııız..."
Ve az sonra İlo belirdi yanlarında:
- Teyzoş, ya o iş oldu! Patronla konuştum. Anne; sen de artık başımın etini yeme olur mu... Hazırlanın, pazartesi sabahı Elazığ’a gidiyoruz. İstediğiniz o meşhur Medical’e. En iyi doktorlara, sizin o “Deniz bey”e. En iyi doktorlara pazartesi gidilir ya... çünkü daha dinç olurlar ya... doğru teşhis koyarlar ya! dedi sırıtarak.
Vurgularında ironi duyuluyordu. Mele pek oralı olmuyor, göründüyse de Ele ile manidar bakışmadan da edemedi. İkisi de biliyordu: İlo böyle patavatsızca espriler yapardı bazen. Yine de Mele, ağır gövdesiyle yerinden fırlayıp İlo’ya sarıldı ve onu oracıkta, dünyanın en iyi delikanlısı ilan etti. Şımaran İlo, teyzesini yanağından öptü. Ciddileşti birden. Yaşından büyük bir tavır takınarak:
- Ya... Siz gerçekten hastalık hastası olmuşsunuz, teyzoş! Vallahi, diyorum bak! Yüzünüzde sivilce çıksa, "aha, kanser!" diyorsunuz anında. Afedersin ama... hiçbir bokunuz da yok, teyzoş! Doktora niye gidiyorsunuz? Ya, siz bana gelin! Ben zaten annemin teşhisini koymuşum... De mi anne? Ya neyse ya! Bak teyzoş: bunun modern adı "pi si ko lo jiiik!" Hele söyleyin! Senede kaç kere o dediğiniz uzmanlara, proflara gittiniz? Her seferinde ne dediler? He, ne dediler? Ya, teyzoş, size ilaç bile vermediler yaa... Ya siz, ikiniz de aynen nene gibi olmuşsunuz, ama farkında değilsiniz. Ya valla teyzoş; ondan farkınız yok ha...
İşte böyle sitem ediyordu İlo. Ama patlamamak için, sinirlerini daha fazla yıpratmamak için susacaktı. Susmaya dayanabilirse tabii...
İlo’nun stemleri çoktan kulağın birinden girmiş, diyerinden çıkmıştı! Bacılar, pazartesi gününün sabahı, henüz şafak sökmeden kalktılar. Hiç hastaya benzer bi yanları yoktu; çünkü adam akıllı keselenip yıkandılar. Süslendiler bile... Sepetlerine meyveleri, poğaçaları bi güzel yerleştirdiler. Zaten ev halkı ile akşamdan vedalaşmışlardı. Bi gören olsa; askere gittiklerini sanırdı! Mele, "gitmek var, gidip de gelmemek var" demişti, hastalığını ciddiye almayan kocasına.
“Ne olur ne olmaz” diye, hiçbir şey yemediler o sabah. Öyle oruçlu bir halde, Elazığ’ın yolunu tuttular. Oysa, uykusunu alan, kahvaltısını yiyen İlo pek neşeliydi. Nasılsa annesi ve sevimli teyzesiyle yine yeni bir “macera” yaşayacak ve sonra; gelip tüm sülaleye abarta abarta anlatacaktı.
Ele ile Mele pür dikkat yolu takip ediyor ve İlo’nun hızını engelleyici yorumlar yapıyorlardı. Yetmiyormuş gibi bir de zırt pırt dualar ediyorlardı: ”Düzgün baba bizi qazadan, beladan korusun, İlooo!” diyordu Mele. Arada bi de, pohpohluyordu onu:
- İlocum, valla senden daha sakin, eli yumuşaq, dikkatli sürücü hiç görmedim! derken, eliyle de Ele’yi dürtüklüyordu.
O da onaylarcasına ”e zaten öyledir benim oğlum!” derken; dikiz aynasından İlo’nun yüz ifadelerini inceliyordu. Bu iltifatlar İlo’ya pek inandırıcı gelmese de, keyifle gülümsüyordu. Aslında İlo’nun gözü de onlardaydı. Sohbete dalmalarını bekliyordu ki gaza bassın. Ama nafile... Baktı ki olmuyor, bir sigara yaktı; ama Mele, protesto etmekte gecikmedi. İlo, bi fırt çarçabuk içine çekti ve ardından sigarayı pencereden dışarıya fırlattı.
- Ya teyzoş; aynen bi diktatör gibisiniz ha! Ya beni rahat bırakın... halla halla!
Ara ara onları kızdırmak için gaz pedalına basıyordu İlo. Arkadan anında, annesi ve teyzesinin "wuy wuy wuy!"leri yükseliyordu. Onları daha fazla telaşlandırmak istemediğinden; bir traktör sürer gibi, yavaş sürmeye devam etmek zorunda kalıyordu.
- Kovancılar’da mola verelim mi, hatunlar? Zamanımız nasılsa var! Bi çay içeriz!
İki bacı söz birliği yapmış gibi, çıt çıt sesiyle geriye doğru kafa salladılar:
- Teyzem, şimdi çayı boş ver sen! Hava daha serinken bi an önce varalım. Yolumuz uzun. Daha kuyruğa girecez, öfff! Kim bilir bugün ne qadar qalabalıktır... Hele bi muayene olalım; iyi haberler de alalım... Vallahi, yemekler benden olsun. İstediğin yerde hem de, dedi Mele.
Bu lafı erkekliğine hiç yedirmeyen İlo;
- Ya teyzoş, aybettin! Ben ısmarlarım, ne demek! Merkezde bildiğim çok kaliteli bi restoran var. Yeni açılmış. Tertemiz bi yer... sizi oraya götürecem.
Bacılar, heyecanla bakıştılar. Yemek türlerine dair sohbetleri koyulaştı. Konu yemek olunca, açlık da kendisini anımsatıvermişti. Bunu anlayan İlo, yanlarındaki meyveden yemelerini önerdi. “Muayeneden önce olmaz!” diye kestirip attı annesi. Mele de:
- Ya, hiç olur mu canım! Tahliller yanlış çıkar! diye atıldı.
İlo, bir kez daha sözünü geçirememişti. Onu ne annesi, ne de diktatör teyzesi ciddiye alıyordu. Arabayı yavaş sürmekten usanan İlo başka bir taktik denedi:
- Anneee! En iyisi siz biraz uyuyun. Yaklaşınca uyandırırım sizi!
Oysa ateşi körüklüyordu İlo; çünkü Ele ile Mele’nin yoldan hiç ayırmadıkları gözleri, daha da büyüyüvermişti.
Sonunda tıngır mıngır hastaneye vardılar. Taşıttan iner inmez inlemeye başladı iki bacı. İlo onları şaşkınlıkla izledi. "Tam türk filmi çeviriyorsunuz ha!" dedi. İlo’nun bu tepkisini duymazdan geldi bacılar. Belki de gerçekten duymadılar…
Bütün tahliller, muayeneler yapılırken; İlo, merdivenleri en az on kez çıktı, indi. Koridorlarda kilometrelerce yol yürümüş gibiydi. Yetmiyormuş gibi, bir de oradaki hastalarla sohbete girdi (daha doğrusu mecbur kaldı). Kimilerine yön tarif etti. Mesela, bir amcanın elindeki kağıt parçasında yazılanları açıkladı. Bir başka hastanın, hastalıklarının süreçlerini dinledi... Tavsiyelerde bulundu. Bir keresinde, az kalsın ağlıyordu; çünkü yanında oturan yaşlı kadının hayat hikayesini dinlemek zorunda kaldı. Çocukları çok hayırsızmış, hiç arayıp sormuyormuş; işte böyle sürünüyormuş hastane kapılarında...
Sosyal davranmaya özen göstermek de yorucu gelmişti İlo’ya. Özellikle, annesini ve teyzesini sakin tutma çabası yormuştu onu. Sanki, gün boyu kilolarca taş taşımıştı sırtında...
Nihayet kuyruklar, beklemeler, işlemler ve doktor görüşmeleri bitti. İlo’nun tahmin ettiği gibi; Ele’nin de, Mele’nin de "tertemiz" çıktı tahlil sonuçları. Ama onlar, doktorların verdiği cevaplara pek itibar etmiyormuş gibi yorumlar yapmaya başlamışlardı bile. ”Ama Deniz bey, neden…?”
Oysa İlo haklı çıktığı için, böbürleniyordu. Kah nutuk çekiyor, kah çaresizce gülüyordu. Neredeyse kendisini ”dahi” ilan edecekti:
- Çok kuruntulusunuz. Artık kabul edin! Kabul edin ya! Valla bıktım sizden, bıktım! Ya, teyzoş! ben size ne dedim? Gördünüz mü? Dinlemediniz işte! Boşu boşuna bütün günümüz yollarda, aç susuz, peri perişan geçti. Ya teyzoş! Duydun mu doktor ne dedi? ”Canını sıkan şeylerden uzak durmalısın. Bunu başaramıyorsan, sana bi sakinleştirici yazayım. Relaks tutar!” Yaaa! Benim size hep dediğim şey! Annemi anladım da, bari sen… uyma ona teyze yaaa! Bir kereliğine, n’olur yaa!
Karmaşık duygular içindeydi hepsi. Kah kikirdeyen, kah falan filanın hastalıklarından örnek veren Ele ile Mele, karın doyurma telaşına girdiler bu kez. Şehir merkezinde, trafik yoğunluğundan ve kalabalıktan şikayet etmeye başladılar! "Ben bu şehirden nefret ediyorum, uşşş!" sesleri duyuluyordu arkadan. Şimdi İlo’nun onlara karşılık verecek ne vakti ne de gücü vardı:
- Aha, işte burası, dedi az sonra.
Bacılar, restoranı ferah buldu. "Lavaboları da pek temizmiş. Şu mermere baksana! Hmm, rengi de çok güzelmiş… Demek ki yemekleri de kaliteli ve temiz!" diyerek teknik ve hijyenik incelemelerde bulundular. Önyargıları hazır ve nazırdı. Puanlarını havaya çarçabuk püskürtüverdiler. Pencere yanındaki masalardan birinde yerlerini aldılar. Ama gökdelenlerden gökyüzünü görmüyorlardı. Ele’nin nefesi sıkıştı bir an. Yanındakilere çaktırmadı sıkıntısını, sadece dışarıya bakmamaya karar verdi. Mele eliyle cam masayı inceliyordu. Kırıntı, leke ve toz arıyordu. ”Hmmé temiz silmişler!” diye düşünürken gözleri elmas gibi ışıldıyordu.
Gelen menüyü ivedilikle incelediler. Pizzayı görünce heyecanlandı bacılar; çünkü resimde lezzetli görünüyorlardı. Üstelik sık yedikleri bir şey değildi. Çeşitleri inceledikten sonra "pizza", dediler. İlo tavsiye etmediyse de, bacılar kararlıydı. İlo etçi olduğu için şiş kebap aldı. Az sonra keyifle yemeye başladılar sıcak yemekleri.
Pizzalar nerdeyse yarılanmıştı ki, ağız burun bükmeye başladı Ele ile Mele. Salataya rağmen pizzayı yavan buldular. Bir sürü sebzeyi ayıklayıp tabağın kenarına ittiler. Güya ayıp olmasın diye çaktırmadan yapıyorlardı, ama İlo’nun gözünden kaçmadı bu. Dakikalar önce övgüler düzen bacılar; ağız burun bükerek ve yarı memnun ayrıldılar oradan.
Araca binip yola koyulurlarken, pizza tartışmasına girdiler:
- Ya, nerdeee! Bizim yemekler, bizdeki kalite, lezzet, tat... Kıyaslanabilir mi hiç? Bu İtalyanlar da uyduruk pizzalarını yemek diye bize yutturmaya çalışıyorlar. Bu hamuru nasıl dünyaya yaydılar ama... Ya, adamlar fikirlerini hayata geçirip başardılar ya, ona bak! deyip duruyordu Ele.
Mele de, ”ay, valla… midem bulandı!” diyerek havayı daha da kararttı. Ele ona yan yan baktı, ama sesini çıkarmadı. Konuyu değiştirmeye kalkıştı, ama başaramadı. Araya İlo girdi:
- Ma burdakiler bilmiyor yapmasını, İtalyan ne yapsın? Hele git Roma’da bir pizza ye? Aynı pizza mıdır sanıyorsun anacığım?
İki bacı yine, bu tartışmada da İlo’ya karşı muhalefet olmuştu:
- Ma şimdi biz lezzzetli bi pizza için Roma’ya gidek? Valla yok! Bizim patilamıza değişmem onların pizzasını. En usta elden çıkan pizza bile, bizim patilanın tırnağı yapmaz! Hele bizim şir! Ma insan parmaklarını yer, valla...
İlo’yu kızdırmak için, peşinden kahkahayla güldüler. Dikiz aynasından onları izleyen İlo:
- Ma, siz niye gülmeyesiniz? Hem sapasağlam olduğunuzu öğrendiniz, hem pizzayı beğenmediniz... Yine de suçlu ben oldum! E ben size yemeyin dedim: Ma dinlemediniz... Görürsünüz bundan sonra teyzoş! Töbeee olsun bir daha! Sizi bi daha Elazığ’a melazığa götürürsem... Töbe olsun, bi daha size pizza yedirirsem. Yauu, beni pişman ettirdiniz! Düzgün baba olsun ki, bin pişman ettiriyorsunuz…
Artık serin kırkikindi vaktiydi. Gökyüzü, alacalı bir kızıllığa mesken olmuştu. Ele, yol boyunca uzanan elektrik direklerinin üstüne tüneyen leyleklere bakıyordu. Üçü de başlarını leyleklerden yana çeviriyorlardı. Gerçekten de o yoldan her geçtiklerinde; bu muhteşem görsellik bir başka hüzün veriyordu onlara. Hele hele bu mevsimde. Aralarından su gibi kaydıkları dağların yamaçlarında git gide yoğunlaşan yeşillik; onlara, eve yaklaştıklarının haberini veriyordu.
Bu uzun yolda - her şeye rağmen - kah sohbetleri derinleşti; kah gülüşüp şakalaştılar. Bir sürü hastane tecrübelerini konuştular. ”Bu günlere şükürler olsun!” diyordu Ele. Mele de ”ma amin amin… beterin de beteri var qa, bacım!" diyordu peşinden. Onların konuşmalarına kulak misafiri olan İlo; arada çaresizce kafa sallıyordu: ”komedi filmi çeviriyorlar yine!” diyordu içinden. Dikiz aynasından onların sevimli hallerini izliyordu.
Mele’nin gözü İlo’daydı. Onu kızdırmak hoşuna gidiyordu. Bu taktik biraz da, onu ayık tutmak içindi:
- Öff beee! Hem de ne pizzaydı ha, İlo? Tadı artık hiç gitmez damağımdan… İlocum, ya sen bana gel en iyisi yavrucum... Sana patila yapayım: Hem de en alasından! Ne dersin, teyzem? Zaten ne zamandır hiç gelip yemedin o güzel patilalarımı. İstersen lahmacun yapayım, he?
İlo susuyordu. Hafif duyulan müziğe odaklanmıştı. Ele başını cama dayamıştı. Ha uyudu, ha uyuyacaktı. Havada bir dinginlik vardı. Açık olan sol pencereden serin bir hava İlo’nun yüzüne vuruyordu. Mele esniyordu ve Ele gibi uyuklamamak için kendisini zor tutuyordu. Esnemeleri, İlo’ya da bulaştı. Ara ara gübre kokusu geliyordu açık pencereden.. Cihazdan Bob Marley melodinin melankolisi, İlo’nun dalgınlığına neden olmuştu. Mele’nın gözünden kaçmadı: ”İlo, yavaaaş, İlo!”
- Ya teyzoş, yaa! Sizinle baş etmek mümkün mü? Bakar mısın? Aha bu araba elimde işkence çekiyor. Lütfen bana bişi demeyin artık ya! Bırakın adam gibi süreyim bu zıkkımı! Ya, sizin bu nazınız nuzunuz… Yollar bomboşken bile doğru dürüst süremiyorum ya! Zaten yarım saat sonra evdeyiz...
Bacıların, onu dinledikleri, ciddiye aldıkları yoktu. İlo yine bir teşebbüste bulundu, ama daha pedala basmadan, Mele kahkahayla:
- Boşuna uğraşma, İlocuum! Gözüm hep sende. Yavaaaaş yavaş... Kovalayanımız mı var, he? Yavaaaş yavaş!
Ele, başını camdan ayırdı. Gözleri hala mahmurdu, ama söze karışmadan edemedi:
- Öfff! Ne pizzaydı ama, değil mi, güzel oğlum? Bi daha yemeye gideriz bence! dedi ve peşinden keyifli kahkahalar attı iki bacı.
Zavallı İlo… Kifayetsiz kalan sözlerini yuttu. Bu kez de, kafa sallamakla yetindi...
H. Korkmaz, 22/23 Sthlm
YORUMLAR
Elazığ Bingöl güzergâhında bir Eylül günü.
Mele, Ele ve İlo.
O kadim kültürümüzün büyüklere koşulsuz itaatini içeren güzelliği.
Kadınların derin ve hassas taktikleri.
Sonunda İlo kurtuldu, oh!
Düzgün Babaya Rahmet olsun.
Medicalde Elazığ'da check up benzeri işler yaygındır demek..
Bu da bir bilmece gibidir, geçelim.
Herşeyden önemlisi terledim araçta yahu!
Neyse İlo zaten gazdan uzak duruyor değil mi?
Çok saygımla Şairim.
Hikâye tam da sizin işiniz.
Tüya
Oradaki o ince patika yollardan geçmiş ve havasını solumuşsunuz, değerli Üstadım.
Bundan daha iyi dokunulamazdı ki özün can damarına...
Düzgün Baba; Dersim'in doğasında bir tapınaktır. Oraya gidilir, dualar okunur, kurbanlar kesilir, niyazlar dağıtılır. Haskar çeşmesinden incecik akan sudan içilir. Rivayete göre; kalbi kötü olanlar o sudan hiç faydalanamazmış; çünkü çeşmenin suyu anında kururmuş... Kimileri de orada gecelermiş "hayırlı" rüya görmek için... :) Maalesef hiç gidemedim...
Evet, Elazığ Medical'de check up'lar vs yapılıyormuş.
Karekterler ve hikaye... yarı kurgudan ibarettir.
Ziyaretiniz ve katkınız her daim değerlidir, Üstadım.
Sağ olun, var olun çok.
Baki teşekkürlerimle selamlar, saygılar olsun.
deniz_tayanç1
Bir gittim.
Muş,Bitlis, Van bir gittim çok şükür.
Meşe kokusu kaldı dağarcığımda
Hey gidi günler hey!
Çok saygımla Şairim.
Tüya
Görülmesi gereken çok yer var, evet...
Saygı ve selamlar olsun.