- 277 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYEM
Bazen güne dilinizde bir şarkı, bir türküyle uyanırsınız sebepsiz. Gün boyu zihninizde döner durur. Teşbihte hata olmazmış, büyük deprem felaketini yaşadığımız günden beri Akif’in şu dizeleri zihnimden geçip duruyor. Ne yapsam da buna mani olamıyorum.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Allah bir daha milletimize böyle acılar yaşatmasın. Lakin tedbir almadan ettiğimiz duaların iyi niyet temennisinden öte gitmediğini periyodik aralıklarla yaşadığımız afetlerden acı bir şekilde yaşayarak öğreniyoruz.
Asrın felaketi diyerek yıkıcılığını, şiddetini ve etki alanını gözler önüne serdiğimiz bu depremin üzerine yazılacak, söylenilecek çok şey var. Ve elbette yaşananları gelecek nesillere aktaracak, tarihe not düşecek kalem erbapları çıkacaktır.
Benim meramım ise bambaşka.
Depremin olduğu ilk günden beri siyasiler ve medya 2023 yılında yaşadığımız bu acı felaketi tam 24 yıl önce yaşanan bir başka acı felaketle kıyaslama yarışına girdiler.
Ve bunu yaparken kantarın topuzunu hayli kaçırarak büyük bir haksızlığa imza atıyorlar. Bazen yazılanları, çizilenleri hayretle hatta dehşetle okuyorum, inanamıyorum. O yüzden yazmak istedim.
Ben 1999 yılında Bilecik’te askerdim. Birliğime teslim olduğumda burası Jandarma Er Eğitim Alayı idi. Tam hatırlamıyorum ama birkaç ay sonra Tugay olduk. Tugay komutanımız ise o zamanlar çok popüler olan, gazete ve televizyonlarda adını sık sık duyduğumuz Veli Küçük Paşa idi. Hani şu Ergenekon kumpasıyla senelerce dört duvar arasına mahkum edilen Veli Paşa.
Sert ve otoriter görünümüne ve gazetelerde yazılan çizilenin aksine askerini çok seven, babacan biriydi Veli Paşa.
Tugay, güneydoğuya birlikler yetiştiriyordu. Yani halk arasında “acemi birliği” diye tabir edilen bir yerdi. 4 ay boyunca temel eğitimini alan birlikler, usta birliklerine dağıtım yapılıyor yenileri geliyordu.
17 Ağustos 1999 depremini ben kışlada yaşadım. Bir hafta kadar önce temel eğitimini alan askerlerin dağıtımını yapmış, bir hafta sonra gelecek yeni askerler için hazırlık yapıyorduk.
Yani 9 bin kişilik Tugay’da toplasanız 200 kişi ya vardık ya yoktuk. Tugayda sadece Karargah binası yeni ve prefabrikti. 70-80 arkadaş bu prefabrik koğuşta kalıyorduk. Ben kapıya en uzak noktada, en sondaki ranzanın alt katında yatıyordum. Tuhaf bir şekilde saat 03:00 gibi uyandım. Ranzada oturur vaziyette beklerken o korkunç sarsıntıya yakalandım. Sarsıntının şiddetiyle prefabrik yapının camları patlamış, elektrikler kesilmiş ve herkes çığlıklar atarak kapıya koşmaya başlamıştı. Ancak bu panik hali kapıdan çıkmalarına mani oluyordu.
Neden bilmiyorum. Ben hiç kalkmadım ranzamdan. En uzun depremin 15-20 saniye süreceği kalmış hatırımda. Belki de o yüzden kelime-i şehadet getirerek durmasını bekledim. Ancak sallantı bitmeyince ve içeride birkaç kişi kaldığımızı görünce ben de çıkmak istedim. Güç bela kapının önüne kadar gelmiştim ki sarsıntı durdu. Hemen kendimi dışarı attım.
Dışarı çıktığımda Tugay’ın her köşesinden silah sesleri geliyordu. Başlangıçta anlam veremedim ama sonra nöbetçilerimizin o an telaşla halen uykuda olan arkadaşları uyandırmak için silahlarına davrandıklarını öğrenmiştim.
Yarım saat içerisinde lojmanlar dahil boşalmış hemen herkes açık alanda toplanmıştı. Hızlıca hasar tespitine yönelik görevlendirmeler yapıldı. Bir saat içerisinde ölü ya da yaralımızın olmadığı birkaç binada hasar olduğu anlaşıldı.
Güvenli bir şekilde olabildiğince hızlı yataklar dışarı çıkarıldı. Seyyar bir yatakhane hazırlandı ki sonraki günlerde bu çok işimize yaradı.
Televizyondan Sakarya’da çok büyük yıkım ve can kaybı olduğunu, ha keza Eskişehir’de de can kayıpları olduğunu gördük. Bu arada ara ara sallanmaya devam ediyorduk.
Gelen talimatla Sakarya’ya yardıma gideceğimizi öğrendik. Yarım saat sonra iki otobüs tugayın kapısına gelmişti bile.
Düşünün sene 1999. Tam 24 yıl önce. Ve o gün Bilecik’ten giden birliğimiz Sakarya’da öğleden sonra seyyar hastanesini kurmuş ve sıcak yemek dağıtımı yapmaya başlamıştı.
O zaman da şimdi olduğu gibi siyasetçiler ve tetikçiliğini yapan medya kuruluşları “Nerde bu devlet?” söylemine mal bulmuş mağribi gibi sarılmışlar hatta bu feryadı senelerce haber jeneriklerinde kullanmışlardı.
2023 yılında yaşananlarla 24 yıl önce yaşananları kıyaslamak kanaatimce iyi niyetli bir yaklaşım değil. Bunu yapanların samimi olduklarını düşünmüyorum.
ANASOL-M hükümeti 28 Mayıs 1999’da kurulmuştu. Yani deprem olduğunda henüz üç aylık bile değildi.
Bülent Ecevit başbakandı. İlk gün deprem bölgesine gitti. Hatta orada kendine uzatılan mikrofonlara “İletişim altyapısının çöktüğünü” söyleyerek, kriz masasına talimatlarını ekranlardan verdi.
Türkiye’de ilk cep telefonuyla 1994 senesinde tanıştı. 23 Şubat 1994 günü dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile yaptığı telefon görüşmesi ülkemizde yapılan ilk cep telefonu görüşmesi olarak geçti kayıtlara.
Yani gerek GSM altyapısı, gerek GSM teknolojisi henüz oldukça yeniydi. Ama insanlarımız 2023 yılından bakarak 1999’u yermekte bir beis görmüyorlar. O zaman madalyonun tersinden bakalım.
Sene 2023. Deprem bölgelerinde GSM şebekeleri iletişim altyapısını ayakta tutabildiler mi?
Depremi yerinde yaşayan biri olarak söylüyorum. Eksikleri olmakla birlikte o günün şartlarında devlet tüm kurumlarıyla bütün imkanlarını seferber ederek elinden gelen her şeyi samimiyetle yapmaya çalıştı.
İbret almak, eksikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek yerine sürekli geçmişle kıyaslamalar yaparak menzil almak mümkün mü?
Üzerine daha pek çok şey söylenebilir. Uzatmak istemiyorum.
Enkazlar, molozlar kaldırılır. Yıkılan şehirler yeniden imar edilir. Yaralar sarılır.
Ancak çok daha ağır bir enkazın altında olduğumuzun farkına varıp, gerekli tedbirleri almazsak milletçe bittiğimizin resmidir.
Ahlâklı, vicdanlı insanlar yetiştirmek zorundayız. Ehliyet, liyakat ve sadakati esas edinen yeni bir yapılanma kaçınılmazdır.
Aksi taktirde Akif’in dizeleri daha çok tırmalar yüreğimizi;
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederd
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.