- 616 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAŞADIĞIMIZ DEPREM SONRASI
YAŞADIĞIMIZ DEPREM SONRASI
Bugün ilk kez bilgisayarımın başına geçebildim. Ne yerdeydim, ne de gökte… 5 Şubatı 6 Şubata bağlayan gece rutin olarak kullandığım göz, astım, tansiyon ve şeker hastalığı ilaçlarımı alarak geç saatte uyudum. Böyle kara bir güne gebe olan geceyi diğer gecelerden farklı görmedim. Sıcak yatağımda uyudum. Gece 02’de uyandım. Tekrar uykuya daldım. Sabaha karşı dört civarında kötü bir rüya gördüm. Rahmetli annem “Kızım, kötü bir rüya görürseniz suyu açın, elinizi yüzünüzü yıkarken rüyanızı suya anlatın. Kâbus su gibi aksın.” derdi. Ben de bu niyetle banyoya yöneldim.
Tam banyo kapısında depreme yakalandım. Kızıma seslendim.” Sena, kızım kalk deprem oluyor.” dedim. Kızım uykusundan sıyrılmış ama şaşkınlıktan sıyrılamamıştı. “Orada kal, depremde yürümek sıkıntılı…” dedim. Panik içindeydim. Bir an önce bu kâbus bitsin istiyordum. Bildiğim bütün duaları, sureleri özellikle Ayet ’el Kürsü’yü okudum. Dualar bitti, deprem bitmedi. 1,5 dakikaymış ama bana asır kadar uzun geldi. Arkasından tekrar sallandık sanki aynı şiddetteydi bu da… 2,5 dakika aralıksız sallandık. Etraftan çatır çutur sesleri geliyordu. Dışarıda da gök gürültüsü eşliğinde deli bir yağmur… Korku filmi gibiydi.
Evli kızım telefonla aradı. ”Anne çabuk bize gelin.” dedi. Kızımın evi şehir dışında bahçeli müstakil bir evdir. Küçük bir valize birkaç parça eşya ve özellikle ilaçlarımı koydum. Ayağıma çorap bile giymeden ihtiyaç sahiplerine vermek üzere ayırdığım botlardan birini giymişim. Farkında değildim. Ancak birkaç gün sonra İki gün sonra kızıma “Ayakkabım yok muydu benim?” diye sorduğumda öğrendim yabancının sandığım botun benim olduğunu. Trafik çok yoğundu. Silecekleri sürekli çalıştırsak da o yağmurda önümüzü görmek bile çok zordu. Pek çok yol trafiğe kapatılmıştı sanki! E 5’e çıkalım dedik. İller Bankası kavşağından sağa döndük. Yine trafik ilerlemiyordu. Önümüzde dev bir araç vardı. İlerisini göremiyorduk. Bir de baktık ki benzin kuyruğuymuş. Artık 200 liralık benzin aldık. Kartla alanlar için de apayrı bir kuyruk vardı. “Su bitmiş ne alayım?” diye seslenenlere “Ne varsa onu al, gazoz al.” diyorlardı. Bir de tuvalet kuyruğu onu hiç anlatmayayım. “Çabuk çıkın!” tembihleriyle kıvrananlar… Normalde yarım saat dahi sürmeyecek olan yolculuğumuz 3 saatte tamamlandı. “Bana bir çorap!” sözüydü ilk sözüm.
Baktım evin içi kadın- erkek, çoluk çocuk, yaşlı- genç dolu. Kim kimdir bilmiyordum. Kızım evini açmış depremzedelere… Biz gelene kadar evi nereyse dolmuştu. Her aile bir odaya yerleşmişti. Çoğunun üstünde bizimkilerin giysileri vardı. Herkes şoktaydı. Bu kez yakınlarını merak ediyorlardı. Ben şaşkınlık içinde akşam aldığım ilaçları almadığımı sanıp yeniden aldım. Panik bir yandan şeker ve tansiyonun etkileri diğer yandan bir tuhaf olmuştum. Kendimi toplamam birkaç günümü aldı. Oysa rahmetli annem “Bu kız ne kadar soğukkanlı. Dünya yansa içinde tek çöpüm yok der gibi serinkanlı.” derdi. Ben paniğin zarar vereceğine ve aklıselim düşünmenin gerekliliğine inanan biriydim. Fakat bu depremle birlikte soğukkanlılığım da yıkılmıştı. O kadar panik olmuştum ki anlatamam. Hatta nasıl olduğumuzu soran bir doktor arkadaşıma “İyiyiz ama tekrar deprem olmaz değil mi?” diye düşüncemi, temennimi ille de teyit ettirme çabasındaydım.
Her gün kızımın evine yeni aileler eklenerek büyürken acı haberler de gelmeye başlamıştı. İlk depremde Adana’da ilk yıkılan teyzemlerin Süleyman Demirel Bulvarındaki Sami Bey Apartmanıymış. Teyzem Nermin Çıkla ve oğlu Tugay Çıkla’nın cenazelerine ulaşılmış. Teyzemin kızı Gülay Çıkla’ya ulaşılamamış. Günlerden sonra onun da cansız bedenine ulaştılar. Cenazeler farklı hastanelerin morglarına kaldırılmış. Onlara ulaşmak da zaman aldı. Teyzemin büyük kızı Tülay da iki evladıyla Pasta Bahçe’sine sığınmış. Teyzemlerden birkaç blok ötedeki onun evi de depremden hasar görmüş. Apartmana da girmek yasaklanmış. Günlerce uykusuz kalarak sandalye üzerinde geçen zamanlar… Bunları anlatmak çok zor!
Diğer yandan kendi sıkıntılarımızı öteleyerek Osmaniye, Kahramanmaraş, Hatay ve Gaziantep başta olmak üzere diğer yerlerde yaşayan akrabalarımızdan arkadaşlarımızdan gelen haberlerle üzüntü ve sevinç arasında tuhaf duygular yaşadık ki bunu hiç kimse ifade edemez. Cenazeyi bulduğuna sevinmek mesela göçükten canlı çıkanlar için bayram ederken kurtulamayanlar için ağlamak, göçük altından çıkarılmamışlar için umutlanmak mesela “Filanca yerde kaç gün sonra enkazdan sapasağlam çıkmışlar.” sözüne inanmak istemek… Osmaniye’de yaşayan Selahattin Ölmez adlı şair yazar arkadaşımız depremden bir hafta önce eşini kaybetmişti. Depremde ise evinin enkazından kurtulamamış. Kendi evi kendinin mezarı olmuş. Nur içinde yatsın o ve tanıdık tanımadık her mevta… Hatay’da yaşayan Sevil Mısırlıoğlu arkadaşımız için de önce göçük altında kalıp ölmüş dediler. Onun yasını tutarken ölmediğini depremden kurtulduğunu öğrendik ve çok sevindik. 20 günlük bebeğin enkazdan sağ çıkması ve minicik parmaklarına dolanmış annesinin kara saçları… Duygudan duyguya hızla geçiş, kısaca tam bir duygu karmaşası.
Adana Kabasakal Mezarlığına gitmemiz orada göçük altında kalanların aileleriyle konuşurken kendi acımızı birkaç dakikalığına rafa kaldırıp onlarla ağlamamız. Morg önündeki ağır kokuyu ömrümce unutamayacağım. Üç canımızı taşıyan üç cenaze arabasını görünce kalbimin yerinden çıkacak gibi olması… Bu vakte kadar farklı zamanlarda annem ve babam da dâhil olmak üzere çok yakınımı kaybettim ama birer birer… Hiç üç yakınımı aynı anda kaybetmemiştim. Çok üzgünüm.
Öyle büyük bir milletiz ki kabanını deprem bölgesine yollarken cebine çikolata koyan minikler, en sevdiği oyuncağını yollayanlar, giysilerini gönderenler, iki battaniyesinin birini gönderenler var. Biz de depremzede olduğumuz halde Hatay’a koliler göndermemiz, kızımın kocasına ait yeni paltoyu koliye koyarken “Bu palto çok kalın, onlara daha gerekli.” demesi beni gururlandırdı. Bu arada sekiz yaşındaki ikiz torunlarım da “Biz evdeyiz, onlar dışarıda üşüyorlar.” diyerek montlarını yolladılar. Aynı apartmanda oturduğumuz, deprem sonrası evlerimizi terk ettiğimiz ablamın biri harita mühendisi diğeri Türkçe öğretmeni olan iki oğlu da enkaz kurtarma çalışmalarında gönüllü olarak yardımcı oldular. “Bugün enkazdan hiç canlı çıkaramadık!” diyerek üzgün döndüler çoğu gün.
Milletimizin başı sağ olsun. Bu zor günler de geçecek elbette… Bir atasözümüz vardır: “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz.” Biz de acılı günümüzde yanımızda olanları ve yaşadığımız derin acıyı unutmayacağız. Cumhuriyet tarihinin en büyük depremini yaşamak da varmış kaderde… Depremin rihteri ölçüldü ama yüreğimizdeki acının derecesi ölçülemedi. Ölenlere rahmet, kalanlara sabır ve metanet diliyorum.
HARİKA UFUK
ADANA
13.02.2023
SAAT: 12.45
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.