İçinin Amazonlarında Kayboldun
Penceresini göğe açan o kadının, bal rengi gözlerindeki mavi ağlıyordu. Bilmen gerekeni unuttuğunu ve minyatürleşen sessizliğin dinginliğinde, ona doğru gidişindeki hüzünlü heyecanı tırmanıyordun. Ve az sonra içinin amazonlarında kayboldun:
Burası neresiydi? Hangi dağların vadisiydi? Hangi ırmağın kıyısında duruyordun? Hangi vaktin serinliğinde suyun sancıyan kalbine dokunuyordun? İstikrarsız bir mekik gibi git gel yapıyordun dün ile yarın arasında. Bugüne ait değildi egziste eden bilincin. Bu nasıl mümkün olabilirdi?
Bu gidip gelmelerin paradoksuna düşmüş olmanın nedenlerini sorgulama gücün de, aslında hiç yoktu ve sen, adını bir türlü koyamıyordun hislerinin. Nereden gelmişlerdi; nereye gitmekteydiler beyninin kanını emen bu keneler, nasıl ansızın türediler? Acaba... acaba, kırılan bir kalbi içinde taşıyan bir rüya mıydı bütün bunlar? Hiçbir şey bilmiyor ve anımsamıyor gibiydin.
Bu da ne? Bunca börtü böcek... Peki şu döşek gibi yere yayılan bunca yaprak da nereden geldi? Üstelik tam da göz pencerenin dibinde! Hangi rüzgar canlarını acıtarak savurdu onları? Hangi ağacın dallarına ait olabilirlerdi? Ah, şimdi ağlıyor olmalıydı bütün ağaçlar ve dallar! Yapraklar ki, ıssızlığın sırrını en iyi bilenlerdi... Ve nedense, tam da gözlerinin önünde birikmişti. Peki sırrın rengi neydi? Kalbi atar mıydı ve lehçesi anlaşılır mıydı?
Ah hayat! Hayat denen olgu göz penceresinden gördüğü kadar olunca; düşleri de sınırlı kalır mıydı insanın? Kalıyorsa eğer, çığlıkları nasıl duyulsundu? Peki, bundan mıydı hayallerindeki göğün, erişilmezliği; bir sevgiliyle eş tutulması ve bunca özlenmesi? Peki sesine ne olmuştu o sevgilinin ve kendinin? Hangi korkaklık bir yudumda yutmuştu tınısını? Sevgili de nereden çıktı?
Bu sefer, hayallerin dalgalarında göğe dimdik uzanan ağaçların kalın gövdelerindeki suyun akışını izledin. Parmak uçlarınla dokundun suyun pamuksu alnına. Ilıktı su. Berraktı. Gizemli ıslığı kalbini aşkla okşadı...
Sonra, sonra gözlerini yaprakların gözlerine çevirdin. Özlemini duyduğun o kadını da yanına aldın ve "bak!" dedin. "Sen de duy, gör gördüklerimi!" Kadından ses hiç çıkmadı. Tekrar yüzünü umarsızca yapraklara çevirdin: onların sevincini ve rüzgarla dansını tutkuyla izledin. Börtü böcek varlığını yadırgamıyordu; bilakis, senin kokunu iyi bildiklerinden oralı olmuyorlardı! Bunca yaprak... Kimileri mahmurdu; kimileri hüzün besliyordu; ama çoğu, yeni bir dünya keşfine çıkmış gibiydi. Ve sanki yapraklar, gözlerine hediye edilmiş neşeli bir karnavalın oyuncuları gibiydi. Onlar coşkuyla kıpırdayıp duruyorlardı. Bu canlılık sana çocukluğunu anımsattı. Nedense...onları, tıpkı çocukluğundaki gibi; çimenlere uzanıp bembeyaz bulutların sevişken dansını izler gibi izledin. İmrendin! Fakat yanına aldığın o kadın hala suskundu. Ondan yana dönmeden, "Bu bir ölü olmalı!" dedin.
Henüz aklını yitirmemiş olmalıydın; çünkü, sadece bir hayalperest olduğunu düşündün ve düşündüğünü anımsadın. Giderek küçülen dünyandan bir anlığına kopmaktı amacın.
Ve ardından, suyu kurumuş bir nehir yatağı olabilme ihtimalini düşündün. Bu düşünce hiç hoşuna gitmedi ve mütemadiyen gözlerini gökyüzüne çevirdin. Göğü, çarçabuk iç cebine koydun! Düğmesini itinayla ilikledin. Kararlıydın: bir daha göz pencerenii açıp dış dünyaya bakana kadar, onu cebinde tutacaktın.
Anladın ki; bundan böyle, ne fanusunda büyüyen bir kum tanesiydin, ne de asırlar öncesinden bir kervan gibi yollara düşebilecek kadar cesurdun. Yine anladın ki; sırf düşlerde var olan sahipsiz bir gölgenin teni olmazdı. Benliğine, unut, unut gitsin, dedin. İşte o an, simsiyah bir bulut tüm hızıyla göğü kapladı. Yanında olduğunu düşündüğün kadın, büsbütün sır oldu. Güneş, yarattığı çardağından aynı hızla kaybolurken, acıyla iniltisini duydun. Güneşte mi ıcı duyar, diye düşündün? Olup bitenlerin hızına kapılmıştın. Az önce araladığın göz pencereni sımsıkı kapattın. Sırtını o dış dünyaya döndün. O kadın, o kadını hepten unuttun. Ve unuttuğunu dahi anlamadın.
Sen, cüceleşen dünyana geri dönerken yüzünü; içindeki labirentlerde, yeni çıkış kapıları bulmanın verdiği yorgunlukla, “ahhh!” dedin. “Şu dağlar olmasaydı...”
Sesini... ve bugün de duyan olmadı...
H. Korkmaz, feb 2021 Sthlm
YORUMLAR
Başa çıkılamayan, anlaşılamayan iç dünya hep amazondur insana. Kimi yanlışa götürür dağılır gidersin
kimi düzlüğe çıkarır pür neşe olursun.
İyi dinlemeli, iyi beslemeli iç dünyaları, kaybolup gitmeden, bir tepeden hızlıca yuvarlanmadan, bir sele kapılmadan.....
esenlikle.
Tüya
Evet, hiç varılmamıış amazonlar vardır içimizde, uğraksız ve dişardan bakıldığında görülmeyen... Tüm mesele içinde kaybolmamakta...
Çok teşekkür ederim felsefi yorumunuz için, sayın Arıcı.
Selam ve saygılarımlarımla.
Tabiatı buldum, seni unuttum
Sana değil sanki, gölgene uydum
Oyunlar içinde batıp kayboldum
Bul beni yeniden bulabilirsen
Temelli atışma geleneğine döndük.
Çok saygımla Şairim.
deniz_tayanç1 tarafından 4.2.2023 02:45:24 zamanında düzenlenmiştir.
Tüya
Benim yok hiçbir şikayetim! :)
Her daim değerlidir sözleriniz, varlığınız.
Çok teşekkür ederim.
Baki selam ve saygımla.